PKK ile pazarlık

ŞU aralar muhalefetin ısrarla sürdürdüğü “Hükümet PKK ile pazarlık yapıyor” iddiasını izliyorum.

Sonra dönüyorum, Cumhurbaşkanı Gül’ün bize Bakü yolunda söylediği, “Terörle mücadele için devlet her türlü yöntemi dener” sözüne bakıyorum.

Ve bu sözün “İşte bu bir itiraftır. Devletle pazarlık yapılıyor ” diye nasıl kullanıldığını görüyorum.

Peki hangisi doğru?

İşte şimdi size bu sorunun bendeki cevabını aktarıyorum.

Son üç yıl içinde Ankara’da geliştirilen arayışlardan, projelerden haberim var.

Kimini birinci ağızlardan kimini kulislerden öğrendim.

Vatanseverliğinden zerre kadar kuşku duymayacağınız bürokratlardan. Ömrünü bu yolda harcamış profesyonellerden dinledim...

Sırayla gidelim...

İDAM CEZASI VE İLK PAZARLIK

Abdullah Öcalan’ın idam cezasının kaldırılmasındaki kritik kararda rol oynayan ve bugün yaşayan 6 tanık vardır.

Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan yardımcıları Mesut Yılmaz ve Hüsamettin Özkan. Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, MİT
Müsteşarı Şenkal Atasagun ve yardımcısı Miktad Alpay...

Şimdi kritik soruyu soralım:

İnsanların böylesine nefretini çekmiş, öfke sellerine kapılmasına neden olmuş Öcalan’ın affı anlamına gelecek olan idam cezasının kaldırılması için acaba Demirel nasıl ikna edildi?

Ya da bugün en şiddetli açıklamaları yapan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi kim hangi sözlerle ikna etti?

Genelkurmay Başkanı nasıl suskun kalabildi? Ve Ecevit. Ve Yılmaz. Ve Özkan nasıl evet dediler.

Çünkü MİT yönetimi şu öneriyi yapmıştı:

“Eğer yaşarsa bizim kontrolümüzde olur. Onu istediğimiz şekilde yönlendiririz. Bu bir fırsattır...”

Peki nedir o yönlendirme ve nasıl yapılacaktır? Elbette onunla konuşarak...

Evet beyler;

Eğer bir pazarlık söz konusuysa işte böyle başlamıştır (ki bana göre bu bir pazarlıktan çok, bir devletin stratejik refleksidir. Ve doğrudur).

O tarihten sonra devlet Öcalan’la doğrudan ve dolaylı temaslar yaparak değişik stratejiler yaratmıştır.

Hatta son olarak dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner’in çok emek harcadığı, “dağdan indirme projesi” geliştirilmiştir.

Bu kapsamda Kandil’den PKK’nın Avrupa merkezine, İmralı’dan Barzani’ye kadar değişik düzeyde temaslar olmuştur. Habur krizi olmasaydı belki de bu temaslar sonuç verecekti.

ATEŞKES FIRSATI

Şimdi ilan edilen ateşkes de bu anlamda yeni bir fırsattır.

MHP’nin “Hükümet pazarlık yaptı” eleştirilerine gelince.

İdam cezanın kaldırılmasının ilk pazarlık olduğunu ve altında MHP Genel Başkanı’nın imzası olduğunu biliyoruz.

Siyasetini Türklük ve milliyetçilik üzerine kuran Bahçeli, idam cezasının kaldırılmasının aslında bir pazarlık olduğunu bilmediğini söyleyebilir.

Ve hatta “yanlış yaptım” bile diyebilir. Bunu anlayabilirim.

Ama benim asıl anlamaya çalıştığım soru şudur:

Siyasetini sosyal demokrasi ve barış üzerine oturtan ve sosyalist enternasyonal üyesi olan CHP nasıl oluyor da çözüm konusunda MHP’yle aynı çizgiye yaklaşıyor?

Şöyle de sorabiliriz:

Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP, acaba MHP’nin geliştirdiği “Hükümet PKK ile pazarlık yapıyor. Bu ihanettir” çizgisine düşecek mi?

Eğer hâlâ sosyal demokrasiye inanıyorsa, benim tahminim düşmeyeceği doğrultusunda.

ÇÖZÜM İHTİMALİ NEDİR?

Bu yüzden günlerdir diyorum ki;

Yalnızca askerle, silahla çözüm üretemezsin...

Bu meseleyi, meseleye nişan alarak çözemezsin.

Tetik kafalı yaklaşımlarla bir yere varamazsın.

“İhanet”, “vatan hainliği” gibi kavramlarla siyaseti terörize edebilirsin. Ama siyaseti terörize ederek terörü çözemezsin.

Dünyaya yalnızca sinir uçlarından bakarsan gidebileceğin son yer kas gücü ve şiddettir. Ama mantığından bakarsan, insana yönelik başka yollar olabileceğini de görürsün.

Büyük devletler iç meselelerini, dışarıdaki hakemlere bırakmadan çözebilen devletlerdir.

Ve işte bütün bunlar için diyorum ki;

MHP’nin “PKK’yla pazarlık yapılıyor” eleştirisi aslında kendi içinde, idam cezasının kaldırılmasıyla başlayan takvimsel bir acıdır. Bunu anlarım.

Ama bir sosyal demokrat partinin bu çizgiye düşmesini anlamam.

İşte bu yüzden bugünden başlayarak, referandum ve hatta genel seçim sonrası döneme kadar CHP’nin ne yapacağı, nasıl davranacağı çözüm için önemlidir.

İKİNCİ YAZI

İçimdeki gizli manşet

BUGÜN benim içimdeki gizli manşet nedir biliyor musunuz?

Dokuz sütuna ve bembeyaz bir sayfaya... En sessiz puntolarla dizilmiş ve hiçbir alfabeye sığmayacak harflerle yazılmış bir manşet.

Dünkü gazetelerin son sayfalarına doğru, en altlarda yer alan bir haber.

Televizyonların “az sonra”larından “çok sonra” ve “çok uzakta” kalmış bir manşet:

Başlık:

“Hakkari’de bir Özlem”

Spot:

Bu bir özleyişin haberidir.

Defalarca sormuştum:

Kadına karşı şiddetin en yoğun olduğu Güneydoğu’da neden kadın yönetici yok? Neden kadın vali yok, emniyet müdürü yok? Neden sağlık ya da milli eğitim müdürü yok. Ve en önemlisi neden kadın sosyal hizmetler müdürü yok?

Nihayet bir ses geldi..

Hakkari’ye bir kadın sağlık müdürü atandı.

Dr. Özlem Köse...

İlk sözü de şu oldu:

“Öncelikli hedefim kadın ve bebek sağlığı konusunda çalışmak...”

Hakkari’nin acılı, ezik ve sindirilmiş takvimine bakınca görülür ki;

Güneydoğu erkek yüzyılının en keskin coğrafyasıdır.

Ve işte bu yüzden belki de beden sorunlarından çok, ruh sorunları düşecek avuçlarına.

Büyük bir özlemle hoş geldin diyorum sana Dr. Özlem.

ÜÇÜNCÜ YAZI/images/100/0x0/55ead779f018fbb8f89a2dc8

“Bir şey söylersem Orhan seni de beni de mahveder”

OKYANUS kıyısında yürürken fotoğrafları çok güzeldi. Sanki dalgaların biriktirdiği bir aşkın kıyısında yürüyorlardı.

O fotoğraftan sonra hep merak etmiştim. Nasıl biriydi Orhan Pamuk’un aşkı Kiran Desai.

Ezgi Başaran’a bravo dediğim bir röportajda buldum cevabı.

Kiran, Ezgi’ye şöyle diyordu:

“Nasıl tanıştığımızı anlatmak istemiyorum. Çünkü Orhan özel hayatında çok titiz. Bir şey söylersem seni de beni de mahveder.”

İşte buradaydı sihir:

“Seni de beni de mahveder!”

Orhan’ı üzmek Kiran’ı mahvedecek bir acıya dönüşebiliyordu.

Bunu okuyunca sordum:

Hayatımıza tebelleş olan bunca pusunun, şiddetin ve paranoyanın arasında, acaba hangimiz, diğeri için okyanusa doğru böyle ince bir kıyıdadır?
Yazarın Tüm Yazıları