Boşluğu şiddetle dolduranlar

Haberlerde görmüşsünüzdür, küçücük çocuklara yönelen Amerika’daki feci katliamı...

Haberin Devamı

Şuurunu yitirmiş, manen kayıp bireylerin silahlı saldırıları, vicdan sahibi herkesin bir kez daha içini sızlattı. İşin acı tarafı, bu canilerin geçmişinde genellikle bir dışlanma veya küçükken şiddete maruz kalma hikâyesi görülüyor. Yani, şefkat ve ilgi eksikliğinin açtığı yaralar daha büyük yaralara neden olurken, şiddet şiddeti doğuruyor. Tabii mesele sadece bireysel silahlanmadan ve şiddetten ibaret değil. Öte yanda kitlesel savaşlar, olanca yıkıcılığıyla devam ediyor. Üstelik her savaş, sonraki kuşakları da etkileyen nefret ve intikam tohumları demek.

Boşluğu şiddetle dolduranlar

MODASI GEÇTİ Mİ

Tüm bu tablo bize şunu söylüyor: Çağımız şefkate, nezakete, yardımlaşmaya ve merhamete fevkalade muhtaç. Ancak kabul edelim ki tüm bunlar artık “demode” ve etkisiz kavramlar! Oysa vicdan ve sağduyu olmadığında ne hale geldiğimiz ortada: İleri teknoloji ürünü silahlar, insanları daha “gelişmiş” bir yıkıma sürüklüyor sadece. Yani biz çok farkında olmasak da medeniyet sadece maddi imkânlarla değil, “demode” kavramlar sayesinde ayakta duruyor. Dolayısıyla, insan olabilmek ve insan kalabilmek için bireysel ahlaka (etik) ihtiyacımız var. Bu nedenle insani değerlerin ve etiğin, eğitimin parçası olması kaçınılmaz.

YAŞATMAK İÇİN

Haberin Devamı

Ne var ki eğitim derken bunun sadece sözde değil özde olması gerekli. “İyi insan olma” eğitiminin kökleri, hemen her medeniyette kadim dini değerlere uzanır. Örneğin “Bir insanı öldürmek, bütün insanları öldürmek gibidir (Maide, 32)” inancını gönülden özümsemiş birinin katliama kalkışması söz konusu olabilir mi? Bir Müslüman, daima yetimlere, hastalara, fakirlere, yolda kalanlara şefkat gösterip yardımcı olmakla; herkese adaletli ve merhametli davranmakla mükelleftir. Tüm bunlar, coğrafya farkı gözetmeksizin çağımızın en temel ihtiyaçları değil mi?

Boşluğu şiddetle dolduranlar

Haberin Devamı

GÖNÜLDEN SAHİPLENMEK

Eskiler, maneviyatı sözde bırakmayıp hal ve hareketleriyle hayata geçirmiş kişiler için “ayaklı Kuran” tabirini kullanılırdı. Burada asıl ölçü, birinin dini konularda çok bilgili olması değil, bildiklerini özümseyip davranışlarına yansıtmasıydı. Tam manasıyla nazik, yardımsever, güler yüzlü; her zaman doğruyu söyleyen, dedikodudan kaçınan, mutedil ve alçakgönüllü kişiler “ayaklı Kuran” sıfatını hak etmiş olurdu. Bunlar, “güzel ahlakı” bizzat yaşayan örnek insanlar kabul edilirdi.

YANLIŞ OKUYANLAR

Elbette geçmişte de herkes “ayaklı Kuran” değildi. Tarih boyunca kutsal kitapların manasını özümsemek yerine, ifadeleri bağnazca yorumlayıp şiddet aracı gibi kullananlar olmuştur. Böyleleri her coğrafyada olduğu gibi Müslümanlar arasında da görülmüş, hatta İslam’ın ilk devirlerinden itibaren eleştirilmiştir. Örneğin Hz. Ali, onlara “Kuran iki kapak arasındaki bir kitaptır, konuşmaz. Onu dile getirecek olan insanlardır” diyerek seslenmiştir. Ama bu çağrıya kulak asmayan ayrılıkçı Harici-Ezraki mezhebi mensupları, Kuran ayetlerini bağlamından kopararak ifadeleri cımbızlamış; böylece gaddarlıklarını meşru göstermeye çalışmışlardır. Neyse ki “bildiğini okuyan” bu bağnaz yaklaşım, geniş halk kitleleri nezdinde taraftar bulmamış ve Harici-Ezrakiler tarih sahnesinden silinmişlerdir. Ancak şiddetin onlara birlikte tarihe gömüldüğünü söylemek mümkün değil. Bu elbette tüm medeniyetler ve tüm devirler için geçerli. Bunu anlamak için haberlere göz atmak yeterli olsa gerek.

Haberin Devamı

Boşluğu şiddetle dolduranlar

GÖNÜL KİTABI

Uzun sözün kısası, manevi boşluğun sonu da şiddet ve felaket; bağnazlığın sonu da. Bilgi ve teknoloji, ancak vicdanla bir araya geldiğinde kıymetli. “Kendini bilmeden” edinilen bilgi, Yunus Emre’nin ifadesiyle “kuru bir emektir”. Kitaplarda anlatılan değerler “iki kapak arasında” kaldığında faydasızdır.

*

Yunus Emre “Dört kitabın manasını bir elifte” bulmuş. Elbette burada şiirsel bir anlatım var: Arap alfabesinin ilk harfi olan “elif”, hem “Allah”, hem “insan” kelimelerinin ilk harfidir. Yunus, “Hakk’ı bilen” bir insan olmak için kuru kuruya kitap bilgisinin yeterli olmadığını, asıl gayenin “kendini bilmek” olduğunu hatırlatıp şöyle demiş: “Hepisinden iyice, bir gönüle girmektir.” Gelin, biz de gönül kitabımızın sayfalarını ne şiddeti yücelten bağnazlıkla dolduralım ne de manen boş bırakalım.

 

Yazarın Tüm Yazıları