Sedat Ergin

Suriye’deki DEAŞ meselesinde yollar Esad’a mı çıkıyor?

15 Mart 2024
BUNDAN önceki iki yazımızda güçlenen bir ihtimal olarak gündemde yerleşmeye başlayan ABD’nin Suriye’den çekilmesi ve bu durumda Fırat’ın doğusundaki bölgede tutuklu bulunan binlerce DEAŞ’lı militanın akıbetine ilişkin soruları değerlendirmeye çalıştık.

Üzerinde durduğumuz çekilme senaryosunun bir başka önemli sorusu, bu bölgede bugüne kadar ABD’nin koruyucu şemsiyesinden yararlanmakta olan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ne olacağıdır. SDG, yani PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG’nin merkezinde yer aldığı askeri örgüt...

SDG kadar, Fırat’ın doğusunda Suriye topraklarının yaklaşık üçte birini kaplayan bu örgütün kontrolü altındaki Özerk Yönetim’in geleceği de yine bu ucu açık soruların konusudur.

*

Bu sorular, ABD’de önümüzdeki kasım ayının başında yapılacak olan başkanlık seçiminin menziline girilmesiyle birlikte, gerek seçim döneminin tartışmaları gerek seçim sonucunun tetikleyebileceği muhtelif senaryolar bağlamında ele alınması gereken zor meseleler olarak karşımıza çıkacaktır.

Sonuçları, serpintileri Türkiye’yi birinci derecede ilgilendirdiği için bu başlıkların yakından izlenmesi gerekecektir.

Özellikle geçmişte başkanlığı döneminde Suriye’den ABD askerlerini çekmek konusunda kritik hamleler yapmaya kalkan, ancak her seferinde kendi müesses nizamı tarafından frenlenen Donald Trump’ın yeniden seçilme ihtimalinin yabana atılmaması gereken bir aşamada, bu sorular galiba her zamankinden daha çok önem kazanıyor.

Bugünkü yazımızda bu konuda geçmişte yaşanan gelişmeleri çok kısaca hatırlatıp, bundan sonrasına dönük genel bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz.

*

Yazının Devamını Oku

Amerika’da Suriye’den çekilme tartışması büyüyor

14 Mart 2024
Tartışma ilk olarak Ortadoğu üzerindeki etkili haberciliğiyle bilinen “Al Monitor” isimli haber-analiz platformunda tecrübeli gazeteci Amberin Zaman’ın 14 Ocak’ta kaleme aldığı çarpıcı haberle tetiklendi.

Ardından, 24 Ocak’ta ABD’nin önemli terörizm ve Suriye uzmanlarından Charles Lister’ın prestijli “Foreign Policy” dergisinin web sitesinde bu haberi teyit eden yazısıyla ivme kazandı.

Bu iki yazı, ana çizgi olarak Biden yönetiminin Suriye politikasını gözden geçirmekte olduğu, teknik düzeyde yapılan çalışmalarda ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını sonlandırmasına dönük seçenekler üzerinde durulduğunu duyuruyordu.

Bu konudaki gelişmeleri, 16 Şubat tarihli “Yoksa ABD Suriye’den Çekilmeye mi Hazırlanıyor?” başlıklı yazımızda aktararak, Washington cephesinde uç vermekte olan Suriye’den çekilme eğilimine dikkat çekmiştik.

İlginçtir ki, geçen yaklaşık bir aylık süre içinde bu konudaki tartışmanın tırmanmakta olduğunu gözledik. ABD’de, aralarında emekli orgeneraller, emekli büyükelçiler, emekli istihbaratçılar, düşünce kuruluşlarında Ortadoğu konularında uzman kanaat önderleri ve gazetecilerin yer aldığı son derece canlı bir tartışma sürüyor.

*

Bu tartışma, ana hatları itibarıyla Suriye’den çıkmanın yararlarını savunanlar ile bu yönde bir adımın ABD’nin çıkarlarına zarar vereceği tezini öne süren iki ayrı görüş arasında şekilleniyor.

Tartışmayı bir yönüyle halen Biden yönetimi içinde Suriye politikası üzerinde yürümekte olan çalışmaların bir yansıması olarak da görmek mümkün. Bu çerçevede, ABD cephesinde bütün aktörlerin kendi zaviyelerinden bu tartışmaya katılarak karar alma sürecine bir şekilde etki etmeye çalıştıklarını söyleyebiliriz.

Tabii, ABD çekilirse

Yazının Devamını Oku

ABD’nin PKK/YPG’ye desteği ve Suriye’deki DEAŞ’lı tutuklular meselesi

13 Mart 2024
DIŞİŞLERİ Bakanı Hakan Fidan ile ABD’li mevkidaşı Antony Blinken arasında geçen cuma günü Washington’da gerçekleştirilen Stratejik Mekanizma toplantısından sonra yapılan açıklamada en çok dikkatimi çeken noktalardan biri Suriye’deki DEAŞ bağlantılı tutukluların durumuna yapılan vurguydu.

Açıklamaya göre, görüşmeler sırasında tarafların “önemini yineledikleri” bir başlık, “DEAŞ bağlantılı tutukluların ve Suriye’nin kuzeydoğusunda yerlerinden edilmiş kişilerin rehabilite edilebilecekleri ve kendi toplumlarına yeniden entegre edilebilecekleri, gerektiği şekilde adalete teslim edilebilecekleri menşe ülkelerine geri gönderilmeleri” konusu oldu.

Dikkatime takılmasının nedenlerinden biri, bu açıklamadaki ifadelere çok benzer bir içeriğin, ABD’nin Ortadoğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı’nın (Central Command) başındaki komutan Orgeneral Michael Erik Kurilla’nın geçenlerde Kuzey Suriye’de bu kişilerin alıkondukları kampları ziyaretinden sonra yapılan açıklamada da karşıma çıkmış olmasıydı.

Orgeneral Kurilla, 28-29 Şubat tarihleri arasında Suriye’ye gerçekleştirdiği ziyaret sırasında kuzeyde Irak sınırına yakın bir bölgede Haseke civarında bulunan el Hol ve ayrıca bu mekânın Irak sınırına doğru doğusunda kalan el Roj kamplarını da ziyaret etmişti.

Yapılan açıklamada, Orgeneral Kurilla’nın bu kampları ziyareti sırasında, DEAŞ’lı tutuklular ve yerlerinden olmuş kişilerin “geri gönderilmeleri, rehabilite edilmeleri ve (toplumlarına) yeniden entegre edilmeleri” konusunu görüştüğü belirtilmişti.

Büyük ölçüde aynı ya da birbirine yakın sözcüklerle ifade edilmiş bir konunun hem ABD Merkezi Komutanlık bildirisi hem de Türkiye-ABD Dışişleri Bakanları ortak açıklamasında vurgulanmış olmasını kayda geçirmek gerekiyor.

Gözlenen örtüşme, konunun Türkiye ile ABD’nin gündeminde yukarıya doğru çıktığını gösteriyor olmalıdır.

 *

Buradaki mesele, ABD’nin 2014 ve sonrasında Irak ve Suriye’de uluslararası koalisyonla birlikte DEAŞ’a karşı yürüttüğü mücadele sırasında yakalanan militanlar ve ayrıca bu çatışmalar sırasında yerlerinden olan Iraklılar ve Suriyelilerin alıkondukları iki kampın durumudur. Bu kalabalık iki kamp dışında özellikle DEAŞ’lı militanların tutulduğu irili ufaklı, çoğu derme çatma durumda olan cezaevleri de bulunuyor.

Yazının Devamını Oku

Kalın ve Fidan’ın Washington çıkarması, ABD ile yeni bir dönemin habercisi mi

8 Mart 2024
İçinde bulunduğumuz hafta Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin son dönemde girdiği hareketliliğin kazandığı ivmeyi gösteren önemli gelişmelere sahne oluyor.

Bu durumu iki ülke arasındaki temas trafiğinden okuyabiliyoruz. Ankara’dan Washington’a ilk ziyareti Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın yaptı. Kalın, önceki gün ABD’deki mevkidaşı Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) Başkanı Williams Burns ile bir araya geldi.

Kalın’ın Burns ile görüştüğü önceki gün, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Washington’a hareket etti. Fidan, bugün ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile buluşacak.

Geçen hafta bu yoğun temasların hemen öncesinde doğrudan Ankara-Washington ekseninde olmasa da, iki ülke arasındaki siyasi diyalogu çok yakından ilgilendiren kritik bir ziyaret gerçekleşti Suriye’ye.

ABD’nin Ortadoğu’dan da sorumlu olan Merkezi Komutanlığı’nın (Central Command) tepesindeki komutan Orgeneral Michael Erik Kurilla, birçok ülkeyi kapsayan bölge turu içinde Suriye’nin kuzeyine de uğradı.

Washington’da bu hafta gerçekleşmekte olan görüşmeler, iki ülke arasındaki ilişkilerin bundan sonra nasıl ileri götürülebileceği konusunda arayışlara sahne olurken, Kurilla’nın Suriye ziyareti bu diyalogta belki de en dikenli başlık olan ABD’nin Suriye’de PKK uzantısı gruplarla kurduğu askeri ittifak meselesinin altını çiziyordu.

Bütün bu temasların iç içe geçerek karmaşık bir bütün oluşturduğunu söylemek mümkün.

*

Önce

Yazının Devamını Oku

Gecikmiş bir 1 Mart Tezkeresi muhasebesi

7 Mart 2024
Her yıl mart ayının başında 1 Mart tezkere oylamasının hatırlanması ve bir muhasebesinin yapılması artık az çok yerleşmiş bir gelenektir.

TBMM Genel Kurulu, 1 Mart 2003 tarihindeki tarihi oturumunda Türkiye’den Irak’a “Kuzey Cephesi” açılmasını ve ABD askerlerinin Türkiye üzerinden karadan Irak’a geçmesini öngören hükümet tezkeresini reddetmiştir.

Sonraki yıllarda ABD’nin Irak’ı işgalinin yüzbinlerce insanının ölümüne yol açıp, bu ülkeyi nasıl bir yıkıma ittiği, bütün bölge açısından ne kadar büyük felaketlere neden olduğu görüldükçe, Türkiye’de oylama sonucunun anlamı daha da güçlenmiştir.

Şurası açık ki, tezkere geçmiş olsaydı, Türkiye de ABD ile birlikte Irak’ta yaşanan bütün felaketlerin belli ölçülerde sorumlusu, muhatabı haline gelecek ve kendisini bu ölümcül, kaotik savrulmanın içinde bulacaktı.

*

3 Kasım 2002 seçimi sonrasıydı. O tarihte AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu, bu nedenle milletvekili seçilemediği için Başbakanlık koltuğunda, daha sonra sırasıyla Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı görevlerini de üstlenecek olan Abdullah Gül oturmaktaydı.

Gül, 18 Kasım 2002 ile 14 Mart 2003 tarihleri arasında başbakanlık görevini yürüttü. Bu çerçevede ABD ile pazarlıkların yürütülmesi ve ardından tezkerenin TBMM’de oylamaya götürülmesinde başbakan olarak resmi düzeyde süreci yöneten kişiydi.

Kendisinin tezkerenin geri çevrilmesinde kilit bir rol oynadığı o süreci yakından izleyenlerin yabancısı oldukları bir husus değildir.

Gül

Yazının Devamını Oku

AYM Başkanı’nın bir karşıoy yazısı ve ‘Gerçeklik Tekeli’ meselesi

6 Mart 2024
2022 yılında TBMM’den geçerken büyük tartışmalara yol açmıştı 7418 sayılı “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”. Düzenleme “Dezenformasyon Yasası” olarak da adlandırılıyor.

AK Parti ile MHP tarafından ortaklaşa getirilen yasa teklifine itirazlar, ağırlıklı olarak suç tanımının soyut bir şekilde ifade edildiği, bu durumun ifade özgürlüğü üzerinde ciddi müdahalelere kapıyı açacağı yolundaki görüşlerden kaynaklanıyordu.

Özellikle TBMM Adalet Komisyonu’ndaki görüşmelerde bizzat Yargıtay’ın bu suçlara bakan ilgili dairesi tarafından yapılan değerlendirmede, teklifin “Hukuki Güvenlik” ve “Hukuki Belirlilik” ilkeleri bakımından uygulamada muhtelif sakıncalar doğurabileceği belirtilerek, bir dizi çekince ifade edilmişti.

Ve yasa teklifinin 13 Ekim 2022 tarihinde TBMM’de kabulünün ardından CHP’nin metnin en kritik maddesinin iptali talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptığı başvuruyla birlikte, gözler yüksek mahkemenin vereceği karara çevrilmişti.

*

AYM, iptal başvurusunun reddi yönündeki kararını geçen 8 Kasım’da aldı. Ancak tam o sırada AYM’nin TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’la ilgili oybirliğiyle aldığı “ihlal” kararının uygulanıp uygulanmayacağı hususunda çıkan sıcak tartışmalar gündemi kapladığından, mahkemenin bu konuda verdiği ret kararı üzerinde yeterince durulmadı.

AYM’nin gerekçeli iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlanması ise geçen ayın son haftasını, 23 Şubat tarihini buldu. Böylelikle, reddin gerekçesi ve aynı zamanda bununla ilgili yazılan karşıoy gerekçeleri de kamuoyuna yansımış oldu.

Ülkemizde ifade özgürlüğünün sınırlarını yakından ilgilendirdiği için bu kararı kısaca değerlendirmenin yararlı olacağını düşünüyoruz.

*

Yazının Devamını Oku

Milli Muharip Uçak KAAN’ın Türkiye’nin havacılık tarihindeki yeri

2 Mart 2024
GEÇEN hafta ilk deneme uçuşunu başarıyla yapan Türkiye’nin ilk milli muharip uçağı KAAN’ı konu alan ve bugün dördüncü yazısı çıkan bu seriyi hazırlarken, çoğu 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra kurulmuş olan Türkiye’nin savunma sanayii alanındaki önde gelen kamu şirketlerinin tarihçelerini kısaca inceledim.

Bugün elektronik, haberleşme, entegre silah sistemleri, elektro optik alanlarında uluslararası alanda kendisinden söz ettiren bir kuruluş haline gelmiş olan ASELSAN, 1975 yılında, yani Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi üzerine ABD silah ambargosunun fiilen uygulamaya konduğu yıl kurulmuş.

ASELSAN, bugün dünyada en çok silah ve askeri hizmet satışı yapan ilk 100 savunma sanayii şirketi listesinde 60’ıncı sıraya gelmiş bulunuyor.

ASELSAN’ın ardından, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yazılım mühendisliği alanındaki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla HAVELSAN’ın kurulması 1982, milli roket ve füze imal etmek üzere ROKETSAN’ın kurulması ise 1988 yılını buluyor.

*

Bir de tabii ilk milli muharip uçak KAAN’ı imal eden Ankara’daki TUSAŞ-Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.’yi kamudaki savunma sanayii şirketleri listesine dahil etmeliyiz.

İlginçtir ki, TUSAŞ’ın kuruluşu diğerlerinden farklı olarak Kıbrıs harekâtının sonrası değil hemen öncesine rastlıyor. Şirketin web sitesindeki tanıtımda “Türk Uçak Sanayii Anonim Ortaklığı (TUSAŞ), 28 Haziran 1973 tarihinde Türkiye’nin savunma sanayiinde dışa bağımlılığını azaltmak amacıyla Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde kurulmuştur” ifadesi yer alıyor.

TUSAŞ kurulduğunda, bağımsız Naim Talu’nun başbakanlığında görev yapan, Adalet Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin bakan verdiği 36’ıncı hükümet iş başındaydı. Sanayi Bakanlığı koltuğunda ise AP’nin önde gelen siyasi şahsiyetlerinden, partinin lideri Süleyman Demirel’in yakın çalışma arkadaşı Dr. Nuri Bayar oturmaktaydı.

1974 başında CHP-MSP koalisyonunu iktidara getirecek olan 14 Ekim 1973 seçimlerine daha üç buçuk ay vardı.

Yazının Devamını Oku

Milli Muharip Uçak KAAN’ın öyküsüne bakarken karşıma FETÖ çıkmasın mı

1 Mart 2024
TÜRKİYE’nin ilk milli muharip uçağı olarak tasarlanan KAAN’ın geçen hafta çarşamba günü Ankara’da başarıyla gerçekleştirdiği ilk deneme uçuşunun gerisinde Türkiye’de çok eskilere giden milli uçak özlemi ve aynı zamanda daha somut bir çerçevede geride bıraktığımız yıllarda ısrarlı bir şekilde yürütülen sistemli bir çabanın bulunduğunu teslim etmeliyiz.

Projenin resmi başlama vuruşu olarak 2010 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında yapılan Savunma Sanayii İcra Komitesi toplantısında alınan kararı esas almamız gerekiyor.

15 Aralık 2010 tarihinde düzenlenen bu toplantıdan sonra alınan kararları duyuran dönemin Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, “İlk defa Türkiye’de bir muharebe uçağının projelendirilmesi talimatı verildi” açıklamasını yapmıştı.

Bir başka anlatımla, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın yürüttüğü teknik bir çalışma için siyasi otoritenin onayı alınıp harekete geçilmesinden 14 yıl kadar sonra KAAN’ın tekerleri yerden kesilmiştir.

Burada vurgulanması gereken önemli bir nokta şudur: Türkiye 2010’da muharip uçakla ilgili bu süreci başlatırken, sekiz yıl önce 2002’de üretim programına ortak olarak katıldığı ABD’nin öncülüğündeki beşinci nesil F-35 savaş uçağı programı da ayrı bir kulvarda devam etmiştir.

ÖNCE STRATEJİK HEDEF PROGRAMI

KAAN’ın öyküsüne daha yakından bakmak için, projektörlerimizi önce 2010 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığı karargâhına çevirmeliyiz. Karar alma mekanizmasının işleyişinde bu tür projelerin önce kuvvetin Stratejik Hedef Programı’na dahil edilmesi, ardından hayata geçirilebilmesi için bütçelendirilmek suretiyle Tedarik Planı’na alınması ve en son aşamada uygulamanın başlaması gerekiyor.

2010 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesindeki Plan Prensipler Dairesi’nde yapılan bir dizi çalışma bu noktada önem taşıyor. O dönemde bu dairenin başkanı olarak görev yapan Tümgeneral Yalçın Ergül’ün yıllar sonra yazdığı bir makale, bu hazırlıkların kuvveden fiile çıkışıyla ilgili ilginç ayrıntılar içeriyor.

“Milli Muharip Uçak”

Yazının Devamını Oku