Londra’da gezersem gözlerimi süzersem

Otelin resepsiyonunda eski bir pc var. Oradan yazıyorum. Yanımdaki sandalyede, gece nöbeti alan ‘nereli?’ bir adam gazete okuyor. Arada buzdolabı çalışmasa ve ben tuşlara basmasam çıt yok.

‘Siz gidip yatabilirsiniz, ben bilgisayarı kapatıp odama çıkarım’ diyesim geliyor ama demiyorum, orada oturmasa Londra’daki bu resepsiyon böyle olmaz. Bu saate kadar sokaklarda gezmemeliydim.

Sabahtan, Tate Modern Müzesi’nde gördüğüm görünmez adamla ilgili bir yazı yazmalıydım. Şöyle demeliydim:

Jeff Wall, New York’ta bir adamın fotoğrafını çekmiş. Adam bodrum katında yaşıyor ve tavanında üçbin küsur ampul var. Fotoğraf çok güzel. Çünkü daha önce hiç öyle bir şey görmedik. Fakat daha güzeli, adamın ışık olmadığında görünmez adam olduğunu düşünmesi. Ki doğru. Formsuz kaldığını düşünmesi. Bu da doğru.

Formunu bilmeyen biri de ölü gibi yaşar demesi. Bu doğru değil, gerçek.
Parası oldukça yan duvarları ve yeri de ışıkla kaplayacakmış. Nasıl hayat formu ama!

Otele geldiğimizden beri gazete okuması inandırıcı değil.

Nereli acaba? Sorsam tuhaf olur. Onunla ilgili bir şey yazdığımı anlar. Bill Cosby’nin küçük, Uzakdoğulu ve gözlüklüsünü düşünün. Sonra Bill Cosby’yi tamamen unutun. Öyle bir adam işte. Ton ton.

Saat bir onbeş burada. Demin saatine baktı. Hayatta git demez. Soba gibi bir adam. Otomatikman ellerini uzattığın cinsten. Biz oyuna gittik de ben ondan geç kaldım. Oyundan hemen sonra gelip, oyun hakkında yazabilirdim.

Oyunda, insanları içinde lamba yanan ve yanmayan olarak ikiye ayıran bir adam vardı. Yananlara bakarmışız. Heyecanlarını, tutkularını, canlı olduklarını anlarmışız hemen. Yanmayanlar adı üstünde sönükmüş işte.

‘Bu ev’ diye bağırdı adam, ‘Bu evde şu hariç herkes sönük’. Ama şu fazla şımarmasın, çünkü şu olmasa da onların sönük hayatları aynen devam eder. Ama onlar olmazsa şu olmaz!
Şu deyip durduğum George. Gerçek hayatta Joseph Fiennes. Bunlardan bahsedebilirdim daha uzun. Saat beni de etkiliyor.

Bu saatlerde aklıma sabah güneşle yüzüme vuran rüzgar geliyor. Kırmızı otobüs geliyor. Aldığım Vivien Westwood ayakkabılar. Ama yok akşam oyuna gidip, dengeledim maddiyle maneviyi. Gerçi dengelemesem de olur artık.

Başarılı kadın cazip değilmiş. Ne kadar başarılı, o kadar az cazibeli. Son yapılan araştırma buymuş. Zaten kim yazdı bu başarılı olalım marşını, bir gün yuvamızda işveli işveli fasıl söylemek varken...

Hah işte asıl bunu yazabilirdim. Şöyle bitirebilirdim: Kıvrımlarımız olmalı. Öyle savrulan virajlarımız olmalı. Bu kadar yol tutulmaz ki.

Gazetesini masaya, ellerini şakağına, aklını kalbine koymuş hálá gazete okuyan resepsiyoncu nefes verdi.

Hava durumu, yarın Londra’yı yağmurlu verdi.
Yazarın Tüm Yazıları