İşte bu tam bizim hikayemiz

Şöyle bir uğrayıp geçmeyi seviyorum.

Haberin Devamı

Fazla kalamıyor, pek çabuk sıkılıyorum. Azıcık takılıyorum, sonra bana bay bay. Huyum bu, suyumu bilmiyorum. Bazen kesiliyor.
İşte geçen gece de öyleydi.
Önce Akaretler’deki Kalamata Meyhanesi’ne uğradım.
Epeydir burada Coşkun Sabah çıkıyor.
Coşkun Bey yıllar önceki gibi, değişmemiş. Aynı siyah saçlar, aynı arkaya doğru (yalama) tarama biçimi. Aynı elektronik ud.
Bir tek belki önünde duran altyapı sağlayıcı klavye küçüldükçe küçülmüş, iPad boyutlarına erişmiş. Aslında bir MacBook Air alsa ve şarkıların altyapı desteğini oradan alsa çok daha şık durabilir.
Neyse, tüm bunların önemi yok. Coşkun Bey’in sırrı başka.
Milletin damarını biliyor. Nasıl hüzünleneceklerini, hüzün gazlarıyla nasıl toz duman olacaklarını...
Bu yüzdendir ki koca koca adam ve kadınlar bağıra çağıra, “İşteee bu bizim hikayemizzzz, öyle saf öyle temiz! Kenetlenmiş ayrılamaz, kalbimizde ellerimizzz” diye tribün tadında eşlik ediyorlar şarkıya.
Bu kadar saf bir hikaye kalmadı tabii 2000’lerde.
Ondan bu kadar bağıra çağıra hayıflanmaları...
Keşke diyorum bu şarkının remiksi çıksa, 90 doğumlu çocuklarımız da Türkçe bar localarında zıp zıp zıplayarak bu saf hikayeye eşlik etse. Nesilden nesile aktarılan hüzün bulutu hesabı...

Haberin Devamı

BİNDİK BİR ALAMETE...

Coşkun Bey sonrası iki adım aşağıdaki W Otel’e bakıyorum.
Geleneksel salı partilerinden birini (Richie Rich) icra ediyorlar.
İçeride gümbür gümbür müzik. Hülya Avşar’ın ex’i Mehmet Dereli de orada. Ünlü olunca Papermoon gezegeninden dünyaya inmiş, belli.
Parti mekanını hızla tavaf edip dışarı çıkıyorum.
Bindiğim takside bir kıyamet alameti beliriyor ki, kulak kesilmemek elde değil.
Taksicinin dinlediği radyoda tok bir erkek sesi Kıyamet Suresi’nin Türkçe mealini okuyor tane tane.
Taksici öyle öteki tarafa hazırlık yapan yaşlı bir amca filan değil.
Gayet bizim jenerasyongillerden.
Diyorum ki kendisine, “Zaten kıyamet kopmuyor mu şu anda?”
Gayet sakin ve gülümseyerek, “Hayır abi” diyor, “Daha deccal gelmedi”.
12 lirayı uzatıp inerken, “Gelmesine gerek kaldı mı?” diyorum. Kıyamet anlayışlarımız farklı tabii...

Haberin Devamı

YENİ ŞARJ OLMUŞ GİBİSİN KENAN...

İndiğim yere, yani Levent’teki Vitrin adlı bara girer girmez de tüm bu sohbeti unutuyorum.
Daha doğrusu unutturuyorlar. Çünkü sahnede Aykut Gürel’li, Murat Yeter’li Messele orkestrası’nın 90-60-90 gecesi var.
Solist ise sürpriz bir gece yarısı starı: Kenan Doğulu.
Saat 01.30 olmuş, ama Kenan yeni gelmiş mekana. Ve tabii dayanamıyor, çıkıp şarkılarını söylüyor.
Mekanda kalan son sağlarla yeni şarj edilmiş pilli bebekler gibi etrafına enerji saçan Kenan’ı izliyoruz sahnede.
Şöyle bir uğrayıp geçme saatim dolduğu için bir saat sonra ufak ufak uzuyorum Vitrin’den.
Kenan hâlâ sahnede şakır şakır şakırken...
Bu kez bindiğim taksiye adım atar atmaz rica ediyorum, “Radyoyu kapatır mısınız lütfen?” diye.

Haberin Devamı

‘Melancholia’ çıkışı karışık hisler

- Lars Von Trier’nin bir önceki filmi “Antichrist” daha sertti, anlatımı çok daha iyiydi. “Melancholia” daha hafif. Hatta aile filmi olmuş neredeyse.
- Trier yine burjuvaziye, kapitalizme bol bol giydirmiş.
Golf sahalarına, limuzinlerine, bitmek bilmeyen düğün seremonilerine, sahtekâr diyaloglarına; kısacası her şeyine...
- Film bitince sevdin mi sevmedin mi emin olamıyorsun.
Aslına bakarsan önce nefret ediyorsun, “Bu neydi ya!” diye filme kızıyorsun.
Sonra bu satırları yazarken olduğu gibi, aradan saatler geçince yani, seviyorsun!
- Yukarıdaki kutuda bahsi geçen taksiciye bu “kıyamet” filmini izlettirmek isterdim.
- Charlotte Gainsbourg sanki hep aynı rolü oynuyor gibi. “Antichrist” filminde de böyle sert ve aynı tondan rol kesiyordu...
- Ah ah! Charlotte Rampling’in oynadığı karakter ne cool’du öyle, bayıldım!

Haberin Devamı

Şehir Atlası

- MORRO KİMİN İKİZİ?... Beyoğlu’nda, ummadığınız ücra sokaklarda çok şık butik oteller açılıp duruyor.
Daha önce önünden geçtiğiniz halde fark etmediğiniz tarihi bina, bir bakıyorsunuz elden geçirilmiş, ışıklanmış, cilalanmış, bambaşka bir şey olmuş.
Giriş katına da aynı parlaklıkta bir restoran kondurulmuş.
İşte buna en iyi örneklerden biri Stories Apart Butik Otel ve hemen altındaki restoran Morro.
Tesadüf eseri arkadaşlarla burayı gördük ve içeriye damladık.
Öyle güzel yapmışlar ki dekorasyonu, bünyendeki tüm iç ses korosu birlik yapıyor, “İçeri gir, içeri gir lan!” diye.
Nitekim girdik, ortaya karışık bir şeyler söyledik.
Gel gör ki gelen yemekleri bir yerden tanıyorum.
“Şu somon şişin aynısını geçen haftalarda yemiştim” diye söylenmeye başladım, “İyi de nasıl olur bu?”
Meğer Morro adlı bu yeni İtalyan restoranını Gümüşsuyu’ndaki Pizzeria Pidos’un sahipleri açmış.
Ve ne hikmetse Pidos’un menüsündeki birçok şeyi buraya da kopyalamışlar.
Sanki Pidos’un yeni bir şubesini açmış gibi.
Oysa yeni mekana yeni menü yapmalıydılar.

Haberin Devamı

- BAŞKA ZAMANA LA MOUETTE... Yine Beyoğlu, yine elden geçirilmiş bir binanın butik otel olmuş hali (Tomtom Suites) ve yine şık bir restoran: La Mouette.
Herkes yemeklerinden dolayı övüp duruyordu burayı.
Rezervasyon yaptırdık, özene bezene gittik.
Mekanın manzarası, ferahlığı filan hoştu. Ama heyhat, ben daha basit, bildik şeyler yeme havamdaydım.
La Mouette’nin menüsü ise çok butik, çok gurme işi geldi; vakit ayırmak gerekiyordu.
“Başka bir zaman” diyerek mekanı terk ettik.
Ama yine de yeni restoran meraklılarına tavsiyeliyorum burayı.
Hani soruyorsunuz ya arada, “Yurtdışından misafirim geldi, nereye götüreyim” ya da “Kocamla/karımla evlilik yıldönümümüz var, hangi mekanda oturup geçen yılları didikleyelim?” diye.
İşte burası gayet uyabilir.

Yazarın Tüm Yazıları