Sektörü tekrar canlandırmak gerek

◊ “Bugüne kadar kazandıkları yeter...”◊ “Gayrimenkul zengini onlar, aldıkları kiralarla geçinirler...”◊ “İyi oldu iyi, bizim çektiklerimizi anlasınlar biraz...”

Haberin Devamı

Sektörü tekrar canlandırmak gerek
Sahnelerden uzak kalanlar için bu acımasız cümleleri kuranlar var. İnanması güç ama var.
Çaresizliklerinden mutlu olan...
Parasızlıklarına sırıtan...
◊ İşsiz kalmalarına “oh olsun” diyenler...
◊ Son olarak şarkıcı Jehan Barbur’un bir mesajı çekti dikkatimi.
◊ “Biz müzisyenler daha kaç gün kaç ay susacağız. Ne kadar zaman daha işsiz kalacağız. Ve her şeye rağmen daha ne kadar süre faturalarımızı, kiramızı, kredilerimizi, kartlarımızı ödemek için debeleneceğiz. Sahneden daha kaç zaman uzak kalacağız” diye ‘haykırdı’ Jehan Barbur.
Haklı.
Halen burnundan kıl aldırmayan, “bana şu ücreti vermezseniz sahneye adım atmam” diyen isimler var.
Onlar rahatlar evet.
Ama herkes aynı kazanmıyor ki bu sektörde.
Her şarkı söyleyenin durumu onu aylarca götürecek kadar iyi değil.
Hadi şarkıcıları geçtim ya arkasındaki ekip ne olacak?
Orkestradaki elemanlar ne yapacak?
Şu dönemde para kazanmak için mekan mekan gezen bu işin emekçileri var. Onlar para kazanamadığı için;
Kiraları ertelenmiyor...
“Kredilerinizi ödemeyin” denmiyor.
Bir de üstüne müthiş bir belirsizlik var.
Tek tük bazı mekanlar müzik yapıyor onlar da en az ücret alanı sahneye çıkarıyorlar.
Ama müşteri de saatler erkene çekildiği için böyle mekanlara pek uğramıyor artık.
Düşünsenize, önünüzü göremiyorsunuz, ne zaman işinizi yapacağınızı, para kazanacağınızı kestiremiyorsunuz.
Hatta durumlar böyle devam ederse biliyorsunuz ki, daha uzun bir süre aynı sıkıntıları çekmeye devam edeceksiniz.
Zor gerçekten çok zor.
Elbet bir çözüm bulunacak bu işe...
Biri çıkacak ve tüm tedbirleri alarak, içinde bulunduğumuz dönemin kurallarına uyarak sektörü tekrar canlandıracak.

Haberin Devamı

Kuzguncuklular
beni anlamadı

Kuzguncuk ile ilgili bir yazı yazdım perşembe günü. Telefonlar geldi, ‘DM’ kutum doldu taştı. Yarısından fazlası hakaretti tabii.Kuzguncuk ile ilgili bir yazı yazdım perşembe günü. Telefonlar geldi, ‘DM’ kutum doldu taştı. Yarısından fazlası hakaretti tabii.Kuzguncuk esnafı beni alkışlıyor...Kuzguncuk sakini taşlıyordu.Dedim, “neyi yanlış” yaptım.Çünkü kendimi böyle bir noktaya konumlandırmak değildi amacım.Kuzguncuk sevdalısı, yıllardır orada yaşayan sanatçı bir dostum var. Pandemi öncesi sahnelerde fırtına gibi esen Selen Servi. Aradım...O da eleştirdi beni, “burada yaşaman lazım bizi anlaman için” dedi.Kuzguncuk’taki kaldırım işgallerine karşı olduğumu zaten yazmıştım.Benim eleştirim ‘Kuzguncuk’a kimse gelmesin burası bize kalsın’ diyen zihniyeteydi. Çünkü benzer problemlerin yaşandığı tek yer değil Kuzguncuk.Yeşilköy’ün durumu aynı hatta belki daha beterdir. Kuzguncuk’a göre daha geniş caddelere sahip olma avantajı olmasa Yeşilköy sahilinde ve caddelerinde yolda yürümek imkansız hale gelecek.Kapı önlerinde gürültü yapanlar...Yediklerini içtiklerini tıpkı Kuzguncuk’taki gibi yerlere atanlar...Ne ararsanız var Yeşilköy’de.O yüzden sevgili Kuzguncuklular...
◊ Metet Döner’e gelmeden yapamam...
◊ İsmet Baba’da Boğazı görmeden duramam...
◊ Bostanınızda bağdaş kurup oturmadan edemem...Kızmayın bana...

Bak şu zihniyete
Bu psikologluk mesleğine artık bir standart getirilmeli. Önüne gelen ben psikoloğum diyor.
Sabah canı sıkılan, ‘hmmm uzmanlık alanıma göre bu iş böyle böyle’ diye açıklama yapıyor.
Sabah programlarını dolaşıp saçma sapan fikirlerini ortalığa saçıyor bazı psikologlar.
Şu mesleğin saygınlığı çok büyük.
Kanal kanal, program program gezenleriniz...
Anlamsız sosyal medya yayınları yapanlarınız ...
Cümle kurma becerisi olmadan kitap yazmaya kalkanlarınız bile bitiremeyecek o saygınlığı.
Hafta içi bir televizyon programına katılan sözde psikolog ‘rol icabı yakınlaşmak fizyolojik olarak aldatmadır’ demiş.
Bak zihniyete bak.
Hangi kitapta yazıyor acaba bu?
Ya da hangi bilimsel araştırma sonrası ispatlanmış?
Bir kişi de demiyor mu o ekranda; ‘ne saçmalıyorsunuz beyefendi’ diye.

Scooter–Bas Git
TBMM Çevre Komisyonu’nda ‘Scooter’ diyaloğu çok ilgimi çekti. Scooter adını Türkçeleştirmek ile ilgili tartışmada; ‘Bunun adına biz ne diyelim? Bas git mi? Bin git mi?’” bilmecesi çözüme kavuşamadı.
Bazı kelimelere siz ne derseniz deyin olmuyor. ‘Selfie’ içi ‘özçekim’ dendi tutmadı.
‘Görçek’ dendi o da tutmadı
Çünkü selfie selfie’dir.
Scooter da öyle.
Ne dersek diyelim tutmayacak. Hele ki ‘bas git’ diye bir isim konulursa vay halimize, çok kavga çıkar. ‘Bin git’ denirse çok kalp kırılır güzel ülkemizde.
Düşünsenize bir sohbet sırasında; ‘çok trafik vardı sen neyle geldin buraya’ diye sorduğunuz soruya karşınızdaki; “Ya bas git” diye cevap veriyor.
İnceden bir üzülmez, kırılmaz hatta sinirlenmez misiniz?

Yazarın Tüm Yazıları