Kim kime sığınıyor

BAZILARINA göre bir gazetenin "ciddiyetini" belirleyen en önemli ölçüt şudur:

"Siyaset..."

Onlara göre siyaseti manşetinden düşürdüğü zaman gazetenin "ciddiyeti" ve "ağırlığı" da azalır.

Ben öyle düşünenlerden değilim.

Hayatın her alanının, insanın "ciddiyet" coğrafyasına girdiğini düşünürüm.

Hatta, hayatımızda siyasetin yerinin giderek azaldığını, buna karşılık günlük hayatımıza ait "şeylerin" giderek daha önem kazandığını bile söyleyebilirim.

İnternete giren okuyucularımızın daha çok hangi haberlere ilgi duyduğunu görünce bu inancımın şahsi bir görüş olmadığını anlıyorum.

* * *

Mesela evimizdeki hayvanlar...

Kedilerimiz, köpeklerimiz...

Hiç aklınıza şu soru geldi mi?

Kedigiller familyasının öteki üyeleri nesillerinin tükenmesi tehlikesiyle karşı karşı karşıya iken ev kedilerinin sayısı neden giderek artıyor?

İnsanoğlu, yarattığı "medeniyetle" bir yandan büyük kedilerin kökünü kazırken, öte yandan neden küçüklerinin sayısını giderek artırıyor?

Bunu basit bir "günah çıkarma", "vicdan temizleme" duygusu ile açıklayabilir misiniz?

Öyle düşünüyorsanız, size yeni bir teoriden söz edeyim.

Ev kedisinin müthiş gelişimini açıklayan yeni bir teoriden.

* * *

Herald Tribune Gazetesi’nde okudum.

Geçen cuma günü kediler üzerinde yapılmış son araştırmalardan birinin sonuçları yayınlanmış.

Bu araştırmaya göre, kedi neslinin kökeni 6.5 milyon yıla öncesine dayanıyormuş.

Yeryüzünde canlı türlerinin büyük çoğunluğu bu süre içinde tamamen ortadan kaybolduğu halde, kedi türünün bu kadar uzun süre varlığını sürdürmesinin sırrı nedir?

Bu sorunun cevabını vermeden önce isterseniz, araştırma ile ilgili başka bilgiler vereyim.

Bugüne kadar kedilerin iskelet yapıları üzerinde yapılan araştırmalar iyi sonuç vermemiş.

Daha sağlam sonuçlara ulaşılması için DNA konusundaki bilgilerin çok gelişmesi gerekiyormuş.

İşte bu bilgiler ışığında yapılan araştırmalarda şu sonuçlara ulaşılmış.

Kedi türü Asya’da ortaya çıkmış.

Bundan 4.5 milyon yıl önce Bering Boğazı üzerinden Kuzey Amerika’ya geçmiş.

Kedinin büyük serüveni işte bu yolculukla başlamış.

Çünkü, Amerika’ya geldikleri andan itibaren, deniz seviyesinde yaşayan kediler, başka yüksekliklere çıkınca da yaşadıkları yere uyum kabiliyeti göstermeye başlamışlar.

Uyum kabiliyetini geliştiren kedi, daha sonra yine Bering Boğaz’ı üzerinden Asya ve Afrika’ya geçmiş.

* * *

Şimdi gelelim asıl sonuca.

Bu araştırmaya göre kedi, insandan sonra yaşadığı çevreye uyum konusunda en kabiliyetli memeli türüymüş.

Ama dikkat...

Kedinin her türü değil.

Evcilleşen kediler uyum kabiliyeti kazanıyor.

Bunun acıklı sonucu ise şu:

Var olan 38 kedi türünden 37’sinin nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya.

Onların sayıları giderek azalırken, ev kedilerinin sayısı ise artıyor.

Peki bundan ne sonuç çıkaracağız?

"Uzlaşma, hayatı sürdürmenin en etkili aracı mıdır?"

Kötü niyetlilerimiz buna "uzlaşma" değil de "boyun eğme" de diyebilir.

Ama söz konusu kedi olunca, boyun eğmeden söz etmek mümkün mü?

Bence değil.

İnsan-kedi ilişkisinde boyun eğen çoğunlukla kedi değil, insandır.

Nedeni ne olursa olsun, insanla uzlaşma veya "birlikte yaşama", ev kedisinin lehine olmuştur.

Tabii insanın da...

* * *

Hayatım boyunca hep sokak kedisi besledim.

Son kedimiz ise bir İran Çinçila.

Bu basık suratlı kedileri hiç sevmezdim.

Ama kedi eve geldikten sonra yavaş yavaş o surata alışmaya başladım. Sonra bir gün fark ettim ki, kedim dünyanın en güzel yüzüne sahip.

İşte o nedenle bu araştırmanın sonuçlarına bakarken kendi kendime sormadan edemiyorum.

Acaba kim kime uyum sağlıyor?

Kedi mi bize, yoksa biz mi kediye?

Tabii bir soru daha.

Kim kime sığınıyor, kim kime bakıyor?

Biz mi kediye, yoksa kedi mi bize...
Yazarın Tüm Yazıları