Sait Faik de masamızdaydı

SELANİK’te akşam vakti, lokantadayız.

Yemekler söyleniyor, kitap fuarından söz ediliyor.

Ne yiyelim sorusuna oradaki rehberlerimiz şu tavsiyede bulunuyor:
“Burada sinarit yenir!”
Selanik Başkonsolosumuz Hüseyin Özdemir, açıklamada bulunuyor: Sinaritin çok irisi lezzetli olmaz, orta boyunu tercih edin.
Beşir Ayvazoğlu ile ben hemen, sinarit balığının bizdeki çağrışımını dile getiriyoruz:
“İstanbul’a döndüğümüzde Sait Faik Abasıyanık’ın Sinarit Baba’sını okuyalım!”
Döner dönmez ben okudum.
İşte o andan itibaren Sait Faik Abasıyanık da geldi yanımıza oturdu, iştahla mı yedik sinariti, yoksa ah yakalanmasaydı diyerek iç mi geçirdik? Bence iki duyguyu, insana özgü ikiyüzlülüğü bir arada yaşadık.
Neden mi? Öyküden birkaç satırı okumadan, bu durumumuzu, yaşadığımız ikilemi anlayamazsınız.
“Otuz sekiz kulaç suyun altındaki derin sessizliğe, dibindeki dallı budaklı kayaların arasına yedi rengin en koyusu girer mi şimdi? Sinarit Baba döner mi avdan? Pırıl pırıl, eleğimsağma rengi pullarıyla ağır ağır, muhteşem, bir ilkçağ kralı gibi zengin, cömert, asil ve zalim mantosu ile dolaşır mı kim bilir? Altını, zümrütü, incisi, mercanı sedefi lacivertliğin içinde yanıp yanıp sönen sarayını özlemiş acele mi ediyordur?
Sinarit Baba ömründe konuşmamış, ömrü boyunca evlenmemiş, ömrü boyunca yalnız yaşamıştır. Onun kovucuğundaki zümrüt pencereden ne facialar seyretmiştir Sinarit Baba, ne oltalar koparmıştır.
Bu akşam kimin oltasını seçmeli de artık bitirmeli bu yorucu ömrü. Daha her yeri pırıl pırılken, mantosu sırtında iken, daha eti mayoneze gelirken bitirmeli bu ömrü.”
Edebiyatın iyisi, yazarın ustası sınır tanımıyor.
Nerede olursanız olun, bir söz, bir yemek, bir anı, bir gözlem sizi onun eserlerine götürüyor.
Suyun ortak öyküleri bizi buluyor.
Akşam güneşi batarken, Türkiye’deki herhangi bir sahil kasabasında olduğunuzu sanabilirsiniz. Pastanedeki börekleri gördüğünüzde de Türkiye sınırından dışarı çıkmadığınız kanaati uyanabilir sizde.
Çevrenizde konuşulan dil belki size başka bir ülkede olduğunuzu anımsatabilir.
Benim için acaba öyle mi?
İstanbul’un değişik yerlerinde konuşulduğuna hayatımda tanıklık ettiğim için, Rumca yabancı gelmiyor bana. Çocukluk, gençlik belleğimde bu dilin yankısı var.
Yemekler benim çizdiğim ülke haritasının önemli renkleridir.
Zeytinyağı, o ülkeyi sevmemin başlıca nedeni. Bir kez daha anlıyorum ki Yunanistan ve Türkiye arasında mutfaklarımız karışmış, tarihimiz de, serüvenimiz de ortak.
* * *
KARAYOLUNDAN gidip geldiğim için, her kilometre taşında bu düşünceler içinde bocaladım.
Yazarın Tüm Yazıları