‘Selam söyleyin Tülay’a koğuşta yalnız değilim’

İZMİR’den Banu Şen aldı bu sözü...

Haberin Devamı

Güneşten ve gökyüzünden uzakta sızlayan o buruk sözü.

Ege ilavemizin manşetinden gelip;

İçimize cam kırıkları gibi dolan şu yetim söz:

Selam söyleyin Tülay’a, o gitti. Ama yalnız değilim koğuşta. Başka arkadaşlar geldi.”

Banu Şen anlatırken, takılıp kaldım bu söze...

Neonsuz, renksiz, paslı bir tabela gibi asıldı vicdanıma.

Kim söylüyor?

-Pervin Şenel Genç...

Belediye içinde suç örgütü kurmakla suçlanıyor.

Ve 18 sanıktan 17’si tahliye oldu. Ama bir tek o kaldı.

Ve şimdi içeriden selam gönderiyor.

Aylardır Tülay’la birlikte yatıyordu o koğuşta.

Kaçma şüphesiyle içeride tutularak yargılanan binlerce insan gibi o da acıttı içimizi.

Tutukluluk süresini bir ceza haline getiren bu sistemde;

İşte bu selam üzerine açıktan ve dışarıdan soruyorum:

-Kendisinden başka kaçacak yeri kalmamış olanlar nereye gidebilirler?

-Bu kaçma şüphesi nedir ki, mahkum olmamış vicdanı, tek hücreli birer tutuklu haline getiriyor.

-Kaçma şüphesi nedeniyle, içeride akıllarını kaçıracak olanlar nereye gidebilirler?

BİRAZ UMUT

Şu son yargı paketi ve ardından gelecek olanla belki biraz umutlanıyoruz.

Biraz olsun diniyor içimizdeki “kaçak hat”.

Ve ruhumuza yapışan o “cendere kılıklı kemirgen kuşku”.

İşte yine söylüyorum:

-Uzun süren davalar ve tutukluluk süreleri toplumdaki adalet duygusunu kemiriyor.

-Adalet Bakanı defalarca söyledi. Tutuklu ve hükümlü oranları AB standartlarına göre çok orantısız.

-Berlin’de AB toplantısında yabancılardan gelen bir numaralı soru da buydu.

-Sendikacıları neden tutukluyorsunuz?

-Hükümlü ve tutuklu oranları...

AB Bakanı Egemen Bağış salonda açıkça söylüyor:

-Yargı reformu şart!

Dedim ya;

Biraz olsun umutlanıyoruz.

İçimdeki paslı tabelada, belli belirsiz bir renk parlamaya başlıyor.

“İyi olacak Pervin!” diyorum...

 Kafesteki bütün kanatsız kuşlar için;

Gökyüzüne bakıyorum.

Ve bulutlardaki nem, gözyaşına ayarlanmadan;

Selam söylüyorum...

Haberin Devamı

İKİNCİ YAZI:

Bu kirli perde ne zaman kapanır?

POLİS cenazeyi kordon altına alıyor.

Eller havada. Pankartlar açılıyor.

Polis gaz maskesi takıyor.

Apo posterleri. Biji çığlıkları...

Belediye aracı cenazeyi alıyor. Sarı kırmızı yeşil...

Ve taş yağmuru, cop ve gaz bombasına karışıyor.

Ve Doğan Haber Ajansı’ndan haber geliyor:

-Mersin’de terörist cenazesinde olaylar çıktı.

-BDP milletvekili Ertuğrul Kürkçü polisle tartıştı.

-BDP’li Akdeniz Belediyesi’ne ait araçlar....

-Polis müdahale ediyor.

Veeeeee...

Flaş haber geliyor:

-Mersin’deki terörist cenazesinde olaylar çıktı. Polis 100 kişiyi gözaltına aldı.

Ve o kirli perde her defasında olduğu gibi yine böyle açılıyor.

Önce polisle çatışıyor. Sonra bir ölüm geliyor.

Ve o ölüm üzerinde aynı kirli perde açılıyor.

Yani;

Araştırın bakın. Her cenazede gözaltına alınların çoğu gençtir, çocuk yaştadır.

Böylece;

Zaten nefrete açık olan o genç, gözaltılarla potansiyel öfke yığınlarına katılıyor.

Her cenaze töreninde, her gösteride bu kirli senaryo işliyor.

Nefrete nefret, öfkeye öfke ekleniyor.

Gözaltına alınan gençler, bir süre sonra birer öfke mangası olarak serbest bırakılıyor.

İş yok, hedef yok, okul yok...

Ne var?

Öfke var...

10 yıl önce Şırnak Meydanı’nda oturan gençlere sormuştum.

Parktaki dev Atatürk heykelinin gölgesinde bekliyorlardı..

Dedim ki:

-Ne bekliyorsunuz arkadaşlar?

Ön tarafta çömelmiş olandan cevap:

-İş...

-Ne işi var?

-Vallahi polis tayini vardır!

-Size ne polis tayininden. Ne işi olur ki?

-E yeni tayinler gelecek. Buradakiler gidecek. Eşyaları taşınacak. Biz de hamallık yapacağız...

İşte budur o kirli senaryonun kimsesiz aktörleri.

Ya polisin eşyalarını taşıyıp ekmek parası kazanacaklar.

Ya da onlara ateş etmek için dağa çıkacaklar...

Budur işte içine düştüğümüz acıklı paradoks.

Budur yıllarca devlet diye bir Ziraat Bankası bir de jandarma sopası gören halkın çıkmazı...

Budur her cenazede yeni öfke mangaları yetiştiren “habis düzen!”

Budur, her meseleye nişangâhtan, her aykırı sese namludan bakan “tetik kafalı” zihniyet...

Budur.. Budur... Budur...

Ve işte bu yüzden diyorum ki;

-İnsani sorunları, insansız uçaklarla çözemezsiniz.

Haberin Devamı

ÜÇÜNCÜ YAZI:

Okur musun, okumaz mı?

BAŞTAN söylüyorum!

Bu sözüm sana değil;

Ey vefakâr okur.

Ey kadim araştırıcı...

Ey fikir yolcusu...

Bu sözüm ötekine...

İşte memleketteki okur coğrafyasının genel manzarası...

35 milyon yetişkin nüfus.

30 milyon internet kullanıcısı...

5 milyon üniversite öğrencisi.

Ve Türkiye’de yayınlanan günlük gazetelerin toplam tirajı;

4.5 milyon...

Bunun da yaklaşık 500 bini avanta için alıyor gazeteleri...

Yani promosyon...

Kitap satışları ortada.

Dergiler bir çıkıp bir kapanıyor.

Peki nasıl açıklayacağız şimdi bu durumu!

Çok açık...

Okumuyorsun!

Okuduğunda da hangi kamptan bakıyorsan ötekine hakaret ediyorsun...

Mesela televizyonda açık oturum değil, fikir değil;

Horoz dövüşü istiyorsun.

Korna çalar gibi konuşalım istiyorsun...

Gözüne bir ayna bağlasam;

Üç dakika sonra sıkılıp kendine bağırırsın.

Dedim ya:

Bu sözüm sana değil;

Ey kadim okur!

Bu sözüm sana değil;

Ey gözüne ayna değil;

Kendi vicdanını bağlayan;

Başucumdaki sessiz okur...

Bu sözüm sana değil, ötekine...

Yazarın Tüm Yazıları