Kısa pantolonlu mucize

İKİNCİ Dünya Savaşı yıllarıydı.

Haberin Devamı

Kısa pantolonlu mucize

Buhran yılları.
Kriz bütün dünyayı sardığı gibi Ege’nin Cunda’sını da vurmuştu.
Öngören ailesi, baktı olacak gibi değil. Aldı çocuklarını, İzmir’de akrabaların yolunu tuttu.
İşte o zaman başladı kısa pantolonlu mucize...
Doğduğu adadan ayrılmıştı.
Rüzgârlardan, sokak aralarında aniden görünüveren midyelerden, böceklerden ayrılmıştı.
Balıklardan, kıyılardan, yakamozlardan, sabaha karşı uyku aralarından gelip, düşlerine karışan “Pat... Patt...” balıkçı motorlarından, çocukluk yıllarından ayrılmıştı.
Cunda’dan sonra büyükşehir İzmir’e gidiyorlardı...
Otobüsün penceresinden bakarken, o büyük binaları ilk kez görüyordu.
Hayretten soru bile soramıyordu.
İlk kez bakıyordu bu büyük binalara.
Ve sanki bir masaldaydı.
Böyle başladı işte kısa pantolonlu mucize.
İzmir’de abisinin bakkalında çok şey öğrenmişti. Helva satıyordu.

Haberin Devamı

YILLAR SONRA...

Aradan yıllar geçti. Kısa pantolonlu çocuk büyüdü. Askerliğini yaptı.
Ve bu defa daha büyük bir masalın kapısından geçti.
Almanya’ya gelmişti. Aklında çocukluk yıllarından kalan helvalı düşler, önünde işçi olma gerçeği...
Başladı hayata...
Önce Stuttgart. Bir rulman fabrikasında işe girdi.
Çalışıyordu ama aklında hâlâ o kısa pantolonlu çocuğun helva sattığı mutlu yıllar vardı.
Dayanamadı. Bir başka şehre gitmeliydi. Arkadaşı Berlin diyordu, o Köln..
Kadere yazı-tura attılar ve Köln çıktı.
Şimdi hâlâ sorar, “Ya yazı gelseydi?”
Önce helva yapmak için kolları sıvadı. Sonra tulumba tatlısı. İzmir’den, Ayvalık’tan ne tatlı lezzeti varsa denemek istedi.
Kısa pantolonlu çocuk yeniden doğmuştu.

SON KARAR

1966’lara geldiğinde anladı ki tatlıyla olmayacak.
Çünkü Almanya’da tatlı sektörü çok gelişmişti. Cunda’nın tatlısı, İzmir’in tulumbası yeterli değildi.
Ne yapsın?
Son bir deneme istedi.
Son bir şans...
Yine o kısa pantolonlu çocuğa sordu.
Fısıldadı çocuk.
Bu defa Alman kasaplara yöneldi. Sosislere baktı.
Çocukluk günlerinden gelen farklı bir lezzet aradı.
Baktı ki Almanlar sucuğu bilmiyor. Baharatı böyle tanımamışlar.
Gitti bir Alman kasaba, tarif etti sucuğu. Baharatını, acısını anlattı.
Ondan da öğrendi. Ve ilk sucuğunu yaptı.
Adını İzmir Hakiki Türk sucukları koydu.
Belki de Almanya’da üzerinde ilk Türk damgası olan bir gıda ürünüydü bu.
Önce kasaplara tattırdı. Onlar sevdi. Ardından yakın çevresine... Sonra ilk kez 20 kilo et sipariş etti.
Son sermaye 20 kilo et... O kadar güzel sattı ki...
Bir daha, bir daha, bir daha... Kasapları çoğaldı. Kilolar yükseldi.

Haberin Devamı

GELDİK BUGÜNE...

Önceki gün Köln’de, Sevda Boduroğlu ve Celal Özcan’la öyle bir fabrikaya gittik ki...
İşte o kısa pantolonlu çocuk var ya...
Onun mucizesidir gittiğimiz fabrika.
Burhan Öngören’in mucizesi...
EGE-TÜRK sucukları.

20 KİLODAN GÜNDE 150 TONA

Burhan Bey pek kimseyle görüşmüyor.
Ama sağ olsun yeğeni Ahmet Bey rica edince kırmadı. Bize açtı çocukluk yıllarını.
O kadar güzel sohbet ettik ki... İkinci Dünya Savaşı’nın ‘buhran yılları’ndan çıkan bir ‘Burhan mucizesi’ dinledik.
Burhan Bey’i dinlerken, ben aslında kısa pantolonlu bir çocuğun masalını dinledim.
Sonra o muazzam fabrikayı gezdik.
Doğrusu böyle bir Türk markasıyla gurur duyduk.
70 bin metrekarelik alana kurulmuş bir fabrika.
Kısa pantolonlu çocuğun hayali, 20 kilo etten, günde 150 ton ete ulaşmış.
Japonya’dan ABD’ye kadar dünyanın tamamına ihracat yapıyor.
Fabrikayı ortağı ve yeğeni Ahmet Eden gezdirirken bir kez daha gördüm ki...
Ne yaparsanız yapın, ruhunuzla ve kalbinizle, severek yapın.
Ahmet Bey sanki 50 yıldır süren bir sanat eserini anlatıyordu.
Burhan Bey’i dinlerken, yüzündeki gülümsemede hâlâ o kısa pantolonlu çocuğun masalı vardı.
Evet bu bir başarının masalıdır. Ve çok iyi biliyoruz ki.
Bu coğrafya artık Avrupalı Türklerin böyle mucizeleriyle doludur.
Keşke hepsini dinlesek, keşke hepsinin masalını ve mucizesini yaşasak...
O kadar çok ihtiyacımız var ki...
Biraz moral olsun. Biraz umut olsun diye...

Yazarın Tüm Yazıları