Altın Portakal’da “Mukadderat” filmindeki rolüyle ‘en iyi kadın oyuncu’ seçilen Nur Sürer, ödülünü ‘Çirkin Kral’a atfetti:
“Bu ödülü değersizleştirilmeye çalışılan en kıymetli ustamız Yılmaz Güney için alıyorum...”
Yılmaz Güney hakkında daha önce de benzer çıkışları olan Farah Zeynep Abdullah’tan beklenen tepki gecikmedi tabii: “Ne Yılmaz Güney’i be!”
Haklı mı? Haklı bence Farah. Yılmaz Güney’in iyi bir sinemacı olması başka, kadın hakları idolü haline getirilmesi başka mevzu çünkü.
Kadın haklarından bahsedilen bir teşekkür konuşmasında Yılmaz Güney’in bu şekilde anılması, kontekstten kopmuş, kel başa şimşir tarak olmuş.
İstanbul Fatih’te iki genç kadının vahşice katledilişinin görüntüleri, akıllara yine Uraz Kaygılaroğlu’nun nisanda modellik yaptığı fotoğraf sergisini getirdi. “Life in Plastics” sergisinde verdiği, kadına şiddet içeren pozlar nedeniyle yine linç ediliyor.
Üçüncü kez ve yine halka açık şekilde özür diledi, konuyu mesleği bırakmaya kadar getirdi.
Belli ki çok üzgün. “Bir akıl tutulması yaşadım” diyor.
Üzmüş olabileceği kişilerden özür diliyor. Yine de bu öngörüsüzlüğün bedeli ağır olacak Uraz’a. Benzer her katliamda akıllara o kareler düşecek.
Sergide model olarak yer alan Uraz Kaygılaroğlu özür üstüne özür diliyor da... “Projenin asıl sahibi fotoğrafçı Sayna Soleimanpour konuda niye hiç yok” diye sormuştum dün.
Orası biraz karışık. Çünkü mevzuda gönül işi var. Sanatında şiddet ve cinsellik gibi öğeleri kullanmakta cesur davranan Soleimanpour, o dönem aynı zamanda Uraz’ın sevgilisi.
“Muhteşem Soleimanpour”, memleketin en popüler oyuncularından birinin kol-kanat germesinde ve modelliğinde bu çarpıcı ve çok konuşulacak “ilk” kişisel sergisine hazırlanıyor...
Kadın düşmanı olmalarının sosyo-ekonomik nedenlerini, hangi platformlarda, nerelerde buluştuklarını, kült film ve müziklerini...
Ece Seçkin “incel”lerin “Fight Club”, “Matrix” gibi filmleri benimsediklerinden yola çıkarak bir ayrıntı yakaladı mesela:
“Katil Semih Çelik’in, öldürdüğü kadınlardan İkbal Uzuner’e yolladığı veda videosunda ‘Where is My Mind’ şarkısı var. ‘Fight
Club’ın kapanış sahnesinde çalan şarkıdır.
Yani bu pislik incelliğe bir selam da çakmış!”
Ece Seçkin bile mevcut veriler arasında Sherlock Holmes’luk yapıyor.
“İncel’diği yerden kopsun” modunda.
Fotoğraf sanatçısı sevgilisi Sayna Soleimanpour’un ilk kişisel sergisi “Life in Plastic” için kamera karşısına geçen Uraz Kaygılaroğlu yaptığına bin pişman oldu ama nafile.
Vahşice işlenen her kadın cinayetinde Uraz’ın o pozları akla geliyor.
Nitekim İstanbul Fatih’te iki genç kadının vahşice katledilmesindeki görüntüler doğal olarak geçen nisanda açılan bu sergiyi çağrıştırdı.
Amacının sanata destek vermek olduğunu söyleyen Kaygılaroğlu’na “Kadın cinayetlerinin yaygın olduğu zamanı mı buldun? / Böyle bir dönemde doğru mu sence!” gibi eleştiriler geliyor, belli ki uzun süre de gelecek.
Niyetinin kötü olmadığından herkes emin, fakat bu olacakları öngörmesi, görebilmesi lazımdı Uraz’ın. Belli ki her şey şahane başlamış.
İlk kişisel sergiyi açacak sevgiliyi konuşturacak, çok çarpıcı bir iş ortaya çıkacaktı.
Adı bile vurucu:
Güzel kadın, iyi oyuncu, genç, başarılı, bol ödüllü, tecrübeli...
Bir film festivalinin yüzü olmayı hak eden bir portre. O jüri olmayacak da kim olacak?
O şehrin karakterine göre farklı formlar almakla birlikte dünya da böyle.
Mesela her yılın festival döneminde Cannes sahillerinden dünyanın anlı şanlı yayınlarına yağan üstsüz fotoğraflar...
Meşhur olmak, keşfedilmek için dünyanın her yerinden bu kumsallara koşan genç kadınlar paparazzilere pozlar verdi yıllarca.
Yani magazin dozu değişmekle birlikte örnek çok anlayacağınız.
Serenay Sarıkaya da gayet ölçülü taşıdı kendisine giydirilen bu rolü.
Sinema eleştirmeni Murat Tolga Şen, ünlü oyuncunun festivaldeki rolüne şu şekilde karşı çıktı:
“Film festivali mi bu, yoksa magazin gösterisi mi? 2016’dan beri sinema filmi çekmeyen dizi oyuncusu ana jüride çünkü onun popülerliğini sağacaklar. Yoksa bir tane festival haberi çıkmayacak, farkındalar. Acıklı bir durum...”
Valla durum o kadar acıklı mı bilemedim.
Çünkü bu çıkış, günümüzün gerçeklerini yansıtmaktan çok, romantik bir sinemaseverin iç çekişine benziyor.
Bir film festivali nasıl olmalı?
Eğer sinema uzmanı küçük bir kesimin karanlık salonlarda film izleyip ışık, kadraj, sekans falan tartıştıkları, bunları yazıp çizdikleri bir etkinlik olmalıysa Murat Tolga Şen haklı. Ama bir saniye, adı üstünde festival bu.
Üstelik bütün bir şehrin halkına ait kamu kaynaklarıyla yapılıyor.
Varlıklı bir ailenin kızıydı; Robert Kolej sonrası Kanada’daki Concordia’da İngiliz Dili okuyordu.
Daha ortaokul öğrencisiyken Beyoğlu’nda keşfedilip erken yaşta sinema dünyasına girmiş ve bu yüzden de eğitimini yarım bırakmıştı.
Fakat 70’li yılların ortalarıydı ve Yeşilçam artık eski Yeşilçam değildi. Türkan’ları Türkan Şoray, Filiz’leri Filiz Akın yapan dönem bitmişti.
Tarık Akan, Kadir İnanır, Cüneyt Arkın gibi isimlerle başrol oynuyordu ama dönemin furyasına uygun olarak seks sembolü oldu.
Kariyerindeki karakterler gibi gerçek hayatta da gönül işleri pek rast gitmedi, 10 evlilik yaptı.
Arabeskin dört kurucu babası: İbrahim Tatlıses, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve Müslüm Gürses.
Öyle ‘baba’ kurucular ki bunlar; Ferdi Baba, Orhan Baba, Müslüm Baba gibi lakaplarla anılıyorlar.
İçlerinden Müslüm Gürses hariç hepsi çocuk sahibi. Müslüm Gürses, kendi babası gibi kötü bir baba olacağı korkusuyla hiç çocuk sahibi olmamış.
Diğer üçü baba. Ama babalık müessesinde ciddi sıkıntı yaşıyorlar.
En son Altan Gencebay’ın düğününe Orhan Gencebay’ın gitmediği haberi haberini gördüm.
Altan Gencebay sosyal medyada nikâhıyla ilgili paylaşımların yanı sıra, önüne arkasına giderli şeyler de koyuyor. “Ne yaptığını bilip de neden yaptığını bilmeden insanları iyi ya da kötü diye yargılamayın” yazıyor mesela.