Naif bir Türk işi CSI: Av Mevsimi

Cem Yılmaz filmde deli dolu, özel hayatı gelgitli, yarı psikopat Laz polisi çok ama çok iyi canlandırıyor. Sırf onun performansını görmek için bile bu filme gidilir.

Seyircinin “Cem Yılmaz’ı görür görmez gülmeye başlama” refleksi bu filmde çok az yaşanıyor. Bu da iyi bir şey. Onun açısından...
Gerilim dozu filmin başındaki göl sahnesinden ibaret. Afişine ve daha önce izlediğim fragmanına bakarak daha çok gerilim bekliyordum “Av Mevsimi”nden, yanılmışım.
Yavuz Turgul sanki özellikle gerilimi aşağıda tutmuş. Karakterlerin arka planıyla daha çok ilgilenmiş. Bu yüzden ortaya duygusal bir aile polisiyesi, naif bir Türk işi CSI çıkmış.
Senaryoda boşluk yok, her şey tıkır tıkır ilerliyor. Ama keşke sondaki (bayık) sürpriz o kadar erken açığa çıkmasaydı...
Çetin Tekindor’un oynadığı zengin işadamı, kendinden yaşça hayli küçük bir kızla evleniyor filmde. Evet, bu durum çoğu kişiye Halis Toprak’ı anımsatıyor.
Film çok uzun, iki buçuk saate yakın. Biraz daha kısa olabilirmiş. Bazı yerlerde fena halde sıkıldım.
Görüntüler harika, Uğur ıçbak’ın eline sağlık...
Bu filmden sonra bir Laz açılımı gündeme gelir mi?
Ve filmin en unutulmaz, en iyi sahnesi: Emekliye ayrılan polisin bir Karadeniz türküsüyle uğurlandığı sahne. Türküyü Cem Yılmaz başlatıyor, sonra herkes eşlik ediyor. Çok iyi kotarılmış, çok iyi düşünülmüş bir sahne.
Peki bu film iyi mi kötü mü? Polisiye olarak iyi değil. Ama dramatik alt yapısı çok iyi olduğu için baştan sona izliyorsun.

Gala mı inşaat firması tanıtımı mı

“Av Mevsimi”ni Lütfi Kırdar’da yapılan galasında izledim.
Aslında yapılan şeye “gala” demek yanlış olur.
Çünkü salonun girişi bir inşaat firmasının dev posterleriyle bezenmişti. şaşırdık tabii...
Sadece posterler mi? ıçeriye inşaat firmasını tanıtan dev bir barkovizyon da koymuşlardı.
Tamam, söz konusu firma filme sponsor olmuş, çok para dökmüş.
Ama firmanın bunu bağıra çağıra ilan etmek istemesi hiç şık değildi. Çok sakil duruyordu.
Sanki film galasına değil, inşaat firmasının tanıtım gecesine gelmiş gibiydik. Oyuncu ve yönetmenler adına utandım.
Çünkü filmin afişi (o da en küçük boyutta) salonun girişinde bir yerde üvey evlat gibi duruyordu...

Çapa’yla konuştum

Hayır, İzzet Çapa’yla değil. Gece hayatının en yeni, en genç Çapa’sıyla.
Celal Çapa’nın oğlu Emre Çapa’yla.
26 yaşındaki Emre Çapa, Akaretler’deki eski W Kitchen’ın işletmecisi oldu ve buraya Minyon adını verdi. Ve çarşamba akşamı da mekanını açtı.
Gece boyunca üzerine geçirdiği aşçı önlüğüyle oradan oraya koşturarak ilk müşterileriyle (mesela Rüzgar Çetin, mesela Atilla Ciner) yakından ilgilenen Emre Çapa’yla ayaküstü sohbet ettik.
İşte sohbetimizin özeti:
Emre aslında New York’ta aşçılık eğitimi almış. Minyon’un da sadece işletmecisi değil, mutfak şefi aynı zamanda. Sıkı bir ekibi var.
Hepsi de alaylı, altı kadın aşçı eşlik ediyor ona mutfakta.
“Ben daha çok Cihangir’im, Galata’yım, Tünel’im” diyor Emre.
O semtlerin bohem havasını seviyormuş. Oradaki mekanlara akıyormuş.
Mojo, Lokal, White Mill favorisiymiş. Ve daha çok rock ve alternatif grupları takip ediyor, seviyormuş.
Mesela biz Minyon’da otururken Jehan Barbur çaldı, ardından Beatles.
Bu bohem ve mütevazı kimliğiyle Emre beni gerçekten şaşırttı.
Ben onu Sortie, Reina ya da Anjelique’e takılan biri zannediyordum. Meğer hiç oralara gitmiyormuş. Amcası ızzet Çapa’nın mekanlarına da pek uğramıyormuş.
“Peki Minyon’a kimlerin gelmesini istiyorsun? Mojo’ya, Lokal’e takılanlar mı?” diye sordum Emre’ye. Gerçekçi bir yanıt verdi:
“Elbette soyadımdan ve çocukluğumdan beri içinde olduğum çevreden dolayı ilk etapta daha başka bir kitle gelecek.
Onun farkındayım. Ama daha sonra onların da geleceğini düşünüyorum.”
Küçük bir mekan olan Minyon’un sembolü ise sempatik; bir adet fil. Çelişki olsun diye böyle yapmış Emre.
Ben Minyon’u sevdim, önümüzdeki günlerin hip yerlerinden biri olabilir.

Tarkan’ın röportaj dili

Tarkan röportajlarında kendine yeni bir dil geliştirmeli. Hem de acilen.
Yoksa “Sevgi safıyım”, “aşkın gözü kördür sözü bana çok uyar”, “Saf, hesapsız, kitapsız bir aşk isterim” gibi yüzeysel, klişe cümleler hem okuyana tat vermiyor hem de Tarkan’ın algısını aşağılara çekiyor.
Mesela röportaj konusunda kendine ait bir dil geliştiren iki isim vardır Türkçe pop dünyasında: Biri Sezen Aksu, diğeri Ajda Pekkan...
Yazarın Tüm Yazıları