Tartışma programı olsun da kim tartışacak?

Güncel tartışmaları metro inşaatı izler gibi izliyorum. Ama inşaat sektörünün gösterdiği yetkinliğin onda birini tartışma sektörü emekçilerinde göremiyorum.

Haberin Devamı

İnsanın veya toplumların ilerleyişi her zaman lineer değil. Yani her zaman daha iyiye, daha ileriye gidilmiyor. Mesela Antik Yunan’a gidip baksan “Ooo buradan sonra bazı konular sürekli iyiye gider” dersin. Ama sonra karşına ortaçağ çıkar. Yani 2 ileri 1 geri olabilir.

Şimdi mesela “Eskiden televizyonlarda ‘Siyaset Meydanı’ gibi her görüşün tartışıldığı programlar vardı. Oradan şu anki ‘körler sağırlar yaygara yaparak birbirini ağırlar’ noktasına nasıl geldik” deniyor ya? Belki bunun cevabı biraz o lineer olmamadır. Ya da herkes bir yere giderken biz tersine doğru gitmişizdir. Neyse.

Tartışma programı olmaması bir sorun tabii ama tartışma kültürü, becerisinin olmaması daha büyük bir sorun. Eksik olmayalım, kavramsal düşünme, anlamlı bir tartışma yürütme konularında sahada yokuz.
Mesela Oğuzhan Uğur’un YouTube’u kıran formatının iki bölümüne bakayım dedim. 15’er dakika bakınca sinir bastı. Konuklar zaten sorulabilecek soruları tahmin edip kâğıda 20 soru yazsa 20’si de tutar. Buna rağmen hazırlıksızlar. Hadi onları geç, asıl karşılarındaki sorucuların amacı tartışmak, soru sormak, cevap almak değil. Laf sokmak. Herkes kendince bir laf iteleyip, kendi kanadının ‘helal olsun, ne güzel laf çaktı’sını alıp kabararak yoluna devam ediyor.
Bunu gündem olan her tartışmada görmek mümkün. Mesela sokak köpeği fişleme aparatı ‘havrita’ üzerinden 150 bininci kez çıkan hayvanat tartışmasına bakalım. Ben mesela merak ediyorum insanlar nasıl argümanlar kuruyor diye. Argüman falan göremiyorum. Ya da çok az görüyorum. Sürekli karşısındakine ‘itperest, köpektapar’ diye kendince laf sokan bir ekip var.

Haberin Devamı
“Eksik olmayalım, kavramsal düşünme, anlamlı bir tartışma yürütme konularında sahada yokuz.”

Birisi ‘parodi’ olduğunu da belirterek teorik bir etik tartışması yapalım demiş ve sokak hayvanı sorununu trafik sorunuyla maliyet, insana yarattığı sorun, çevre gibi konularla karşılaştırmış. Altında bu teorik tartışmaya katılan birini görürüm diye bakıyorsunuz. Ama sadece küfür kâfir ve ‘boş yapmışsın’cıları görüyorsunuz. E, sen dolusunu yap kardeşim, elini tutan mı var?

Mesela şu anda bio’sunda “Bachelor’s degree in Sociology and Journalism” (sosyoloji ve gazetecilik mezunu) yazan bir kardeşimizin tvitine bakıyorum. Şöyle diyor: Modern toplumda bu kedi-köpek düşkünlüğü; rekabet, belirsizlik, şehirleşme altında insanlardan koparak içe kapanan bireylerin, bu hayvanlarla kurduğu özdeşleşmedendir. Onlara abartılı sempati, kişinin kendi acısınadır aslında.” Bunun da ‘nevrotik’ ve ‘patolojik’ olduğunu belirtmiş. Halbuki hayvanlarla ilişkiler ‘modern toplumdan’ yüzlerce yıl öncesine dayanır. Hayvanlarla gündelik hayatta dostluk kurmanın sapkınlık/patoloji olarak tanımlanması ise MS 13. yüz-
yılda Aquinolu Tommasso’nun metinlerini müteakip engizisyonla başlar ve yayılır. Bu bilgiye ulaşmak da ulaşmak isteyenin 6 dakikasını ya alır ya almaz.
Yani sosyoloji ve gazetecilik bitirmiş insan bile alanının gereğini yerine getirip analiz yapmadan önce konuşacağı konunun tarihsel ve toplumsal durumuna bakmaya tenezzül etmiyor. Sonra da bambaşka bir alanın uzmanlığına soyunup patoloji teşhisi koyuyor.

Yani biz bu ‘Siyaset Meydanı’ tipi tartışmayı er geç geri koyarız ekrana da çıkıp anlamlı bir tartışma yürütecek, dersine çalışıp gelecek insan bulmakta zorlanabiliriz tabloya bakılırsa.

Yazarın Tüm Yazıları