Jaws’a karşı Nemo

Sualtı dünyası ve sinema muhabbetiyle geçen Maldiv tatilimin son günleri.

Hint Okyanusu’nun orta yerinde balıklarla arkadaş olduğum bir yerdeyim. Daha ilk günden ayağımı mercanlarda parçaladım, aynı yerde köpekbalığı görmem olay gününün akşamına denk geldi.
“Zararsız köpekbalığıdır, bir şey yapmaz” deseler de “Jaws” filmi ve iki notadan oluşan o ürkütücü müziği aklımdan hiç çıkmadı.
Yattı balık yan gider deyip, köpekbalığı dalışına katılmam ise ertesi güne denk geldi.
Bu dalış sırasında anladım ki Steven Spielberg’in 1975 yılında çektiği Jaws buralarda en fazla konuşulan filmmiş. Deniz yaşamı biyoloğumuz Charlotte, dalış sonrasında köpekbalıklarıyla ilgili bir seminer verdi. Kendisi her köpekbalığına Jaws denilmesinden şikayetçi. En çok da filmin insanları köpekbalıklarına düşman etmiş olmasından yakınıyor. Burada yaklaşık 20 yıldır köpekbalığı dalışları düzenliyorlarmış ve bir kez olsun bir terslikle karşılaşmamışlar.
Denizaltıyla uğraşanlar Spielberg’e fena halde bozuklar, haberi olsun (bu arada dolunay nedeniyle aklımıza gelen Kurt Adam’a, ağaçlardan sallanan yarasalar ve havada cirit atan tuhaf kuşları görüp andığımız Batman filmlerine ya da Alfred Hitchcock’un Kuşlar’ına hiç girmiyorum. Biraz kurcalasak adanın her yerinde bir film karesi canlanabilir.)
Çoğumuza kıyıdan açılma fobisi yerleştiren Jaws’ın karşısında ise kuşkusuz balıkları sevdiren Nemo adlı çizgi film var. Bizim adanın kütüphanesindeki televizyonda ada tanıtım programında renkli bir balık gören 3 yaşlarındaki çocuğun “Nemo, Nemo” diye bağırışını görmeliydiniz.
Nemo, Jaws’a karşı insanlara denizaltı yaşamını sevdirmek üzere işbaşında.
Tatil ve sinemadan girmişken Emirates Havayolları’nın müthiş film seçkisinden söz etmeden geçmek olmaz.
Emirates, uçuş sırasında izlenebilecek 100 film seçeneği sunuyor. Liste bizde haftaya girecek olan John Travolta ve Robin Williams’lı Old Dogs’dan tutun da fenomen haline gelen Twilight filmlerine kadar uzanıyor. Ama 100 filmlik seçkinin en popüler filmi Avatar. Koridorda şöyle bir yürüdüm, neredeyse herkesin ekranında Avatar açıktı. ınsanlar belli ki bu filmi bir kez daha izlemekten alamıyorlar kendilerini.
Yarınki dönüş yolculuğumun varış noktası ise ıstanbul Film Festivali’nin açılışı.
Açılış filmi yıllar sonra eski orkestrasıyla buluşup konser hazırlıklarına başlayan bir müzisyenin hayatını anlatan, Radu Mihaileanu imzalı Le Concert.
Kaçırmak olmaz.

Ders kitabından film festivali kitabına

İstanbul’un kalbinin daha hızlı atacağı ve eminim öğrencilerin ders kitaplarından çok festival kitabı karıştıracağı günler geldi.
29. Uluslararası ıstanbul Film Festivali yarınki açılış töreniyle başlıyor.
Emek Sineması’nın yokluğu kuşkusuz bu yıl festivalin boynunu büken baş etken. ‘Emek’siz festival mi olur’ diyenler çoğunlukta. Üzüntünüz ve kırgınlığınızı hafifletir mi bilemem ama festival komitesi bu açığı mükemmel bir film seçkisiyle kapatmışa benzer.
200 kadar filmden ne görsek kârdır durumu söz konusu.
Bafta, Altın Küre ve Oscar sırasında konuşulup da vizyona henüz varamayan pek çok film festivalde izleyici karşısına çıkacak.
Örneğin: A Single Man; Bafta ödüllü Colin Firth’e de dikkat diyorum.
Meryl Streep’e 16. Oscar adaylığını getiren “Julie&Julia”yı da bir kenara not edin.
15 yaşındaki bir genç kız ile annesinin sevgilisi arasındaki ilişkiye odaklanan Bafta ödüllü, Andrea Arnold imzalı “Fish Tank” de merak edilenlerden.
Berlin’de Altın Ayı alan Semih Kaplanoğlu imzalı “Bal” bu yılın ağır topu. Bal neymiş, ne değilmiş göreceğiz.
Bizim Antalya Altın Portakal’da “En ıyi Film” seçtiğimiz “Kosmos” (Reha Erdem) ise ıstanbullar’ın en çok ilgi göstereceği filmlerden.
Belgesel kuşağının görülmezse olmazı yunuslara yapılan merhametsizliğe dikkat çeken Oscar ödüllü “The Cove”. Her yazımda dikkat çektiğim bu filmi şiddetle tavsiye ediyorum.
Aynı kuşakta gitarın tarihinin anlatıldığı “It Might Get Loud” adlı belgesel de favorilerim arasında.
Davis Guggenheim’ın bu filmini özellikle müzisyenler kaçırmasın.
şimdilik bu kadar, yeni önerilerim festival boyunca burada olacak.

Zalimlere karşı birleşelim

Çok sıkıldım şu “hayvanlara gelene kadar insanları düşünün” diyenlerden.
Düşünmüyorum efendim, insanları düşünen çok ayrıca, bana sıra gelmiyor.
Ben ülkemdeki yaşam zincirinin en son ve en hor görülen halkası olan hayvanlarla ilgileniyorum.
Geçen gün Twitter’a “deprem, çocuklar, kadınlar, engelliler için yardım kampanyası, konser yapıyorlar, hayvanları düşünen yok” diye yazdım.
Hayvan düşmanı vicdansızlar yine döküldüler.
Onlara karşı derim kalın, gülüp geçtim, karşı cepheden gelenleri ise burada sizinle paylaşıyorum.
Candan Erçetin bu konuda en çok övgü alanlardan. Hayvan barınakları için yaptığı konserler dilden dile dolaşıyor. Bravo gerçekten.
Ajda Pekkan, Sezen Aksu ve Tarkan’ın da hayvanlar için yaptıkları takdire şayan.
Sinema yazarı arkadaşlarımdan Ali Ulvi Uyanık ciddi bir hayvan hakları aktivisti, Atilla Dorsay ve eşi Leman’ın köpek sevgisi dillere destan, Sevin Okyay’ın da kedi sevgisini unutmayalım.
Elif Dağdeviren, uykusunu bölseler bile iki köpeğini de yataktan indirmeye kıyamıyor.
Serdar Turgut ve eşi Rana’nın sokaktan köpekleri eve alıp tedavi ettirdiklerine bizzat şahidim.
Ve kim bilir etrafımızda hayvan haklarına destek olacak, hayvanlara kötü davranmanın kınama değil, ceza alması için çalışacak, yardım toplayacak ne dostlar var...
Twitter üzerinden birkaç organizatör de “hadi hayvanlar için ünlülerin de yer alacağı dev bir kampanya yapalım” dedi.
Ben bu köşeyle, benim kadar hassas olduğuna inandığım Hürriyet gazetesi ve Kanal D ile, beni kırmayacağını düşündüğüm hayvan sever sanatçılar ve yazarlarla birlikte elimden gelen desteği vermeye hazırım.
Gerisi hayvan sevgisine inanacağım bir organizatöre kalıyor.
Yazarın Tüm Yazıları