Suriye’de gelişmeleri sahadan anlık duyuran “syria.liveuamap.com” sitesinde paylaşılan video kayıtlarında, yeni Suriye Ordusu unsurlarının uzun bir konvoy halinde Afrin’e doğru intikallerinin görüntülerini izlemek mümkündü.
Suriye’nin yeni Cumhurbaşkanı Ahmed eş Şara’ya bağlı “Genel Komutanlık” birliklerinin Afrin’e girmesi, Suriye’de yeni bir dönem başlarken, önümüzdeki aylarda, yıllarda tarafların önüne gelecek olan pek çok meselenin de habercisidir.
*
Söylediğimizi biraz açalım.
Hatırlanacaktır, Türkiye 2018 yılının ilk çeyreğinde PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’nin önemli bir askeri varlığa sahip olduğu Afrin bölgesine Suriye Milli Ordusu (eski adıyla ÖSO) unsurlarıyla birlikte kapsamlı bir askeri harekât düzenlemişti.
20 Ocak-24 Mart 2018 tarihleri arasında Hatay’a bitişik olan Afrin bölgesinde gerçekleştirilen “Zeytin Dalı” harekâtı, YPG unsurlarının buradan çıkmasıyla sonuçlanmıştı.
Aynı harekâtın bir sonucu olarak Afrin ve çevresinde yaşamakta olan çok sayıda Kürt aile de bu bölgeden ayrılmak, Tel Rifat başta olmak üzere çevredeki başka merkezlere göç etmek durumunda kalmıştı.
Geçen yedi yıl içinde bu bölgede sahada güvenliği Türkiye’nin himayesindeki SMO unsurları sağlamaktaydı.
Belki bu cümlenin sonuna “kafasındaki oyun planına göre...” diye bir ekleme de yapmak gerekebilir...
Bu mesele, önümüzdeki dönemde Suriye’de kurulacak yeni devletin yapısında ve şekillenecek toplum düzeninde “Şeriat” kurallarının herhangi bir rol oynayıp oynamayacağı sorusu ile ilgilidir.
Eş Şara, bu mesele kendisine sorulduğunda, her seferinde aynı pozisyonu tekrarlıyor. Bu gibi konuların ileride yeni anayasa ve yasalar hazırlandığında açıklık kazanacağını, kendisinin bu metinleri sonuçlandırdıkları şekliyle uygulamak durumunda olacağını söylüyor.
*
Selefi kökenden geldiği dikkate alındığında, konunun kendisine ısrarla sorulmasının nedenleri de anlaşılabilir.
Eş Şara, önce ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgali sonrasında Ebu Muhammed el Colani kod adıyla bu ülkeye giderek, Irak El Kaidesi saflarında ABD’ye karşı savaşmıştır. Daha sonra, 2011 yılında Suriye’ye dönerek, burada El Kaide’nin El Nusra Cephesi olarak adlandırılan kolunu kurmuştur.
Ardından, 2016 yılında El Kaide’den koparak Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütünü kurarak İdlib merkezli bu silahlı muhalif grubun komutanlığını üstlenmiştir.
El Kaide’den kopması, HTŞ’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin terör örgütleri listesinden çıkarılması için yeterli olmamıştır. Güvenlik Konseyi, El Kaide’nin devamı olduğu gerekçesiyle HTŞ’yi listede tutmaktadır.
Bu başlık, aslında Trump’ın meselelere bakışını ve yönetim tarzını genel çerçevesiyle bilen herkesin üzerinde birleşeceği bir beklentiyi anlatıyordu. Tedirginliğin, endişenin baskın olduğu bir beklentiyi.
Ancak geçen iki buçuk haftalık süre içinde ABD cephesinde yaşananlara bakınca, bu başlığın durumun ciddiyetine dikkat çekmek bakımından belki de yetersiz kaldığını kabul etmeliyim. Türbülansa bu kadar kısa sürede ve bu kadar sert bir şekilde girileceği galiba tahmin edilmiyordu.
*
Seçim kampanyası döneminde Trump’ın yönetime geldiği takdirde izleyeceği dış politikaya ilişkin bir dizi genel tahmin yapılmakla birlikte, kendisinin geçen kasım ayında seçimi kazandıktan sonra dile getirdiği bazı görüşler yine de şaşırtıcı nitelikteydi.
Örneğin, NATO üyesi Kanada’yı ABD’nin 51’inci eyaleti yapmaktan, Panama Kanalı’na el koymaktan söz ediyordu.
Trump’ın başkanlık koltuğuna oturduktan hemen sonra Gazze’de yaşayan Filistinlileri Ürdün ve Mısır’ın alması gibi bir öneriyle ortaya çıkması, kendisinin ne kadar aykırı çizgilere kayabileceğinin bir diğer işareti oldu.
Buna karşılık, Gazze’ye el koyarak bu toprakları ABD’nin “sahipliğine” geçirmekten söz edebileceği, burada “Ortadoğu’nun Riviera’sını yaratmak”, yani Gazze’yi Akdeniz’de Fransa ve İtalya sahillerindeki lüks turizm bölgelerine çevirmek gibi bir hedefe yönelebileceği, galiba kimsenin aklının ucundan bile geçmemişti.
Önümüzdeki dönemde başka bir ülkenin toprakları üzerinde Las Vegas benzeri bir projeyle ortaya çıkması da şaşırtıcı görülmemelidir.
Aynı El Colani, önceki gün Türkiye’nin gönderdiği özel bir uçakla Ankara’ya gelmiş ve Esenboğa Havalimanı’nda uçağın merdivenlerinden sivil giysileriyle ve bir haftadır kullandığı yeni unvanı, “Suriye Cumhurbaşkanı” kimliğiyle inmiştir. Artık iç savaştaki kod adı El Colani’yi değil, gerçek adı Ahmet eş Şara’yı kullanmaktadır.
O tarihte Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) lideri olan El Colani’nin önceki gün Beştepe’de protokoldeki tanımıyla önüne “kırmızı halı” serilerek karşılanacağı, daha sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte basın toplantısı düzenleyeceği, geçen kasım ayının son haftasında bir tahmin şeklinde söylenseydi, herhalde bu ifade dinleyenler tarafından çok yaratıcı bir senaryonun dışavurumu olarak görülürdü.
*
Her bakımdan çok kuvvetli bir sembolizmle yüklüydü Ahmet eş Şara’nın Ankara ziyareti. Bir kere, Suudi Arabistan’dan sonra ikinci yurtdışı ziyareti için Türkiye’yi seçerken, ülkesinin 911 kilometrelik bir sınır paylaştığı kuzey komşusuna Suriye’nin geleceğinde özel ve öncelikli bir rol atfetmekte olduğunu bütün dünyaya göstermiş olmaktadır.
Tabii, burada yaptığı tercihin gerisinde Suriye’nin geleceğine dönük tasavvurlarının yanı sıra Türkiye’nin kendisinin serüveni üzerindeki etkisinden kaynaklanan bir boyutu da görmek gerekir.
Ahmet eş Şara’nın bugünkü konumuna gelmesinin arkasında, Türkiye’nin sınırına yeni bir göç dalgasını önlemek saikiyle, İdlib’de ciddi bir askeri güç bulundurup Esad rejimini bu bölgeye girmekten caydırmış olmasının rolü göz ardı edilemez. Liderliğini yaptığı HTŞ, özellikle 2017 sonrasında İdlib’de kendisine bir yaşam alanı bulabildiyse, bunu önemli ölçüde Türkiye’ye borçludur.
Kendisinin cumhurbaşkanlığına uzanan sürecin birçok dönemeç noktasında Türkiye’nin iradesinin izdüşümlerini görmek mümkündür. HTŞ’nin geçen 27 Kasım’da Halep’e dönük saldırısıyla başlayan ve Esad rejimini deviren askeri harekâtında, Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) içindeki bazı askeri grupların da yer almış olması başlı başına önemlidir.
Bir bu kadar önem taşıyan, geçen hafta 29 Ocak Çarşamba günü Şam’da düzenlenen ve
Suriye’deki Esad rejimine karşı olan silahlı muhalif grupların komutanları, rejimin devrilmesinde başı çeken Heyet Tahrir eş Şam örgütünün ve aynı zamanda ülkenin fiili lideri konumundaki Ahmet Eş Şara’nın başkanlığında bir araya geldiler.
Eş Şara’nın önderliğindeki yeni yönetimin sivil kadroları da bu konferansta hazır bulundu. Böyle de olsa, dışarı yansıyan fotoğraflar, salondaki büyük çoğunluğun askeri üniforma giymiş şahsiyetlerden oluştuğunu gösteriyor. Bu, sonuçta silahlı kanadın tuğrasını vurduğu bir toplantıydı.
Bu konferans, geçiş dönemine ilişkin açıklanmış bulunan yol haritasında yer almayan bir organizasyondu.
Bir araya gelen silahlı grupların temsilcileri toplam dokuz maddelik bir deklarasyon metni üzerinde mutabakatlarını açıklarken, bu kararlar çerçevesinde Ahmet eş Şara’nın yeni anayasa hazırlanana kadar geçecek dönemde Suriye’nin Cumhurbaşkanlığı görevini üstleneceğini de duyurdular.
Bu yönüyle bakıldığında, Ahmet eş Şara konferanstan zemin kazanarak, Suriye’yi yönetme iddiasını, liderliğini güçlendirerek çıkmıştır.
*
Bu konferansın düzenleniş şekli hararetli bir tartışmayı beraberinde getirirken, Suriye’yi ne kadar sancılı bir dönemin beklediğini de herkese göstermiş oldu. Şöyle ki...
Tartışmalı konulardan biri, konferansta kaç grubun temsil edildiği hususunun muğlak bırakılmış olmasıdır. Bilinen, toplantıda toplam 65 grubun temsil edildiği. Ancak temsilci göndermeyen, bu arada anlaşıldığı kadarıyla davet edilmeyenler de var.
Bugünkü yazımda, sözünü ettiğim gelişmelerden birincisi üzerinde durmak istiyorum. Değineceğim konu, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın geçen pazar günü Bağdat’a yaptığı ziyaret çerçevesinde gündeme geldi.
Fidan, özellikle terörle mücadele konularının ön plana çıktığı anlaşılan bu ziyaret sırasında mevkidaşı Fuad Hüseyin ile yaptığı görüşmelerin yanı sıra Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ve Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid tarafından kabul edildi.
Fidan’ın Cumhurbaşkanı Reşid ile görüşmesinden sonra Irak Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada ilginç bir bilgi yer alıyordu.
IRAK CUMHURBAŞKANLIĞI’NIN AÇIKLAMASINDAKİ KRİTİK BİLGİ
Neydi bu bilgi?
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde Erbil merkezli yayın yapan RUDAW medya grubunun haberine göre, Fidan Irak Cumhurbaşkanı ile görüşmesinde DEAŞ (IŞİD) ile mücadele amacıyla Irak, Suriye, Ürdün ve Türkiye’yi kapsayan bir “bölgesel ittifak” kurulması çağrısında bulunmuştu.
Habere göre, Fidan’ın önerisi Irak Cumhurbaşkanlığı’nın açıklamasında şöyle aktarılmış:
“
Bunu yaparken birçok yönetmelik ve yasa metnini incelemem gerekti. Bu arada, bazı yönetmeliklerin üzerinde sonradan yapılan değişikliklere özel bir dikkatle bakmak gerekiyordu.
Tabii, farklı alanlardaki yönetmeliklerin yangın önlemlerine ilişkin muhtelif düzenlemeler getirmiş olması, uygulamada yetki açısından gri alanlara giren, yorum gerektiren durumlar yaratabiliyor.
Ve geçen haftadan beri tanıklık ettiğimiz üzere, yangın faciasıyla ilgili kamu makamlarının görev, yetki ve sorumluluklarına dönük olarak kamuoyu karşısında siyasiler arasında sert tartışmalar yaşanabiliyor.
*
Baştan vurgulamalıyım ki, yangınla mücadele alanındaki ana metin olan 2007 tarihli “Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik”, önceden alınması zorunlu önlemler bakımından iyi düşünülmüş, etraflıca hazırlanmış bir metin olarak dikkat çekiyor; kayda geçirilmesi gereken bazı çekincelerle birlikte...
Burada sorunun bir boyutu, yönetmelikte öncelikle etkin bir uygulamayı sağlayacak olan “yaptırımlar” ve bunu da içermesi gereken denetim meselesinin biraz boşlukta kalmış olmasından kaynaklanıyor.
Bugün dördüncü bir yazıyla, mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde Kartalkaya’da yaşanan yangın faciası ile ilgili genel bir değerlendirme yapmak istiyorum. Bu çerçevede şu gözlemleri öne sürebilirim:
*
Galiba meseleyi tamamlayan kritik bir noktayı daha buradaki denkleme dahil etmemiz gerekiyor. Kurallar ne kadar iyi düşünülmüş olsa da, mevzuatta uygulama ve denetimle ilgili karşılaşılan bazı boşluklar ya da görev ve yetki alanlarıyla ilgili muğlak kalan hususlar da sorunları artırıyor.
Söylediğimizi bazı örneklerle göstermeye çalışalım ve projektörümüzü önce denetim meselesine çevirelim.
2002 YÖNETMELİĞİ: HABER VERMEDEN DENETİM
Bu çerçevede Türkiye’nin yangınla mücadele alanında ilk kapsamlı mevzuatı olan, 2002 yılında çıkarılan “Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik”e bakalım. Bu yönetmelikte, konu “Denetim” başlığı altında metnin sonuna doğru 132’inci maddede düzenlenmiş. Bu maddede özel yapılar ile kamu yapıları ayrı paragraflarda ele alınmış. Bizim konumuz özel yapılar.
“Bu yönetmelik hükümlerinin uygulanıp uygulanmadığı aşağıdaki şekilde denetlenir” diye başlayan bu madde şöyle devam ediyor:
“a) Özel yapı, bina, tesis ve işletmeleri; mülki idare amirlerinin yetki ve sorumluluğunda, mahalli itfaiye teşkilatı, Sivil Savunma Müdürlüğü ve mülki idare amirliğince görevlendirilecek heyetlerce haberli veya habersiz olarak denetlenir. Ayrıca, bunların bağlı veya ilgili olduğu bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının müfettiş, kontrolör veya denetim elemanları tarafından da denetleme yapılır.”
Bir sonraki paragrafta, “denetim sonucunda eksik bulunan giderilmesi istenen aksaklıklar ile talep edilen önlemlerin öngörülen makul süre içinde ilgililerce yerine getirilmesinin zorunlu olduğu” da belirtiliyor.
DENETİM 2007’DE