N’olacak bu salonların hali?

“Avatar”da sinema salonu nostaljisi yaşamaya çalışırken üzüldüğüm şu oldu: Salon neredeyse bomboştu. E artık gişe yapan önemli yapımlar da platformlara taşınmaya başladı. Ölecek mi bu 20’nci yüzyıl geleneği?

Haberin Devamı

21’inci yüzyıl bireyselliğinin konforu başka.
Her şey kişiye özel.
Kendi kafana göre ayarlıyorsun nereye, ne zaman gideceğini, neyi, ne zaman seyredeceğini, kiminle izleyeceğini, ne zaman durduracağını...
O yüzden sinema salonları biraz 20’nci yüzyıl katılığında geliyor bana.
İlkokuldaki önlük, lisedeki kravat, askerdeki üniforma gibi...
Herkes aynı saatte, aynı kılıkta, aynı yerde buluşacak! Ne o?
Birlikte film seyredeceğiz...
Bu yüzden soğuktum, pandemide hepten soğudum sinema salonlarından.
Henüz evlerimize taşıyamadığımız üç boyut teknolojisi hariç tabii.
“Avatar”ın ikinci filmi gişelere düşünce bir arkadaşıma “Kalk gidelim, biletler, mısırlar, içecekler, frigolar, hepsi benden...” dedim.
Hiç hazzedeceği türde bir film olmadığı halde, benimle birlikte kuruldu lüks sinemanın koltuklarına.
“Avatar-Suyun Yolu”nda tıpkı ilk filmde olduğu gibi bilim kurgu ve doğa bir arada. Ben mest tabii.
Fakat film 3 saatlik. Reklamlarla, antraktla birlikte 3.5 saati geçiyor.
Bizimki acayip sıkıldı ama baştan söz verdi diye kalkıp gidemiyor da...
“Bu kim, peki bu kim?” diye televizyon izleyen yaşlılar gibi sorular soruyor... Cepten mail’lerini, mesajlarını kontrol ediyor ve o sırada salon aydınlanıyor...
Bir ara telefonda bile konuştu!
Hikâyenin büyük kısmı su altında geçtiği için çıkışta şunu söyleyebildi sadece: “Bir süre mavi görmek istemiyorum!”
Yapacak bir şey yok. 20’nci yüzyılın tektipliğine dalacaksak anca beraber kanca beraber.
Fakat sinema salonu nostaljisi yaşamaya çalışırken üzüldüğüm şu oldu: Salon neredeyse bomboştu.
E artık gişe yapan önemli yapımlar da platformlara kalmaya başladı.
Peki ölecek mi bu 20’nci yüzyıl geleneği?
Zamanın gençleri ilk nerede kolunu kızın omzuna atacak?
İlk nerede tutacak elini?

Haberin Devamı

Komadan çıkan bir insana nasıl izah edilir?

Kenan Işık, spor salonunda düşme sonucu beyin ameliyatı geçirip komaya girdi, martta 9 sene olacak.
Sevilen oyuncu ve sunucudan iyi haber var:
Yakın arkadaşı Ozan Zeybek, ailesinin özenli bakımı sayesinde durumunun hafızalardaki gibi olduğunu açıkladı.
Tıpkı 9 sene önce kayak yaparken kaza geçirip komaya giren F1 pilotu Michael Schumacher gibi.
Schumacher şu anda evinde. Henüz hareket edip konuşamıyor ama artık göz teması kurabiliyor.
Umarız Kenan Işık da bir an önce evine, eski sağlığı ve neşesine tekrar kavuşur.
Çok özlemişiz.
Fakat aradan geçen o 9 sene... Nasıl anlatılır?
Nasıl izah edilir?
Her şey değişmiş; kendiniz ve sevdikleriniz yaşlanmış, bazıları ölüp gitmiş...
“Cennet Gibi”, “Sen Uyurken”, “Uyanış”, “Rastlantının Böylesi” gibi bu konuyu işleyen bir sürü film var.
Galiba içlerinde en etkileyicisi “Elveda Lenin”di. Doğu Almanya’da sosyalizme gönül vermiş bir kadın komadayken Berlin Duvarı yıkılıyor ve sistem değişiyor.
Oğlu komadan çıkan annenin kötü etkilenmemesi için ona hayali bir dünya inşa ediyor.
Yoksa izahı çok zor:
Aradan geçen 9 senede kadın cinayetlerine kadın cinayeti eklediğimizin...
Doğayı beter tahrip ettiğimizin...
Birbirimize daha da yabancılaştığımızın, yalnızlaştığımızın...
Üstüne de yeni savaşlar çıkardığımızın...

Haberin Devamı

Jülide Ateş dizide oynayamaz mı

İstese yapamaz mı? Hem güzel, hem kamera tecrübesi var, hem ses tonu ve diksiyonu çok müsait.
Hem de “oyuncuyum” diye ortada gezen birçoğundan çok daha müsait.
Ama spiker Jülide Ateş böyle bir teklif gelse kesinlikle kabul etmeyeceğini açıkladı:
“Sıcak bakmadığımı piyasa da bilir. 30 yıl boyunca habercilikten başka bir şey yapmadım. Yapmayı da düşünmüyorum. Orayı eğitim alanlara bırakmak lazım...”
O kadar bıkmışız ki kifayetsiz muhterislerden, kendine her şeyi yakıştırıp her şeyi hak görenlerden...
Oh ya! Jülide Ateş gibi yerini bilen, alanını sahiplenen ama başkasınınkine de saygı gösteren kişileri duyunca... Çölde su bulmuş gibi oluyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları