Fuat Bol

Özgüven eksikliği

31 Ağustos 2024
Körü körüne kapıldığımız Batı hayranlığı, istikbalimizi ve insanımızı perişan etti.

Geldiğimiz şu aşağılık noktaya bakar mısınız: ‘Ne yaptıysa Batı yaptı; aydınlanmanın kaynağı Batı’dır. Tüm buluşlar Batı’nın eseridir. Rönesansı da reformu da Batı yaptı; biz bunlardan hiç birisini yapmadığımız, yapamadığımız için geri kaldık. Arap kültürünün ve İslamiyet’in doğmalarına bağlı kalıp ilerleyemedik. Batı, demokratik ve aydınlanmacı anlayışıyla hep ileri gitti. İslam ülkelerinin haline bakın; hepsi dökülüyor; hepsi Batı’ya muhtaç, Batı yardım etmese ekonomileri çöker’.

Bu ruh halinin meydana getirdiği aşağılık kompleksiyle biz hiçbir yere varamayız. Yalan üzerine bina ettiğimiz karanlık bir dünyaya kendimizi hapsetmişiz. Bu kafayla bu karanlık dehlizden çıkmanın imkân ve ihtimali yoktur. 

Batı daha düne kadar at üzerindeki Türkün üzengisini (ayağını değil) öpmekle şerefyap olabiliyordu. Batı, bütün beldeleriyle zifiri karanlıktı, İslam’ın nuruyla, Müslüman bilginlerin aydınlatmasıyla Batı aydınlandı. Batı, Endülüs İslam medeniyeti ile tanışmasaydı, oradaki bilim Avrupa’ya yayılmasaydı Batı’da ne Rönesans olurdu ne de Reform.
Batı, Orta Çağ karanlığını yaşadı ve vahşi hayvan sürüleri gibi birbirlerini boğazladı. Oysa aynı Orta Çağ’da Müslümanlar medeniyetin zirvesinde olup huzur içinde yaşamaktaydı.

Ama bu durum, bizim nesillere böyle anlatılmadı; Müslümanlar da Orta Çağ’da vahşeti yaşadı biliyorlar. Bundan dolayı ısrarla söylüyoruz ki Prof. Dr. Fuat Sezgin Hoca’nın bu husustaki çok kıymetli çalışmaları ders olarak okutulmalıdır.

O şekilde gelecek nesillerimiz gerçekleri görür, duyar ve kapılmış oldukları bu aşağılık kompleksinden kurtulurlar. Neyi görürler, neyi bilirler diye sormayın.

Avrupa’nın sözde en medeni ülkesi bilinen İsviçre değil mi? Kim Milyoner Olmak İster yarışmasında sorulan bir sorunun cevabının İsviçre olması herkesi dehşete düşürmüştü. Soru şu idi: 1980’lere kadar hangi ülkede yetim, gayri meşru doğmuş, ebeveyni alkolik, ayrılmış veya fakir olan çocuklar devlet tarafından açık artırmada satılarak çiftliklerde zorla çalıştırılmıştır?’

Peki, Avrupa’nın birçok ülkesinde (Belçika, Hollanda, Fransa vb.) zencilerin zincirlere vurulmuş olarak kafeslerde hayvanlar şeklinde teşhir edildiklerini biliyor musunuz?

Yazının Devamını Oku

Dünya Siyonizm’in emrinde

28 Ağustos 2024
İsrail’in yaptığı soykırıma, dünya üzerinde 3-5 devlet başkanının dışında hiçbir lider sesini çıkaramıyor. Sesini çıkaranlar da utanmadan İsrail’in işlemekte olduğu vahşetin yanında yer aldıklarını söylüyorlar.

ABD’deki her iki başkan adayı da insanlıktan nasibi olamayan İsrail yönetiminin sergilemekte olduğu vahşete yardım için yarış halindeler.

Küfür tek bir millettir ölçüsüyle, tüm bu rezilliklere bir mana vermek mümkün lakin bizdeki ana muhalefet partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in HAMAS’ı terör örgütü olarak görmesine ne demeli?

Neymiş efendim; HAMAS, bir sabah aniden İsrail’e saldırmış ve oradaki onlarca masum insanı katletmiş. Yaptığı bu eylemden dolayı da HAMAS’a terör örgütü denmeliymiş.

HAMAS, bu eylemi durup dururken mi yaptı? HAMAS’ın bu eylemi, nefsi müdafaadan da öte canhıraş bir baskındır. Zira Filistin toprakları onlarca yıldan beri, İsrail’in işgali ve zulmü altındadır.
Filistinlilerin evleri, bağ ve bahçeleri zorla ellerinden alınıyor ya öldürüyor ya da sürülüyorlar.

İsrail devleti kurulduğu günden beri dağdan gelip bağdakileri kovmakla meşgul.

Erdoğan, BM kürsüsünden İsrail devletinin Filistin topraklarını adım adım nasıl ilhak ettiğini harita üzerinden tüm dünyaya gösterdi. Topraklarının yüzde 80’i işgal edilmiş ve oralarda yaşayan halkı her türlü baskı, zulüm ve işkenceye tabii tutulmuş bir halk ne yapsındı?

Kuşatma altındaki bir kale düşünün (bizim tarihimizde de çok örnekleri vardır ve yapılan hareket kahramanlık olarak bilinir) dışarıdan tüm lojistiği kesilmiş. Günler haftalar geçiyor, içerideki insanlar açlık ve susuzluktan ölümle burun buruna geliyorlar.

Yazının Devamını Oku

Ah şu ilahiyatçılar

26 Ağustos 2024
KAFALARI bulandırmamak için baştan şu tespiti yapalım; insanların en iyileri ve hayırlıları, onları ebedi mutluluğa eriştirecek yol ve yöntemleri gösteren peygamberlerdir (selam ve en iyi dualar onların üzerine olsun) ve onların varisleri olan gerçek din âlimleridir.

Her şey zıddıyla kaim olduğuna göre, insanların en şerli olanları, en kötüleri de dini dünya menfaati için kullanan, insanları saptıran ve onların ebedi felaketlerine sebep olan kötü din adamlarıdır.

Burada iki hususa dikkatinizi çekmek isterim: Birincisi, bahse konu olan bu denli kötü din adamları, cehennem ehlinin köpekleri olacaktır (Hadis-i Şerif).

İkincisi de kıyamet bu denli kötü din adamları yüzünden kopacaktır (Dünya bile bu soysuzların alçaklıklarına daha fazla tahammül edemeyecektir!).
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifade ettiği gibi dini ve din eğitimini ihmal ederek münevver (Doğu ile Batı’yı bilen, din ilimlerinde mütehassıs, pozitif bilimlere aşina, pedagojik eğitimli) din adamı yetiştirmedik; cami kürsüleri cahil cühelanın elinde kaldı. Halkımızı bunların eline teslim ettik. Camiye giden cahil oldu, gitmeyen köksüz kaldı.

Vaktiyle Süleymaniye Camii’nin mihrabı imamsız kalmasın diye bekçiyi oraya imam olarak tayin ettiler. Din ve iman konusunda samyeli estirilen ülkemizde yetkin din adamı kalmamıştı.

Gerçek manada dinini bilen olmadı, olamadı. (Lisedeki fizik hocam (Fazıl Tezey) “Cuma namazı için camiye gittim. İmam hutbede ‘Birileri Ay’a gittiğini iddia ediyor. Ay, Allah’ın nurudur, oraya ayak basılır mı? İnsan yanar kavrulur. Yalan söylüyorlar’ deyince hemen pabuçlarımı aldım ve camiden çıktım. Gidiş o gidiş, bir daha bu imamların arkasında namaz kılmadım” demişti.)

Hâlbuki o imam, astronomi okumuş olsaydı böyle mi diyecekti? O kapkara cehalet içindeki sözde imam, dinini ve Rabb’ini ne kadar anlayıp bilecekti? Zira yaradanı en iyi anlayabilenler âlimlerdir. Dinde en üstün rütbe ilim rütbesidir. (Hadis-i Şerif)

Sonuç itibarıyla dinden bihaber nesiller eliyle onlarca yıl geçirdik. Dinini bilmeyen şeytanın maskarası olur; nitekim oldu da.

Yazının Devamını Oku

Osmanlı düşmanlığı

24 Ağustos 2024
DÜNYANIN hiçbir ülkesinde bizdeki gibi ecdat (atalar) düşmanlığı yapılmaz.

Ve dünyanın hiçbir yerinde ecdadına kötü söyleyene ve hatta sövene iyi gözle bakılmaz. Bu karanlık tipler, asıllarını inkâr ettiklerinden dolayı, haramzade olarak bilinirler ve her daim ve her yerde aşağılanırlar.

Biz burada Osmanlı güzellemesi yapıyor değiliz; Osmanlının yaptıkları da yapamadıkları da tarihen sabittir, bizim yapmaya çalıştığımız bir hakkı teslimden ibarettir.

Yoksa, hiç kimsenin padişahlığı falan savunduğu yok; o konu, tarihsel olarak gelmiş geçmiş ve bitmiş bir konudur. Biz bugün, Cumhuriyet rejiminde de büyük çoğunlukla seçilen başbakan veya cumhurbaşkanının çocuklarının ya da diğer aile mensuplarının devletin üst kademelerindeki görevlendirilmelerine bile sıcak bakmıyoruz.

Değil ki, kendilerinden sonra yerlerine kaim olabilsinler. Liderlere en bağlı kişiler bile onların çocuklarını babalarının makamlarına layık görmezler.

İslam tarihinde ilk dört halifenin seçimi şura (danışma meclisi üyelerinin seçimi) yöntemiyle gerçekleşti. Hz. Ömer’in (Allah ondan razı olsun) hilafetinin sonlarında, bir kısım ashabı kiram, kendinden sonra oğlu Abdullah’ı halife bırakmasını telkin ettiler.

Hz. Ömer bu talebi geri çevirmekle birlikte, şu tarihi cevabı verir: ‘Bir evden bir cenaze yetişir!’. ‘Nerde o Hz. Ömer gibi insanlar’ diyeceksiniz ama ondan önce, ‘nerde o Hz. Ömerleri yetiştiren toplum’ denmesi gerekir.

Nitekim insanlar, layık oldukları idare şekli ve idarecilerle yönetilirler. Şu hâlde, yöneticilerimizin nasıllığına bakmadan önce, biz kendi yaptıklarımızın niçinine ve nasıllığına bakmalıyız.

Olayları, meydana geldikleri zamandaki şartları dikkate alarak değerlendirmek lazımdır.

Yazının Devamını Oku

AK Parti’nin siyasi devrimi

21 Ağustos 2024
Birçok insan farkında değil ama AK Parti, hiçbir siyasi liderin ve kadrosunun başaramadığını başardı; iç ve dış vesayeti yenerek, demokrasimizin üzerindeki ipoteği kaldırdı ve sonuç itibarıyla milli iradeyi gerçek anlamda hâkim kıldı.

AK Parti iktidarına kadarki dönemde Türkiye’de sözde milli irade vardı; Meclis’in duvarındaki ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ ibaresinin içi boştu. Zira milli irade, sürekli olarak askeri darbelerle istiskal edilmiş; milletin hür iradesiyle seçtiği vekiller ve onların meydana getirdiği hükümetler düşürülmüş, Meclis kapatılmış, bunlarla da yetinilmeyip bakan ve başbakan düzeyindeki seçilmiş insanlar darağaçlarında idam edilmiştir.

Vesayetle malul (hastalıklı) milli iradenin en üst düzeydeki temsilcisi olan başbakanın (Demirel) şu cümlesi her şeyi anlatsa gerektir: ‘Makamımda otururken Adnan Bey’in (Menderes) idam sehpasındaki hali sürekli gözlerimin önündeydi!’.

Bu denli travmatik haline rağmen Demirel, her şeyi göze alarak kalkınma hamlelerine girişmiş ve bunun bedelini askeri muhtıralara ve darbelere muhatap kılınıp, iktidardan uzaklaştırılarak, sürgüne gönderilmekle ve hatta siyasetten menedilmekle ödemiştir. Belli ki birileri bu memleketin kalkınmasını istemiyor. Dışarıdaki bu vesayet odakları, içeride de kendi sözlerinden dışarı çıkmayacak ‘uşak’ tabiatlı idareciler arzu ediyorlar.

Bu odaklar, özellikle de savunma sanayisinde taş üstüne taş konmasını istemezler. Zira Türkiye güçlenirse karşılarında ‘Osmanlı’yı bulacaklarından ödleri kopar. Dolayısıyla savunma sanayisi hamlelerini engellemek için meşru-gayr-i meşru yapmayacakları çirkinlik ve adilik yoktur. İç ve dış vesayet odakları Erdoğan’ı ve zihniyetini tanıyorlardı. Daha açık ifadesiyle; Erdoğan ve onun zihniyeti iktidara gelirse başlarına bela alacaklarını çok iyi biliyorlardı. Zira daha dün Erbakan’ı iktidardan uzaklaştırabilmek ve başlatılan kalkınma hamlelerinin önünü tıkayabilmek için akla karayı seçmişlerdi.

Erdoğan’ı bildikleri içindir ki; onu, okul kitaplarında yer alan ve rejimin ideologlarından olan Ziya Gökalp’in bir şiirini okuduğu için İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’ndan aldılar, siyasi yasaklı kılıp hapse koydular.

İşte Erdoğan o gün bugündür; açık ve gizli vesayetin hüküm sürdüğü gazete manşetleriyle, bürokratik oligarşiyle, her çeşit terör örgütleriyle ve siyaset bezirganlarıyla vuruşa vuruşa bu günlere geldi.

Vaktiyle merhum Turgut Özal da yasakların karşısında dimdik durmuş ve özellikle ülkemizi açık hapishaneye (siz, tımarhaneye diyebilirsiniz) çeviren TCK’daki 141, 142 ve 163. maddelere karşı verdiği mücadele unutulmazdır.

Mahut odakların tehditlerine pabuç bırakmayan

Yazının Devamını Oku

Tuhaflıklar ülkesi

19 Ağustos 2024
Tanzimat’tan günümüze bu memleket tuhaflıklar ülkesi olmuştur. Zira o günden beri bu ülke insanı, kendi olmaktan çıkıp, başka bir şey olmanın derdine düşmüş, düşürülmüştür.

Halbuki bu ülke insanı, kendi olup, kendinde olduğu asırlar boyunca, örnek insan olmuş ve bu insanla şu veya bu şekilde tanışan, münasebet kuran diğer insanlar tarafından parmakla gösterilmiş ve kendisine gıpta ile bakılmıştır.

O gün bugündür kendilerine benzemek için, her şeyimizi feda ettiğimiz Batılılar bile (Bizans’ın son megadükü-Lukas Notaras), o vakitler; ‘Başımızda Latin serpuşu (şapka) görmektense Osmanlı sarığı görmeyi yeğlerim’ demiştir.

Latin serpuşundan maksat, Avrupalı sırtlan sürülerinin (Haçlı) Konstantinopolis’te (İstanbul) kendi dindaşlarına (sırf mezhepleri farklı diye) reva görüp sergiledikleri alçakça zulümlerdir.

Kendi dindaşına adeta bu denli soykırımı uygulayan Batılıların, başka din mensuplarına ne yapabileceklerini varın siz hesap edin. Öyle ince ince düşünüp hesap yapmaya gerek yok. Nitekim tarih boyunca sergiledikleri iğrençlikler ortadadır.

Almanların, 2. Büyük Savaş’ta Yahudilere, bugün de Yahudilerin Filistinli Müslümanlara yaptıkları soykırıma varan vahşetleri ortada.

Bakınız; Müslümanlarla gayr-i müslimler arasında çok savaşlar oldu. Müslümanların galibiyeti ile biten savaşların hiçbirinde adaletin (savaş hukuku) dışına çıkılmamış ve asla hiç kimseye zulüm yapılmamıştır. Savaş sonrasında da kimsenin dinine, canına, namusuna, malına dokunulmamıştır. Mesela bugünkü Yunanistan 500 sene Türklerin hükümranlığında kaldı; bu zaman zarfında, Rumlar, tüm haklarını muhafaza etmişlerdir ve hiçbir Rum’un burnu, haksız yere kanamamıştır.

Hıristiyanların galip geldiği savaşlarda ise, asla savaş hukukuna uyulmamış ve akla hayale gelmeyen işkenceler ve iğrençlikler sergilenmiştir. Mesela bu sırtlan sürüleri Endülüs’e girdiklerinde hem Müslümanların ve hem de Yahudilerin köklerini kazımışlardır. Bir tekinin bile yaşamasına müsaade etmemişlerdir.

Yine Batılıların işgal ettikleri Amerika kıtasına bakın, on binlerce Kızılderili’yi öldürerek, kelimenin tam anlamıyla soykırım yapmışlardır. Bugün Amerika’nın asli sahiplerini mumla ararsanız da bulamazsınız.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ın mücadelesi -6-

17 Ağustos 2024
Erdoğan ve başında bulunduğu AK Parti, ülkemizin yönetimini devraldığında (2002) Türkiye ekonomisi dibe çökmüş ve ülkemiz iflas bayrağını çekmişti.

Erdoğan’ın şansı mı, şanssızlığı mı bilinmez; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine geldiğinde de İstanbul tek kelime ile viraneyi andırıyordu.

Çamur deryası yolları çöp dağları kaplamıştı, sular akmıyor, hava kirliliğinden şehrin havası solunamıyordu. CHP yönetimindeki İstanbul’da bir damla yağmur bile yağmamıştı.

Erdoğan’ın kaderi, vaktiyle İstanbul’u da bilahare Türkiye’yi de perişan bir halde teslim alması oldu.

İstanbul’daki hummalı çalışması ve yerlerde sürünen kenti ayağa kaldırması, bir bakıma şahsının ve partisinin de şansı oldu. Zira İstanbul’daki çalışmayı takdir eden millet onu ve partisini tek başına iktidara taşıdı.

Erdoğan ve arkadaşları aynı hummalı performansı merkezi idarede de gösterdi ve kısa zamanda Türkiye’yi de ayağa kaldırdı.

Erdoğan’dan önceki Türkiye’de devletle halk kavgalıydı. Devlet, halk için değil, halka rağmen iş görüyor ve milleti canından bezdiriyordu.

Başörtülü kızlarımız üniversitelere alınmıyor, okuluna girmek isteyenlere akla hayale gelmedik baskı ve işkenceler yapılıyordu.

Hayatta en hakiki mürşit ilimdir perdesi arkasında saklanan sahte Kemalistler, bu vatanın evlatlarını okutmamak ve bilimin ışığından yoksun kılmak için ellerinden gelen her türlü fenalığı sergiliyorlardı.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan’ın mücadelesi -5-

14 Ağustos 2024
Erdoğan’dan önce Türkiye hep çift gündemliydi, birisi gerçek gündem, bir diğeri de göstermelik, diğer bir ifade ile milleti ‘cambaza baktıran’ gündemdi.

Vesayet elindeki ‘derin devlet’ kendi sultasını (otorite) sürdürebilmek için, halkı sürekli olarak suni gündemlerle meşgul ettiler ve adeta halka ‘deli’ muamelesi yapılıp pösteki saydırıldı.

Vesayet odaklı derin devletin yegâne icraatı, halkla, resmen ve alenen psikolojik savaş yapmaktı.

Gerçek demokrasilerde güç, milletin elindedir; millet bu gücünü seçtiği vekilleriyle parlamentoda kullanır. Ve bu gücün üstünde başkaca bir beşerî güç yoktur ve olmaması gerekir.

Bizdeki okul kitaplarında da bu şekilde yazıyor ve her kademedeki öğrenciler demokrasiyi bu şekilde öğreniyorlardı. İşin tuhafı, bu ülkenin çocuklarına, kendi ülkelerindeki yönetim tarzının da kitaplarda yazılıp öğrendikleri şekilde bir demokrasi olduğu belletiliyordu.

Halbuki güç asker ve sivil bürokrasinin ve onları destekleyen bir kısım medyanın elindeydi. Düşünebiliyor musunuz; o vakitler bir gazete veya televizyon patronu, hükümetten ve hatta parlamentodan daha güçlüydü.

Nitekim o günkü medya patronları hükümet devirip hükümet kuruyorlardı.

Vesayet odaklarının oluşturdukları yapay gündemler yüzünden devlet halkıyla sürekli kavgalıydı.

Ekonomik yönden zaten burnundan soluyan halkın sırtından tabir caizse sopa hiç eksik edilmedi. Edilmedi ki, millet kendine gelip yeni özlem ve beklentilere, arayışlara girmesin!

Yazının Devamını Oku