En büyük sorunumuz: Ailesini kaybetmiş çocuklar

Şu anda en büyük sorunumuz evsiz ve ebeveynsiz kalan çocuklar.

Haberin Devamı

Nüfusu azalan, doğum oranı düşen Türkiye’de hem fiziki bakımdan hem manevi bakımdan bu çocukların trajik bir öneme sahip olduğu açık. Devletin yurtları gibi kuruluşların travmaya uğrayan bu çocukları gerçekten sağlıklı yetiştirebilmesi mümkün değil. Bunu herkes söylüyor. Gerçek övünülecek varlığımız ise sırada bekleyen 2 bini aşkın koruyucu ailedir. Taleplerine ancak şükranla bakmalıyız. Şüphesiz evlat edinme sürecinde hem makul süreli denetim hem de geçen zamanlarda kurumsal ani denetim mekanizmaları mühimdir. Bunu süratle değerlendirmek zorundayız. Bu konuda tekelci koruma davranışlarımız maalesef sahadan uzak kalmıyor.

En büyük sorunumuz: Ailesini kaybetmiş çocuklar

Haberin Devamı

Hürriyet muhabiri Musa Kesler, jandarma ekipleri tarafından sokakta tek başına dolanırken bulunan ve ailesini kaybettiği anlaşılan Derman’ın acı hikâyesini yazmıştı.

 

DEPREM SONRASI YAPILACAKLAR

Antakya’da bazı mozaikler şimdi açığa çıkmış olabilir. Koruma altına alınmaları gerekiyor. Buralardaki restorasyon dikkatli bir şekilde yapılmalı. Üstündeki toprak titiz bir elemeyle taranmalı. Halk gelecekteki Antakya’nın dağ yamacına doğru gelişmesini istiyor. O takdirde düzlükteki Antakya’nın yeniden hem de hiç acele etmeden taranması, değerlendirilmesi gerekiyor.

En büyük sorunumuz: Ailesini kaybetmiş çocuklar

Deprem sürecine girdik; artçı depremler, tekrar eden 6.7 şiddetindeki deprem bu afetin fiziki bakımdan da öncekilere hiç benzemeyen, dehşetli ve yıkıcı yanını ortaya koyuyor. Aslında bu günlerde insanların henüz toprak altında oldukları ve bu depremin ulusal nüfusumuz açısından en dehşet yanını teşkil eden sahipsiz çocukların durumunun ele alınması gerektiği anda eski eserlerden bahsetmek biraz fazla soğukkanlılık olarak düşünülebilir. Ama uzun zaman içinde suçlamaların ve feryatların göğe yükseleceği alan budur.

Haberin Devamı

Türkiye, Akdeniz tarihinin en önemli hazinelerini barındırıyor ve özel olarak da Türk ve İslam tarihinin en önemli bölgesidir. Hatta bu konuda bir ölçüde İran’ı da geçer. Türk dünyası için önemi ise tartışılmaz. Roma mirası konusunda İtalya ile boy ölçüşür. Bizans’ın zaten ana merkezidir. Yeraltı ve yerüstü eski eser zenginliği hiçbir yerde bulunmayacak durumdadır.

DOĞU’NUN İNCİSİ ANTAKYA

Maalesef eski eser koruması sadece depreme karşı söz konusu değildir. Türkiye bir dönem hırsız amatör arkeologların zulmüne uğradı. 19. yüzyılda Tanzimat’tan sonra bu eserleri toplayıp bir müzeye yığmak aklımıza geldi. Osman Hamdi Bey’in çıkardığı; Asar-ı Atika Nizamname’si ise kanun halinde çok yakın zamanlara kadar kullanıldı. Şüphesiz ki zamanın eskittiği bütün kurallar bütünü gibi onun da yenilenmesi gerekti. Yenilenmiş mevzuat tatbik edilemiyor. Türkiye’nin en belalı kaçakçılık mevzusu eski eserlerdir. En yoğun kumar alanı da hazine avcılığıdır. Bunun için aileler batmakta, sağ sol köstebekler gibi kazılmakta, aldatılan hazine avcıları bazı ahvalde birbirlerini bile vurmaktadırlar. Bu korkunç depremden sonra bir de bu gibi rezaletle karşılacağız.

Haberin Devamı

Bu problemi bugün Hatay açısından ele alıyoruz. Antiochia şüphesiz ki 8000 yıllık yerleşim tarihine sahip ama asıl parlaması Büyük İskender’in seferi ve onun ölümünden sonra diadohlara (halef); yani General Seleukos’a ve onun torunu olan Antiochos’a ait. Antakya, Doğu’nun incisi olarak inkişaf etti. Zaten Efes’le birlikte Metropolites Asias olarak anılır. Yine aşağıdaki İskenderun ise Büyük İskender’in kurduğu bir liman.

Şüphesiz ki bu yer seçiminde o dönem için asırların getirdiği bir tecrübe söz konusu değildi ve yeni kurulan bütün şehirlerle aynı zaafa sahipti. Kurucular depremin ve doğal afetin muhtemel tahribatı hakkında ciddi bir bilgiye sahip değildi. Nasıl ki Büyük Petro’nun Petersburg denen kaleyi başkent haline getirmesi, Katarina’nın Karadeniz kıyısında Odessa’yı kurması; bölgenin doğal yapısını, jeolojik yapısını, iklim sorunlarını dikkate almamaktan ileri gelen hataları içeriyordu... Bu iki örnek de eski çağlardaki hatalarla benzeşir.

Haberin Devamı

Nitekim Antakya bu faciadan evvel son büyük depremi 1870’lerde yaşadı ama ondan evvelki deprem sicili de bir hayli uzun. Bununla birlikte şehir o kadar zengindi ve seçkin sınıflar o kadar gösteriş meraklısıydı ki Antakya’nın müzesinin, yokluk içindeki eski eserler bütçemize rağmen 1950’lilerde kurulmasına başlandı. Bardo (Tunus) Müzesi’yle birlikte Akdeniz’deki Roma uygarlığının en önemli koleksiyonlarındandır.

TEK TESELLİ MOZAİKLER

Tek teselli Antakya’nın mozaiklerinin bir örneğini içeren ve ayakta kalan Müze Otel’in mozaikli tabanından yukarı Habib-i Neccar Dağı’na kadar mozaikli alandır. Bazı mozaikler şimdi açığa çıkmış olabilir. Bunlar envanterde yok, olanları biliyoruz. Koruma altına alınmaları gerekiyor, hem de en kesif şekilde. Buralardaki restorasyon yeni ve dikkati bir hafriyatla yapılmalı. Üstündeki toprak titiz bir elemeyle taranmalı.

Haberin Devamı

ACELE ETMEDEN İNCELEYELİM

Gelecekteki Antakya’nın dağ yamacına doğru gelişmesi bekleniyor. Halk öyle istiyor. O takdirde düzlükteki Antakya’nın yeniden hem de hiç acele etmeden taranması, değerlendirilmesi gerekiyor. İcabında dış ülkelerden de ciddi uzmanlar istenmeli ve personelimiz görevlendirilmeli. Çok katlı planlardan kaçınmak gerekir. Müze hırsızlarının hiç insafı yoktur. Çok azı hariç önemli miktar, Amerikan müzelerinin bodrumlarını doldurur, daha beteri birtakım yeni zengin villalarını da. Buraya taşınanların ilim aleminin bilgisi dışında kalacağı açıktır. Bu konuda beşeriyetin gelişme eğrisi düşüktür. Rabia olayları sırasında Avustralya’nın haddi bilmez bir biçimde Kahire Müzesi’ni soydurduğu yakın zaman hafızamızdadır. Civardaki şehirleri de ele almamız lazım. Samandağı, Defne, Harbiye, Arsuz bilhassa Reyhanlı; bu çember içindedir ve problemleri aynıdır. Öğrendiğimiz kadarıyla Kahramanmaraş’taki eski eserler; Ulu Camii gibileri ayakta kalabilmiş. Gaziantep’te de kalenin yukarı kısmı hariç aynı şey söz konusu.

Bugün için en önemli ve acil bir biçimde yoğunlaşacağımız konu yalnız kalan çocuklarımızdır. Bunu göz önüne alarak ikinci önemli konu ise eserlerdir. Akdeniz, Ortadoğu tarihinin en zengin bölgesi tabiatın hışmına uğradı ama tabiata karşı bir konuda başarılı savunma vermek bu alanda mümkün olacaktır. Belki artık bu bölgede gökdelenli şehirler kurulamayacak, her istediğimiz yerde her istediğimiz binayı dikemeyeceğiz ama eski eserler için göstereceğimiz gayret tabiat tarafından bile önlenemez. Çünkü tabiat akıllıdır, akıllı insanların akıllıca işleriyle uyum sağlar.

 

Yazarın Tüm Yazıları