GIR –GIR giren evde dırdır olmaz!

Haberin Devamı

Pasta tarifleri 2 büyük SANA diye başlar; kastedilen margarindir... Kâğıt mendil isterken, “bi SELPAK var mı?” diye sorulur. Kural budur; tüketiciye yeni bir fikir sunan her mal ya da hizmet, kendisinden sonraki ürünlere de ad olur. Vaktiyle öyleydi; hâlâ da öyle... Hattâ, Anadolu ağzında, 50’li yıllara ait daha zengin kalıplar olduğunu duyardık: Eskilerin, “FİLİBİS’n ne marka? GRUNDİK / FRİGİDAİRE’n ne marka? PRESKOLD... Veya KADİLLAĞIN ne marka? OSMOBİL!”.dediklerini anlatırdı rahmetli Orhan Eniştem. Bunların yanında, misafirin “bir maniniz yoksa” telefonuyla yarattığı emrivaki ve telâş halini tamamlayan, bir de yerleşik iş buyurma cümlesi hatırımdadır o günlerden; “çabuk sen de GIR-GIR’la ortalığı...”

Görece sevilerek yapılan işlerden biriydi. Zahmetsizdi aslında; yormazdı... Kenarını sehpalara hızla vurup biblo filân kırmadıkça da risksiz sayılırdı. Evde yalnız geçirilen zamanların kaçamak oyuncağıydı GIR-GIR; at olurdu, araba olurdu yerine göre... Bildiğiniz süpürgenin, sapı da olan kapalı bir kutu içinde, elektriksiz çalışan bir çift mekanik fırçaya terfi etmesi, gerçek bir innovasyondu aslında ama o yıllarda böyle bir sözcük yoktu... Sonuçta burası Türkiye... Neyin, kimin kıymeti bilinmiş ki, GIR-GIR’ın mucidi, öğretmen, sanayici Tacettin Hiçyılmaz’ınki bilinecek... “Kıymet bilmek derken, nedir murâdın?” diye sorarsanız; Amerika’da icat edilse, yükselişi, başlıktaki reklam spotu ve kampanyası, teknolojiye yenik düşmesi, seri üretimin durması, yaşam mücadelesi, en az birkaç filme konu edilirdi. Göztepe’nin de eski başkanlarındandı. Salı günü kaybettik; dün de ebediyete uğurladık kendisini. Bu yazı, bir kuşağın şükranlarını taşır. Nûr içinde yatsın...

Haberin Devamı

Tuhaf bir vefâ anlayışı

Yerel seçim pazarı açıldı... Aday adayları arz-ı endâm etmeye başladılar yavaş yavaş. Gazete manşetlerine şöyle bir göz atınca, dikkati çeken “ortak payda”yı kolayca yakalayabiliyorsunuz. Özellikle yeni adayların hemen tamamında, önemli bir söylem birliği var: “İzmir’e, filânca ilçeye, falanca beldeye borcumu ödemek istiyorum...” Ben kısa pantolonlu çocuktum; o zaman da adaylar “borçlarını ödemek için tâlip olurlardı” yerel yönetimlere. Yarım asrı geçtim, hâlâ aynı nakarat!

Haberin Devamı

İkinci söylem, “görev verilirse, hizmet etmekten kaçmam...” Yani, “aslında pek niyetim yok ama bu iş ‘aday olunacak; ol...’ kıvamına gelirse, boynum kıldan ince” demek istiyorlar, akılları sıra... İşte, bir başka klişe beyanat: “Aday olmam için çok baskı var...” Bu yakınmadan da (?!), “aslında aklımın ucundan bile geçmiyor ama ne yapayım, seçmen beni istiyor...” anlamını çıkartmamız bekleniyor. Yani kimse çıkıp da doğru dürüst bir tavırla, açık açık, dolu dolu “adayım kardeşim, çünkü...” cümlesini tamamlayamıyor.

Böyle birkaç tane daha, bayatlamış, üçüncü sınıf, vıcık vıcık “oryantal kurnazlık” daha var, ama bugünlük yerim kalmadı, sonra devam ederiz. Yaratıcılığa bakar mısınız? Aday olduklarını açıklarken, ıkınıp sıkınıp edebildikleri lâflar, naftalin kokusundan ibaret... Ve biz bu cevherlere yaşadığımız yerleri emanet edeceğiz. Allah sonumuzu hayretsin !

Haberin Devamı

Herbert von Karajan bu işlere ne derdi ?

Berlin Flarmoni Orkestrası’nın efsane şefi, bir provadan sonra, konser salonunun kapısında bekleyen taksilerden birine biner. Şoför büyük bir hayranlık ve saygıyla sorar: “Meastro, sizi nereye götürmemi istersiniz?” Karajan, beklenmedik bir cevap verir: “Hiç fark etmez; nereye istersen! Nasıl olsa, her yerde bana ihtiyaçları var...”
Kendini dünyanın merkezi sanan aday adaylarımızı, (bizi yakmadan önce) gerekirse her sabah aynaya bakıp, tekrar düşünmeye davet ediyorum.

Yazarın Tüm Yazıları