İrtica için sivil mutabakat

Sedat ERGİN
Haberin Devamı

31 Mart Vakası'ndan bu yana yaklaşık 90 yıl geçmiştir ve irtica Türkler'in bir numaralı sorunu olmaya devam etmektedir.

Üstelik, Rumeli'den trene binip gelecek bir Hareket Ordusu ile sonuç alabilmeniz, 1998 yılının dünya konjonktüründe gerçekçi gözükmemektedir.

Türkiye, irtica tehlikesini bu kez demokrasiden ödün vermeden, hukuk devleti kurallarından uzaklaşmadan ve dinine bağlı vatandaşlarını rencide etmeden aşmak sınavıyla karşı karşıyadır.

Bu sınavda, başvurulacak yöntemler, Türkiye'nin dış dünyadaki görüntüsünü olumsuz yönde etkilememelidir.

Kuşkusuz, Milli Güvenlik Kurulu'nda kabul edilen 28 Şubat kararlarının hayata geçirilmesi, bu tehdidin çevrelenmesi ve dizginlenmesi bakımından yaşamsal önemdedir.

Bu kararlılığın, devlet katında herhangi bir sapma olmaksızın sürdürülmesi esastır; ancak yeterli değildir.

* * *

İrtica ile mücadele, yasal ve idari önlemleri aşan, son derece hassas toplumsal mühendislik hesaplarını zorunlu kılan çok yönlü bir stratejiyi zorunlu kılmaktadır.

Bu stratejinin başlangıç noktası, irtica tehdidinin yeşerdiği, beslendiği iklim ve ortamı doğru teşhis etmek olmalıdır.

İrtica tehdidi, bir yönüyle, Türk toplumunun bugün yüz yüze olduğu sosyal, ekonomik, kültürel ve ahlaki koşulların bir uzantısıdır.

Hukuki önlemler alırken, irtica yanlısı eğilimlere güç kazandıran, bu kesimin kullandığı tezlere haklılık kazandıran ‘‘doku’’nun da üzerine gitmek gerekir.

Gerçekçi olalım: Türkiye'deki dokuya baktığımızda, bunun önemli ölçüde ‘‘çürük’’ olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz.

Çözüm, bu kokuşmuş çürük dokuyu tedavi etmek, gerekiyorsa dokuya neşter vurmaktan geçiyor.

Bu noktada şu soruları yöneltelim:

Bir Türk ailesi çocuğunu hangi ahlaki referanslarla yetiştirecektir? Ona hangi ahlaki ölçüleri aşılayacaktır?

İkinci soru: Evde öğretilen ahlaki değerlerle, çocuğun dış dünyada algıladığı ahlaki çöküntü arasındaki uçurum nasıl telafi edilecektir?

Türkiye, kabul edelim ki, çağ atlatma ve köşeyi dönme safsataları ile dürüst insanların ahmak yerine konduğu, hukuksuzluğun meşrulaştığı bir ahlak koduna geçmiş bulunmaktadır.

* * *

Türk toplumunun ortak vicdanını temsil eden değerler dokusu ‘‘başkalaştırılmıştır.’’

Bu çöküşün bir başka boyutu da, her seferinde belirttiğimiz gibi televizyon kanallarından topluma aşılanan seviyesizliktir.

Türkiye'deki özel televizyon kanallarından önemli bir bölümü, ekranlarınızdan içeri yaydıkları bu seviyesizlikle toplumsal sorumluluk noktasından çok uzak durmaktadırlar.

Bilinçsizce peşinden sürüklendikleri bir ‘‘reyting’’ tutkusuyla toplumsal suç işlemektedirler.

Türkiye'deki karar vericilerin çoğu, Refah Partisi'nin 1995 yılında kazandığı büyük zaferin gerisinde yatan moralite sorununu daha henüz kavrayamamışlardır.

Günün birinde bunu idrak edecekleri de şüpheli gözükmektedir.













Yazarın Tüm Yazıları