İngiltere’nin yeni yılda göreve gelen büyükelçisi Jill Morris, Ege ve Akdeniz boyunca yapacağı ilk resmi ziyaretleri sürerken Hürriyet’in sorularını yanıtladı. “Geçen yıl 3 milyonu aşkın Britanyalı turistin Türkiye’ye gelmesiyle pandemi öncesi seviyeleri aşmayı başardık” diyen Morris, “Türkiye, Britanyalı turistlerin en çok tercih ettiği tatil yeri olmaya devam ediyor. Bu yıl 4 milyon rakamını aşarak bir rekor görmeyi bekliyoruz. Sürekli artış gösteren bu gidişin devam edeceğini umuyorum” dedi.
ÖNCELİK DEPREMDİ
“Ziyaretinizin amacı ve öncelikleri nelerdir?” sorusuna karşılık Jill Morris, “Bu ziyaret, Türkiye’de yaptığım ilk kapsamlı tur aslında. İzmir’in ardından, Aydın, Muğla, Bodrum, Marmaris, Fethiye ve Antalya’ya geçeceğim. Benden önceki büyükelçiler gibi, bu ziyaretlerimde, Britanya vatandaşlarının yardıma ihtiyaç duyduğu durumlarda konsolosluk ekiplerimize verdikleri mükemmel desteği konuşmak üzere valilerle, belediye başkanlarıyla ve il emniyet müdürlükleri ile görüşmeyi umuyorum. Önceliklerimden biri, Türkiye’ye gelen Britanyalıların emniyetini sağlamak konusunda gösterdikleri üstün çabalar için kendilerine teşekkür etmek” dedi. “Bu turu daha önce yapmak isterdim ancak o dönem, Türkiye’nin eski bir dostu ve müttefiki olarak, Birleşik Krallık’ın önceliği yıkıcı depremler sonrasında gerçekleşen uluslararası desteğe katkı sağlamaktı. Ama yine de bu ziyaretin zamanlaması, Türkiye turizm sanayinin yaşadığı çok yoğun bir dönemin ve rekorun ardından iyi oldu” diye konuştu. Jill Morris, Ege ve Akdeniz ziyaretine ilişkin şunları söyledi:
ANKARA-İZMİR YHT PROJESİ
“Birleşik Krallık ve Türkiye arasında, hava-uzay, temiz büyüme teknolojileri, tarım teknolojileri ve madencilik gibi alanları da kapsayan çeşitli sanayi dallarında kurulan işbirliği son derece güçlü. Örneğin, Birleşik Krallık İhracat Finansmanı Kurumu’nun (UKEF) son yıllardaki en aktif piyasalarından birinin Türkiye olması beni gerçekten sevindiriyor. Sadece bir yıl önce UKEF, Ankara ve İzmir arasında yüksek hızlı elektrikli tren projesinin inşası için 2.1 milyar Euro tutarında bir garanti sağladı. Projenin bölgedeki ulaşım sisteminin etkinliğini ve yeterliliğini sürdürülebilir alternatifler ile artırması bekleniyor. Karayolu trafiğini ortadan kaldırmayı amaçlamanın yanı sıra, İzmir’de turizm ve ekonomik fırsatlara da destek sağlayacağı düşünülüyor.
DENİZ ÜSTÜ RÜZGÂR ENERJİSİ İŞBİRLİĞİ
İzmir, karasal rüzgâr enerjisi açısından önemli bir üretim merkezi haline geldi ve deniz üstü rüzgâr enerjisi için de benzer hedeflere sahip. Deniz üstü rüzgâr enerjisi alanında Avrupa’da lider ve dünyada ikinci olan Birleşik Krallık ile işbirliği için ciddi bir potansiyel var. Bu yılın başında ekibim, Türkiye’nin lider enerji üretim firmalarından bazılarını ticaret ve işbirliği imkânlarını değerlendirmek üzere İskoçya’ya götürdü. Birlikte Türkiye’nin ilk deniz üstü rüzgâr enerjisi tesisini inşa edebileceğimize ve Türkiye’yi bölgesel deniz üstü rüzgâr enerjisi temin zincirlerinde bir merkez haline getirebileceğimize inanıyoruz.”
TURİST SAYISI ARTACAK
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılması öngörülen küresel iklim konferansı COP 28, 30 Kasım-12 Aralık 2023 tarihlerinde Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) gerçekleştirilecek. Türkiye-BAE arasında imzalanan ‘Kapsamlı Ekonomik Ortaklık Anlaşması’ (CEPA) ise 1 Eylül 2023 tarihi itibariyle yürürlüğe girdi. Gerek iklim zirvesi gerekse iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişimini değerlendirmek üzere, BAE’nin Ankara Büyükelçisi Saeed Thani Hareb Al Dhaheri, dün İstanbul’da bir grup gazeteci ile bir araya geldi.
1 EYLÜL’DE BAŞLADI
Toplantıda Al Dhaheri, ilişkilerin gelişmesi ve iki ülkenin kalkınma hedeflerine yönelik vizyonlarına hizmet etmek üzere, 1 Eylül 2023 tarihinde yeni bir sayfa açtıklarını belirtti. İmzalanan ekonomik işbirliği anlaşmasıyla, ticaret, yatırım, sanayi, turizm, ulaştırma, enerji, gıda, teknoloji, uzay gibi iki ülke tarafından belirlenen öncelikli kilit sektörlerdeki ‘iddialı planlar’ ışığında, “muazzam ticaret, ekonomi ve yatırım fırsatlarıyla dolu umut verici bir gelecek beklediklerini” kaydetti. Uzay alanına vurgu yaparak “Türk tarafının yatırımlarını bekliyoruz” dedi. Al Dhaheri sözlerine şöyle devam etti:
125 BİN KİŞİYE İŞ İMKANI
“BAE ile Türkiye arasındaki toplam petrol dışı ticaret hacmi, 2022 yılında 19 milyar dolara ulaşarak 2021’e kıyasla yüzde 40, 2020’ye kıyasla yüzde 112 arttı. BAE, Türkiye’nin en hızlı büyüyen ortağı haline geldi. Türkiye ile imzalanan CEPA, BAE’nin küresel ekonomik anlaşmalar programı kapsamında imzaladığı dördüncü anlaşma olma özelliğini taşıyor. Kısa süre içinde 50.7 milyar dolar değerinde 13 proje yaşama geçirilecek. Anlaşmanın petrol dışı ikili ticareti 5 yıl içinde yıllık 40 milyar dolara çıkarması, 2031 yılına kadar Türkiye’de 100 bin, BAE’de ise 25 bin yeni istihdam yaratması bekleniyor. Ayrıca anlaşmanın, BAE’nin Türkiye’ye ihracatını yüzde 21.7 oranında arttırması bekleniyor.”
Toplantıyı Hürriyet’ten Seda Türkoğlu izledi.
KARŞILIKLI FAYDA
Vedat Milor’un “İstanbul’da çiğköfte yok, hepsi kısır” sözlerinin yankıları sürerken, Türkiye’nin çiğköfte zincirlerinden Oses, Karaköy’de açtığı ‘Oses Gurme’ ile sahaya indi. Burası mahalle arasındaki tipik bir ‘çiğköfteci’den ziyade, güzel bir akşam yemeği için tercih edilebilecek şık bir ‘çiğköfte restoranı’ olmaya aday. “Suşi restoranı oluyor da bu niye olmasın” diye arkadaşımla sohbet ediyoruz. Bir yandan merakla masaları ve dekorasyonu inceliyoruz. Cuma akşamı gittiğimiz restoranda neredeyse tüm masalar dolu. Hatta rezervasyon yaptırmakta fayda var. Masalara yerleştirilen orkideler dikkat çekici. Servis tabakları el yapımı.
Çıtır çiğ top
KURUCUSU İŞBAŞINDA
Oses’in kurucusu Osman Yaşar etli çiğköfte tezgâhının başında müşterileri karşılıyor. Camla kaplı tezgâhın gerisinde ustalar kâh eti dövüyor, kâh çiğköfte yoğuruyor, kâh müşterilerle sohbet ediyor. Ambiyans etkileyici olsa da Osman Bey’in elimize tutuşturduğu tadımlık çiğköfte ile ‘çiğköfteci’de olduğumuzu hatırlıyoruz ve buranın hikâyesini soruyoruz. Başlıyor anlatmaya:
Üzümlü-fındıklı çiğköfte, Çiğburger
‘HAMAMDA AKLIMA GELDİ’
Festivale gitmek için Bayrampaşa’dan çıktım yola. Metrobüsten Avcılar durağında inip otobüs ya da minibüsle Esenyurt’a ulaşmak mümkün. Ancak Esenyurt o kadar büyük bir ilçe ki, minibüs hatlarına da otobüs gibi numaralar verilmiş. Sorup soruşturarak doğru minibüsü buluyorum ve başlıyor yolculuk. İndi-bindi 10 TL. Minibüs şoförüne “Rıfat Ilgaz Amfi Tiyatrosu’na gideceğim, gelince haber verir misiniz” diyorum. “Tiyatro mu, ne tiyatrosu” diye gülerek yanıt veriyor. “Festival varmış” diyorum. “Karakol nerede desen bilirim ama burada kimse tiyatroya gitmez” diye konuşuyor. Minibüs kalabalık. Ayaktaki yolcular da ‘amfi tiyatro’ deyince bir süre şaşırıp duraksıyor ve bana bakıyorlar.
‘ESENLER VE BAĞCILAR’DAN İYİ’
Daha sonra adının Eda olduğunu öğrendiğim genç bir yolcu, “Ben biliyorum” diyerek şoföre yolu tarif ediyor. “Abla, Ceylan Ertem konserine mi gideceksin” diye bana dönüyor. “Evet” diyorum. “Ben de arkadaşımı ikna edebilirsem geleceğim” diyor ve başlıyoruz minibüste sohbete. Diyarbakırlı Eda, 2014’ten beri Esenyurt’ta yaşıyor. Önce kendisi sonra ailesi akrabalarının yanına Esenyurt’a göç etmiş. Bölgenin eskisi değil. Memleketten gelen teyzesiyle birlikte Florya turundan eve dönüyorlar. Arada teyzesine dönüp Kürtçe konuşuyor. Son dönemde Esenyurt’un şiddetle anılmasına ilişkin, “Maalesef çok kalabalık. Her milletten insan var. Ama yine de Esenler ve Bağcılar’dan daha iyi” yorumunu yapıyor.
ORTAK DİL TÜRKÇE
Önümüzde bir yer boşalıyor. Eda bana dönüp, “Abla sen geç, sen misafirsin” diyerek teyzesi yerine bana yer veriyor. “Oysa ikimiz de aynı şehirde yaşıyoruz” diye içimden geçiriyorum ve oturuyorum. Minibüste, otogarlardaki samimi hava var. Herkes göçmen ve herkes yolcu gibi. Kimsede, bir yerde uzun süreli yaşayan kişilerin ‘Biz buranın yerlisiyiz’ kibri yok. Eskiden toplu taşımada gazete okuyanların sayfasına bakar gibi, insanların telefon ekranına gözüm kayıyor. Arapça videolar izleyen yolcular çoğunlukta. Minibüste Kürtçe ve Arapça konuşuluyor. Ancak indi-bindi yaparken “Müsait bir yerde inecek var” gibi Türkçe hitaplar kullanılıyor. Yani ortak dil Türkçe ve en azından minibüste göze çarpan bir gettolaşma yok.
Prof. Dr. Örsan K. Öymen dün basın açıklaması yaptı. CHP’yi seçeneksiz bırakmayacaklarını, yakın zamanda kendi adaylarını açıklayacaklarını belirten Öymen, “Koşullar gerektirirse eğer, ben bu konuda her türlü sorumluluğu üstlenmeye hazırım” dedi.
1993 yılından beri bireysel silahsızlanma konusunda çalışmalar yürüten Umut Vakfı, Türkiye’de yaklaşık 4 milyon ruhsatlı, 36 milyon ruhsatsız silah olduğunu belirterek, toplumda giderek artan bireysel silahlanmaya dikkat çekti. Umut Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ayhan Akcan, konuya ilişkin şöyle konuştu:
YÜZDE 90’I RUHSATSIZ
“Ruhsatsız silah için kesin bir sayı söylemek mümkün değil. Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü ile İstatistik Kurumu’ndan elde ettiğimiz veriler, cinayetlerde kullanılan asayiş denetim raporları, otopsi raporları ve adli raporlardan elde ettiğimiz verilere göre, ruhsatlı-ruhsatsız silah kullanım oranı yüzde 10’a 90 şeklinde dağılıyor. Bazı yıllarda bu oran yüzde 15-85 de olabiliyor. Resmi rakamlara göre, Türkiye’de 3.5-4 milyon civarında ruhsatlı silah bulunuyor. Yani bunun 9 katı ruhsatsız silah olduğunu söylemek mümkün. Bu da yaklaşık 36 milyon gibi bir rakama karşılık geliyor. Yani her iki kişiden birinde silah var denebilir. Geçmişte İçişleri Bakanlığı Komisyonu’na da gelen bir ‘Silah Kanunu Tasarısı’ var. Bunun bir an evvel yasalaşması lazım. Yasadışı silah kaydı için ortak veri tabanı kullanılmalı. Denetimler artırılmalı. Esenyurt, Esenler, Ümraniye gibi iç bölgelerde göç, yabancılar ve rant nedeniyle denetimsizlik ve şiddet olayları hâkim.”
KAMU SPOTU ÖNEMLİ
Psikiyatrist olan Dr. Akcan “En önemlisi de kamu spotu yapılmalı” diyerek şöyle devam etti: “Cinayetlerin yüzde 80’inde silah kullanılıyor. Aile içi şiddette de çok yaygın. Yani silah olmasa birçok şiddet olayı engellenebilirdi. Bu alanda ortak toplumsal bir bilinç oluşturulması lazım. Eskiden gençlerin rol modelleri futbolcu, şarkıcı ve mankenlerdi. Şu an mevcut dizi ve filmlerde, eli silahlı kişiler rol model olarak gösteriliyor.”
RESMİ VERİLERE GÖRE RUHSATLI SİLAH SAYISI 627.765
* İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre ise Türkiye’deki ruhsatlı silah rakamları şöyle:
* Kamu görevlilerine ait ruhsatlı silah sayısı 244 bin 184.
Türkiye halihazırda Rusya menşeili parmak izi tanıma sistemini kullanıyor. 2019 yılında İçişleri Bakanlığı ve HAVELSAN ile imzalanan ‘Ulusal Biyometrik Veri Yönetim Sistemi’ geliştirilmesine yönelik protokol kapsamında, POLSAN ile HAVELSAN ortaklığında BİYOTEKSAN adlı bir şirket kuruldu. Ancak HAVELSAN, yazılım geliştirme çalışmalarına protokol imzalamadan önce başladı. Böylece, yaklaşık 1.5 yıl gibi kısa bir süre içinde başarılı testlerin elde edildiği ilk yazılım geliştirme süreçleri tamamlandı.
7. ÜLKE OLACAĞIZ
Yerli parmak izi tanıma sistemi, ilk olarak nitelikli parmak izi ile 2021 yılında Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nde hayata geçirildi. Ocak 2022’de ise Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nde devreye alınarak tüm Türkiye’de hizmete sunuldu. Kriminal parmak izi tanıma sisteminin Emniyet Genel Müdürlüğü 81 ilde pilot canlı testlerine de başlandı. Yıl sonuna kadar EGM ve Jandarma Genel Komutanlığı’nda devreye alınması hedefleniyor. Kriminal parmak izi tanıma sisteminde, bir olay yerinden alınan ve kime ait olduğu belli olmayan parmak izi taratılarak sisteme aktarılıyor ve sistemdeki verilerle karşılaştırılarak doğru sonuca ulaşılıyor. Test aşamasındaki sistem devreye girdiğinde Türkiye, kendi parmak izi yazılımını kullanan 7’nci ülke olacak. Sistem, deprem bölgesinde vücut bütünlüğü bozulmuş cesetlerin teşhisi için kullanılmış.
HÜRRİYET TEST ETTİ
- IDEF’23’te, Emniyet Genel Müdürlüğü, Bilgi Teknolojileri ve Haberleşme Daire Başkanlığı standında bizzat test ettiğim sistem, yıllar evvel ehliyet almak için verdiğim parmak izi sayesinde saniyeler içinde beni tanımayı başardı.
SIRADA
Hazırgiyim tesislerinin yüzde 10’unun depremin etkilediği illerde olduğunu belirten Kaya, “Hazırgiyim istihdamının yüzde 20’si bu 11 ilde. İstihdam kaybı şu an yüzde 20-30. TGSD olarak, aralarında uluslararası alım ofislerinin de olduğu destekçiler ile birlikte Adıyaman OSB’nin yanında 308 konteynerlik bir yaşam alanı kurduk. Burası en az 3-4 yıl için tasarlandı. İyi yaşam koşullarına ağırlık veriyoruz” ifadelerini kullandı. İstanbul Tekstil İhracatçıları Birliği (ITHIB) Başkanı Ahmet Öksüz ise, “Hatay turizm, Maraş ise sanayi şehriydi. Sanayinin ağırlıklı olduğu kentin ova tarafı depremden çok etkilendi. Ancak dayanışma bizi kurtardı. Sorun deprem değil talep. Yani algı sorunu var. Tekstil sektörü olarak desteğe, morale ihtiyacımız var. Kapasite tam ama talep az” diye konuştu.
‘ÜCRET MODELİNİ KONUŞALIM’
KİPAŞ Holding’in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı da olan Öksüz, “Önceliğimiz insanların buraları terk etmemesi. Bu bölgelerde ücret modelini de konuşmamız lazım. Vergi konusunda bazı düzenlemeler yapılabilir. Bölge sanayicileri olarak buradaki insanlara istihdam sağlamamız lazım” mesajını verdi. Gezi kapsamında Adıyaman’daki üretim tesisini ziyaret ettiğimiz dünyanın önde gelen iplik ve kumaş üreticilerinden SANKO Tekstil, Gaziantep’teki fabrikalarının depremden bir hafta sonra, Adıyaman’dakilerin ise 1.5-2 aylık bir hazırlık ve devreye alma sürecinin ardından tekrar tam kapasiteye üretime başladığını söyledi. Şirket, sadece kendi çalışanları için 130 dönümlük arazi içinde 850 adetlik konteynerkent de kurdu.