Ölenle ölünür mü?

Yitip giden bir değerin ardından geride kalanın trajedisi...

Haberin Devamı

Sinemanın zaman zaman uğradığı bu liman, ‘Yeniden Başla’da (‘Demolition’) bir kez daha karşımıza çıkıyor. Filmin ana karakteri Davis Mitchell, bir trafik kazasında eşini kaybediyor. Kayınpederinin sahibi olduğu şirkette yatırım uzmanı olan genç adam, bu kaybın ardından sıradışı tepkiler veriyor. Yalnız, arkadaşsız, sevgisiz, şefkatten uzak görünen ve bilinen ritüellerin dışında hareket eden Davis, o büyük acıdan çok hastanede parasını kaptırdığı otomatı dert etmiş görünüyor. Akabinde yazdığı upuzun şikâyet mektuplarının ardından şirket temsilcisi kadınla yine sıra- dışı bir ilişkiye yelken açıyor. Kadının ergenlik dönemindeki oğlu da hayatındaki yeni bir renk oluyor.

 

Jean-Marc Vallée’nin (‘The Young Victoria’, ‘Dallas Buyers Club’, ‘Wild’) imzasını taşıyan yapım tuhaf ama sürükleyici ve hem içerik hem de görsel açıdan etkileyici bir ‘modern zamanlar’ eleştirisi. Davis başlarda hafiften Camus’nün ‘Yabancı’sını hatırlatan bir profil çiziyor. Daha sonra derdinin genel bir insanlık durumundan çok sistemle olan ilişkisinden kaynaklandığını anlıyor(uz). Eşinin ölümü, adeta çalışma hayatının kendi içindeki disiplini, bir tür duvarlarla örülü tanımlanmış alanlar içinde hareket (ki sonraları eski evlerin yıkımlarına yardımcı olarak bir tür gerçek duvarları kırıyor!) gibi durumlarla hesaplaşmasını sağlıyor.

 

Haberin Devamı

ÇİZGİDIŞI KARAKTERE ETKİLİ DOKUNUŞ

 

Kanada kökenli Vallée’nin yer yer klipvari görsel numaralarla destekli anlatımı, Bryan Sipe’ın derinlikli çizilmiş karakterlerle örülü senaryosu ve Jake Gyllenhaal’un Davis Mitchell’ın umarsız görünümlü çizgidışı kişiliğine oyunculuk anlamındaki etkili dokunuşları ‘Yeniden Başla’yı özel bir film yapıyor. Keza kadrodaki diğer isimler Naomi Watts, Chris Cooper, Judah Lewis ve Heather Lind de gayet iyiler. Sonuçta ‘Yeniden Başla’ için, bu haftanın kayda değer sinemasal seçeneklerinden biri diyebiliriz.

 

Haberin Devamı

BİR BAŞKADIR İSTANBUL’UN FESTİVALİ...

 

İstanbul’da bir yandan bahar, öte yandan da festival havası esiyor... 7 Nisan’da start alan etkinlik, 35. yılında çok sayıda yapımı yine sinemaseverlerle buluşturuyor. Biz ilk günlerde ‘Belgica’, ‘Hitchcock/Truffaut’, ‘Çete’, ‘Truman’, ‘Gökdelen’ gibi filmleri izledik, genel olarak beğendik, sizlere de tavsiye ederiz. Bu arada Kaan Müjdeci (‘Sivas’) imzalı ‘Kapalı Gişe’ Türkiye’deki sinema dağıtım ağının sorunlarına ilişkin ilginç bir belgesel, bu çalışmayı da öneririz.

 

SAVAŞTA VERİLEN İLK KAYIP, GERÇEKTİR

 

‘Ölüm Emri’, cihatçı örgüt üyelerine düzenlenecek bir operasyon sırasında ölmesi muhtemel bir sivilin (9 yaşındaki bir kız) üzerinden ahlaki, vicdani ve hukuki tartışmalara soyunan, öte yandan aksiyonel yanıyla da etkileyici bir yapım. 

 

Haberin Devamı

Vakti zamanında ‘Antik Yunan oyun yazarı’ Aeschylus demiş ki: “Savaşta verilen ilk kayıp, ‘gerçek’tir...” Aradan geçen onca süreye rağmen bu söz mevcudiyetini söylendiği dönemdeki (‘MÖ 525-456 yılları’) tüm canlılığıyla koruyor. Haftanın, tartışmaya açtığı meselelerle en ilginç yapımı gibi duran ‘Ölüm Emri’ (‘Eye in the Sky’), perdesini Aeschylus’un ‘hatırlatmasıyla’ açtıktan sonra bizi günümüz gerçekleri üzerinden ahlaki ve vicdani bir meselenin ortasına itiveriyor.Konu şöyle: İngiliz Ordusu’ndan Albay Katherine Powell, Amerikalı meslektaşları ve yerel kuvvetlerle birlikte Nairobi’de, uzun süredir peşinde oldukları cihatçı El-Şebab örgütü üyelerini yakalamak için operasyona hazırlanır.

 

Haberin Devamı

Söz konusu kişilerin buluştukları mekâna ilişkin yapılan elektronik gözetlemede, evin içindeki intihar bombacılarının eylem hazırlığında olduklarını fark ederler. Bu durumda evi insansız hava aracı vasıtasıyla yok etme planı devreye sokulur. Lakin evin hemen yanında ekmek satan küçük bir kız vardır ve atılacak füzenin yaratacağı tahribatta ölme olasılığı yüksektir. Güney Afrikalı yönetmen Gavin Hood’un imzasını taşıyan ‘Ölüm Emri’, sanki önümüze bir bilmece atıyor.

 

Bir yandan cihatçı örgüt üyelerinin engellenmesi gerçekleştirilecek, öte yandan küçük kızın operasyon mahallinden uzaklaşması sağlanacaktır. Bu ana problem etrafında “Olası büyük faciaları önlemek adına (bir noktada küçük kıza zarar gelir diye operasyondan vazgeçmek fikri tartışılıyor da) kimi sivillerin hayatı feda edilebilir mi”yi tartışma masasına yatırıyor. Guy Hibbert’ın ustalıklı senaryosu, etkileyici diyaloglarının yanı sıra meseleyi bütün cepheleriyle ele alıyor. 

 

Haberin Devamı

RİCKMAN SON KEZ

 

‘Ateş emri’ni vererek sorumluluk almak istemeyen ve her adımda üstlerine başvurmak isteyen politikacılar, böyle bir ortamda hukukun yeri, askerlerin tutumu, insansız hava aracını (Drone) yönetenlerin duyarlılıkları derken film geniş bir tura çıkıyor.

 

Öykü önce Londra, Los Angeles ve Nairobi, daha sonra da İngiliz ve Amerikalı politikacıların ziyarette bulundukları Singapur ve Pekin gibi merkezlerde gidip geliyor.‘Ölüm Emri’ bir idealizmin peşinde koşuyor. Bir operasyonda tek bir masum canın bile önemine dikkat çekiyor. Lakin gerçekte işler böyle mi yürüyor, elbette ki değil. Filmi seyrederken onca sivilin hayatını kaybettiği hem içeriden hem de dışarıdan kimi örnekler akla geliyor. Öte yandan film, sanki İngiliz yöneticiler bu konularda çok hassas gibilermiş türünden bir yaklaşıma da sahip (Amerikan cephesi, “Kızı düşünmeyin, operasyonu bir an önce gerçekleştirin” gibi bir tavır sergiliyor da) ama insansız hava aracını yönetenlerin Amerikalı oluşu ve gösterdikleri insani hassasiyet de, belki belli ölçüde dengeleri sağlıyor.

 

Elbette ‘Ölüm Emri’, “O operasyonları yapanlar da insan, onların da kalbi var” diyor gibi görünebilir. Lakin filmin derdi ayakları daha yere basan bir meseleyle, sivil ölümleri engelleme çabalarıyla ilgili gibi geldi bana. Öte yandan daha genel bir bakış açısıyla bu gezegende birçok şeyin daha da kötüye gitmesiyle ilgili bu filmde işbirliği yapan Batılı güçlerin payı nedir, cihatçı örgütleri zamanında kim, nasıl, kimlere karşı kullanmak için yarattı, elbette bu soruların cevapları yok. Zaten bir filmin ölçülerinde bunca genel soruya cevap beklemek çok da hakkaniyetli bir istek de değil.     

 

Helen Mirren’ın Albay Powell’da ‘Demir Leydi’msi bir portre çizdiği yapımda Tümgeneral Frank Benson’da da ‘Rahmetli’ Alan Rickman’ı perdede son kez izliyoruz. ‘Drone’ları yöneten Amerikalı askeri personelde Aaron Paul ve Phoebe Fox karşımıza gelirken ekmek satan küçük kız Alia’da Aisha Takow, yerel istihbaratçı Jama Farah’ta da (‘Kaptan Phillips’ten hatırlıyoruz)  Somalili aktör Barkhad Abdi etkileyici performanslar sunuyor.

 

HANEKE’NİN İZİNDE...

 

Yüzünden geçirdiği operasyonun ardından yeniden yanlarına dönen kişinin gerçek anneleri olup olmadığına dair içinde şüphe beliren ikizler... ‘Ölümcül Oyun’un (‘Ich seh ich seh’) en kısa yoldan konusunu böyle tanımlayabiliriz. Michael Haneke’nin ‘Ölümcül Oyunlar’ını (‘Funny Games’) ruh ve biçim olarak fazlasıyla andıran bu Avusturya yapımında hem yönetmenler Veronika Franz ile Severin Fiala (aynı zamanda senaryoya da imza atmışlar), hem yapımcı Ulrich Seidl ‘Büyük Usta’nın izini büyük bir titizlikle sürdürmüşler gibi.‘Ölümcül Oyun’, son derece etkili bir atmosfere ve görüntüler itibariyle de benzer şekilde çarpıcı kadrajlara sahip.

 

Öte yandan belirtmek lazım ki, film kimi yerlerde ‘Çok korkutucu’ gibi tanımlarla ele alınmış, bu türden bir yanı yok. ‘Ölümcül Oyun’u daha çok soğukkanlı ve mesafeli olarak tanımlamak daha doğru gibime geliyor. Lukas ve Elias adlı ikizlere hayat veren Lukas ve Elias Schwarz kardeşlerin yanı sıra anne rolündeki Susanne Wuest gayet başarılı performanslar ortaya koyuyor. Zaten filmin asıl yükü onların omuzlarında. Öte yandan sözde ‘gerçeğe ulaşmak için’ sadizme varan yollara sapan minik karakterlerin, aslında ‘Funny Games’teki gençlerin küçüklükleri olduğu söylenseydi eğer, çok rahat inanabilirdik.Bu arada filmin ağırlık noktasını öyküdeki bir sürpriz ayakta tutuyor, lakin böylesi bir sürprize son dönemlerde izlediğimiz kimi filmlerden aşinayız ve düğümü çözmek, filmin başlarında bile mümkün. Ama bu düğümü çözseniz bile ‘Ölümcül Oyun’ kendisini seyrettiren ve sizi içine çabukça çekebilen bir yapıya sahip.        

 

DİĞER SEÇENEKLER

 

Bir yandan festival haftasında onca yapım, öte yandan ticari sinemalarda vizyona giren 11 film... Yani alternatif çok. Vizyona giren yapımlardan üçünün eleştirilerini sayfalarımızda bulabilirsiniz, listede yer alan diğer sekiz film de şöyle: ‘Zoolander 2’, ‘Küçük Esnaf’, ‘Kızkaçıran’, ‘Türk Lokumu’, ‘91.1’, ‘Baba Mirası’, ‘Cesur Horoz’ ve ‘Azem 3: Cin Tohumu’.

Yazarın Tüm Yazıları