San Marko Meydanı’na bakarken

KÜÇÜK bir Venedik Bienali gezisinden sonra, San Marko Meydanı’ndaki bir kafede güvercinlere bakıyorum. Türkiye’deki siyasal ortamdan kurtulamadığımdan olsa gerek Bülent Ecevit’i çağrıştırıyor bana güvercinler. Gerçi Bülent Bey’i önce şair olarak ananlardanım...

Haberin Devamı


Bize sandviçimizi getiren garson, “Martılara dikkat edin yemeğinizi kapmasınlar” diyor. Bunu söyledikten birkaç saniye sonra tepsisindeki sandviçi bir martı kapıveriyor.

Kuşların bile hırsızı var ve o anda beni ne kadar rahatsız ediyor bu durum. Biraz sonra da bir martı bir güvercini parçalıyor! Martılar bütün varlıklarıyla hafızama yükleniyorlar. Martı üzerine yazılmış ne varsa, bir anda belleğimden silmek istiyorum ama gene de sözleri

Nâzım Hikmet’in, bestesi Mesut Cemil’e ait Martılar çırparlar kanat şarkısını mırıldanıyorum.

Diğer taraftan burada bienal için bulunduğumu unutmamalıyım. Uçakta yanımda oturan bir sanayici bana bienali söylüyordu. Venedik’e tatile gelmişler ama programlarında bienal varmış. Ne güzel.

Sanatçılar, uzmanlar, meraklılar dışında sanata ilgi gösterenler beni umutlandırıyor. Siyasetçilerin vaatlerinin bir bölümünü televizyonlardan dinliyorum, gazetelerden okuyorum. Aynı sözler! Sıkılıyorum...

Haberin Devamı

Ne demişti şair, yarin vaatlerinin zamanın geçmesine inanma sen, gama inan ki en eski yarin odur.

Tedbir, hayale kapılmamak gerekiyor.

8 Haziran bir ölçüde hepimiz için bir tür “The Day After” olacak.

Turistik kentlerin kalabalığı benim başımı döndürüyor, o anda evimi özlüyorum. Artık uçaklar Nuh’un gemisi. Eski deyimle yetmiş iki millet hep bir arada.

***

MEYDANDA çan sesleri yankılanırken, ezansız semtlerin tedirginliğini duyan şaire hak veriyorum. Kulakların uhrevi seslere de ihtiyacı var.

Her gezide sürgünleri düşünürüm, ülkelerini terk etmek zorunda bırakılanların trajedisini.

İnsan birden semtini özler, masasındaki bir kurşunkalemini, bir eski taş plağı. Hatta konuşulan dili...

Birden bir başka ülkeye gönderiliyorsunuz ya da kaçıyorsunuz. Sonrası sessizlik!

Önce siyasal rejimin zulmünden kaçanları anımsıyorum. Sonra Gökçeada’yı bir günde bırakıp gönderilenleri, Selanik yangınından canını zor kurtaran Türkleri, göçenleri, mübadilleri.

Bir akşamüstü çayında bunları düşünüyorum.

Haberin Devamı

Hiçbir siyası ideolojiye göre ayrım yapmıyorum.

Yüz ellikleri de, Barış Davası’ndan terk edenleri de, Türkiye sınırı içinde başka şehirlere sürülenleri de.

Anılarım arasında dolanıp duruyorum. Bir arkadaşımın lavanta isteğini, birinin acıbadem kurabiyesi özlemini, hatırlıyorum

Nâzım Hikmet’in vapura dokunmasını.

Fahri Erdinç’in öykülerini, Demir Özlü’nün İsveç’i anlatışını. Rıza Tevfik’in şiirlerini, Niyazi Berkes’ten Muzaffer Şerif’e, Pertev Naili Boratav’a uzayan acılar listesini hiç kimse unutmasın.

***

HEMINGWAY’in kitabı, Çanlar Kimi İçin Çalıyor’dan ilham alarak aklıma geliyor... Çanlar kimin için çalıyor?

Hangi inançtan, hangi dinden, hangi ırktan, hangi düşünceden olursa olsun, çanlar ülkelerini terk etmek zorunda bırakılanlar, mübadiller, sürgünler için çalıyor. Benim zihnimde böyle yankılandı...

Yazarın Tüm Yazıları