Sedat Ergin

ABD Kongresi Netanyahu’yu ayakta alkışlayarak aşağı düşerken

26 Temmuz 2024
EVET, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Gazze’de Hamas’la mücadele adına yürüttüğü katliamlar geçen dokuz ayı aşkın süredir hepimizi insanlığımızdan utandığımız bir muhasebe ile baş başa bırakıyor.

Her gün evlerimizde televizyonların karşısında sivillerin, çocukların ayrım gözetilmeksizin hedef alındıkları bu katliamları çaresizlik içinde seyirci olarak izlemenin, ardından bir sonraki habere geçerek ölümü olağanlaştırmanın suçluluk duygusunu yaşıyoruz.

Dünyayı kavramaya çalışan çocukların aklına -acımasız canlıların yaşadığı lanetli bir gezegende gözlerini açtıkları- düşüncesini sokabileceği için daha da kızabiliriz Netanyahu’ya... Bombaların altında kırılan Filistinli çocukların ise çoğu zaman bunu düşünebilmek gibi bir ayrıcalıkları da yok.

Gazze’de İsrail Ordusu tarafından bütün insanlık ölçüleri ayaklar altına alınarak yürütülmekte olan kıyım karşısında yaşadığımız infiali anlatmak için başvuracağımız kelimeleri çoktan tüketmiş bulunuyoruz. Sözlüklerin sonuna geldik.

*

Netanyahu’nun bütün kötücüllüğü yetmediği gibi, ABD’nin Kongre binasında kendisi için yükselmekte olan alkışlar üzerinden bu cinayetlerin kutsanmakta oluşu, yaşanan utancı daha da derinleştiriyor.

İsrail Başbakanı’nın ABD Kongresi’ni oluşturan Senato ve Temsilciler Meclisi’nin ortak birleşimine hitabı sırasında tanıklık ettiğimiz görüntülerin, Netanyahu’nun konuşmasının sık sık alkışlarla kesilmesinin yol açtığı temel bir mesele var.

Çoğu koltuklarından ayağa kalkarak Netanyahu’yu alkışlayanların o anki coşkulu ruh hali ile kendilerini ibretle izleyen uluslararası toplumun büyük bir kesiminin kızgınlığı arasında bir uçurum beliriyor.

Netanyahu

Yazının Devamını Oku

Avrupa cephesinde Kıbrıs konusunda bir günah çıkarma makalesi

25 Temmuz 2024
GEÇEN hafta sonu Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50’nci yıldönümü kutlamaları düzenlenirken, aynı zamanda bu meseleyle ilgili çevrelerde Kıbrıs sorununun gidişatı üzerinde bir muhasebenin yapılmasına da tanıklık ettik. Bu arada, İngiliz basınında yayımlanan önemli bir makale Türk kamuoyunda yeterince fark edilmedi.

‘Independent’ gazetesinde çıkartmanın yıldönümü olan 20 Temmuz Cumartesi günü yayımlanan bu makaleyi kaleme alan kişi, Kıbrıs sorununa çözüm olarak BM’nin hazırladığı kapsamlı Annan Planı’nın oylandığı 2004 yılındaki referandum sırasında, o tarihte AB’ye üye olan Birleşik Krallık’ın Dışişleri Bakanı koltuğunda oturan Jack Straw’du.

Yazının önemi, 24 Nisan 2004 tarihindeki bu referandumda KKTC tarafının planı kabul edip Rum tarafı reddettiği halde, uzlaşmaz konumdaki Rumların bu olayın hemen ardından tam üye olarak AB’ye alınmalarının büyük bir hata olduğu konusunda Straw’un ciddi bir özeleştirisini içermesi.

Bu konuya bakışını daha önce de ifade etmiş olmakla birlikte, Straw, Türkiye’nin askeri müdahalesinin 50’inci yıldönümü dolayısıyla oldukça kapsamlı bir yazıyla 2004’te yapılan hataya ve bugün girilen mevcut kilitlenmeden çıkış çaresine ilişkin görüşlerini paylaşma yoluna gitti.

Yazınının başlığı yeteri kadar çarpıcı: “Neden 50 yıldır süren bu ‘saçma’ Kıbrıs krizini sona erdirmek için iki devletli bir çözümü dikkate almanın zamanının geldiğini düşünüyorum?

KUZEYİN İZOLASYONUNU HAFİFLETECEKTİK AMA ÖNERİLER SULANDIRILDI

Straw, öncelikle Kıbrıslı Rumların yol açtıkları “yıkımı” değerlendirmek üzere 2004 yılı nisan ayı sonunda bir araya gelen AB Dışişleri Bakanlarının toplantısındaki atmosferi hatırlatıyor. Ortamı daha önce katıldığı AB Konseyleri ve Komiteleriyle kıyaslayarak, “Hiç bu kadar öfkeye tanıklık etmemiştim” diye yazıyor.

Peki AB Dışişleri Bakanlarının duydukları bu öfke Kıbrıslı Rumlara somut bir yaptırım olarak yansıtılmış mıdır? Şu sözlerinden yanıtın olumsuz olduğu anlaşılıyor: “İlk adım olarak kuzeyin izolasyonunu hafifletecek bazı önlemler alınması üzerinde görüş birliğine varmıştık. Ama bunların çoğu sonradan feci bir şekilde sulandırıldı.”

Sulandırılmasının nedeni,

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50’nci yıldönümünde şekillenen bir ulusal mutabakat

24 Temmuz 2024
GEÇEN cumartesi günü Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50’ıncı yıldönümü vesilesiyle bütün projektörler Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde düzenlenen törenlere çevrilirken, Ankara’da Resmi Gazete’de yayımlanan bir TBMM kararı da Kıbrıs sorununda “iki devletli çözüm” ilkesine kuvvetli bir destek mesajını ifade ediyordu.

Resmi Gazete’de yayımlanan bu karar TBMM Genel Kurulu’nun 18 Temmuz Perşembe günkü birleşiminde kabul edilen iki sayfalık Kıbrıs tezkeresiydi.

Oturumu yöneten TBMM Başkan Vekili Celal Adan’ın “TBMM Başkanlığı’nın Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ellinci yıldönümü konusunda bir tezkeresi vardır. Okutup oylarınıza sunacağım” diyerek gündeme getirdiği bu tezkere, üzerinde bir görüşme olmadan partilerin büyük çoğunluğunun desteğiyle kabul edilmiştir.

BARIŞ HAREKÂTI’NIN KALICI MİRASI

TBMM kararı, öncelikle adada geride bırakılan elli yılın genel bir dökümünü yapıyor, “Yarım asır boyunca Kıbrıs Adası’nda kan dökülmemiş olması, barış harekâtının kalıcı mirası ve başarısının tartışılmaz kanıtıdır” ifadesiyle.

Kararın en önemli vurgularından biri, isim geçirmeksizin BM’nin hazırladığı Annan Planı’nın 2004 yılında Ada’da düzenlenen referandumda KKTC tarafında kabul edilirken, Kıbrıslı Rumlarca reddedilmiş olmasının hatırlatılmasıdır.

“Kıbrıslı Rumlar AB üyeliğiyle ödüllendirilirken, Kıbrıslı Türkler haksız ve insanlık dışı bir izolasyona, kısıtlama ve ambargolara maruz kalmıştır” deniliyor metinde. Ardından, Kıbrıslı Türklerin “oyalanmaya, zaman kaybına tahammüllerinin kalmadığı” belirtiliyor.

Metnin en kuvvetli kısmı şu ifadede karşımıza çıkıyor:

“Artık Ada’da tek ve kesin çözüm, Kıbrıs Türk halkının özden gelen haklarının teslim edilmesi, egemenlik eşitliğin ve eşit uluslararası statüsünün tescil edilmesidir. İki devletli çözüm siyaseti, Akdeniz bölgesinde istikrar ve kalıcı barışı sağlamanın da yegane yoludur. Ada’da iki ayrı halkın ve iki ayrı devletin varlığı daha fazla göz ardı edilmemelidir. Kıbrıs meselesinin çözümüne yönelik teşebbüslerin, bu gerçek üzerine inşa edilmesi şarttır.”

Yazının Devamını Oku

Kıbrıs Barış Harekâtı’nda yarım yüzyılın muhasebesi

20 Temmuz 2024
Bugün Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50’nci yıldönümü.

Dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in Başbakanlık binasının önünde sabah 06.00 sularında “Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs’a indirme ve çıkarma harekâtına başlamış bulunuyor. Allah milletimize, bütün Kıbrıslılara ve insanlığa hayırlı etsin” sözleriyle Türk kamuoyuna ve dünyaya duyurduğu askeri harekâtın üzerinden tam yarım yüzyıl geçmiş.

Böylesine önemli bir tarihi yıldönümü, bu harekâtın neden yapıldığı, müdahalenin Türkiye’nin dünya ile ilişkileri açısından nasıl bir anlam taşıdığı sorularının üzerinden bir kez daha geçmeyi gerekli kılıyor. Tabii, geçen zaman zarfında nereye gelindiğinin bir muhasebesini yapmayı da...

*

Bu değerlendirmeye yönelirken önce Kıbrıs sorununun tarihçesiyle ilgili çok özet bir hatırlama yapmak zorundayız.

Kıbrıs Cumhuriyeti, 1960 yılında Türkiye’nin garantörlüğüne de dayanan bağımsız bir devlet olarak uluslararası camiaya katılmıştır. Bu cumhuriyet, uluslararası antlaşmalarla güvence altına alınmış yeni bir anayasal düzen getirdi Kıbrıs’a.

Öncesinde, adada azınlık durumunda bulunan Türkler, özellikle 1950’li yıllardan itibaren artan ölçüde Rumların ayrımcı uygulamalarının ve etnik temizlik girişimlerinin hedefi haline geliyordu. Bu hadiseler karşısında Türkiye’de daha çok ‘taksim’ tezi savunuluyordu Kıbrıs’ta çözüm için.

Buna karşılık, 1959-60 Zürih ve Londra Antlaşmaları, Türk tarafı açısından önemli bir kavramsal değişikliği beraberinde getirdi. ‘Taksim’ tezi geride kalırken, kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıslı Türkler hukuken tüzel bir kimlik kazanarak, yeni devletin ortağı haline geldiler. İki halkın ortaklığı temeline dayanıyordu Kıbrıs Cumhuriyeti.

Örneğin, yeni devletin cumhurbaşkanı Rum olacak, ama yardımcısı Türkler arasından seçilecekti. Üstelik veto yetkisine de sahip olacaktı Türk yardımcı.

Yazının Devamını Oku

Darbe suçlamasından beraat eden generalleri idari yargıda bekleyen engebeli yol

19 Temmuz 2024
Dünkü yazımızda 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, özellikle ‘görevlendirme belgeleri’nde (gıyaplarında) isimleri geçtiği için darbeye katılma ve/ya da örgüt üyeliği suçlamalarıyla yargılanan bazı generallerin adli yargıda beraat etseler de göreve dönmeyi ve özlük haklarının iadesini talep ettiklerinde idari yargıda karşılaştıkları karmaşık hukuk tablosuna dikkat çekmiştik.

Bugünkü yazımızda ise yalnızca beş dosya üzerinden bu karmaşık fotoğrafı daha detaylı bir şekilde göstermeye çalışacağız.

TUĞGENERAL ARSLAN ÜNİFORMASINI YENİDEN GİYEBİLDİ

Vereceğimiz istisna oluşturan birinci örnek, 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Tokat Bölge Jandarma Komutanı olarak görev yapmakta olan Tuğgeneral Adnan Arslan. FETÖ’cülerin darbe planları çerçevesinde hazırladıkları görevlendirme belgelerinde Arslan’ın adının karşısına “Tokat Sıkıyönetim Komutanı” diye yazılmıştır.

Darbe girişimi gecesi tatilde olan Arslan, haberleri alır almaz hemen görev yeri Tokat’a doğru hareket etmiş, bu sırada astlarına darbe faaliyetlerine katılmamaları, birliklerine hâkim olmaları, sokağa araç çıkarmamaları yolundaki talimatlarını iletmiştir.

Buna karşılık, Arslan’ın görevlendirme listesinde adının geçmesi yeterli delil sayılarak tutuklanmasına karar verilir. Ardından KHK ile Ordu’dan ihraç edilir.

Arslan, yapılan yargılamada darbe suçlamasından beraat etse de listede adı geçtiği için ‘FETÖ üyeliği’nden hapis cezasına çarptırılır. Gelgelelim istinaf sürecinde bu mahkûmiyet cezası bozulur. Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 26 Ekim 2018 tarihinde istinaf mahkemesinin kararını onar. Böylelikle beraatı kesinleşir.

Arslan, bütün bu süreçte bir yılı aşkın bir süre tek kişilik bir hücrede kalmıştır. Beraatinin kesinleşmesinden sonra Olağanüstü Hal Komisyonu’na başvurarak hakkında verilen görevden çıkarılmasına ilişkin KHK işleminin iptalini istemiş ve bu talebi kabul edilmiştir.

OHAL Komisyonu’nun kararı çerçevesinde, Tuğgeneral’in göreve iadesi yapılarak özlük hakları iade edilmiştir.

Yazının Devamını Oku

15 Temmuz’un yıldönümünde... Darbecilik suçlamasından beraat eden bazı generallerin hukuk arayışı

18 Temmuz 2024
Her yıl 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde darbe davalarının gidişatına bakarken, bunlar arasında dikkat çekici bir bölümü oluşturan, özellikle FETÖ’nün ‘görevlendirme belgeleri’ de esas alınarak çok sayıda general hakkında açılmış olan davaların seyrini de genel hatlarıyla gözden geçirmeye çalışıyorum.

FETÖ’nün darbe planları çerçevesinde hazırlamış olduğu ‘görevlendirme belgeleri’, 15 Temmuz kalkışması sonrasında başlayan yargılama sürecindeki en tartışmalı başlıklardan birini oluşturdu.

Bu belgelerde, darbe ile birlikte Türkiye’nin her ilinde ilan edilecek sıkıyönetim komutanlıklarına yapılacak atamalar, ayrıca TSK içinde general düzeyinde yapılacak görevlendirmelere ilişkin listeler yer alıyordu. Bir başka liste ise kurulacak sıkıyönetim mahkemelerindeki görevlendirmeleri içeriyordu.

*

Darbe girişimi gecesi ele geçirilen söz konusu listelerde adı geçen generaller arasında 15 Temmuz gecesi darbe faaliyetine doğrudan katılan FETÖ mensubu isimler olduğu gibi, kalkışmanın dışında kalmış, darbeye karşı tavır almış, sahada bunu hareketleriyle göstermiş olan generaller de bulunuyordu.

Buna karşılık, savcılar sıkça bu belgelerde ismin geçmesini çoğunlukla suça işaret eden ‘kuvvetli şüphe nedeni’ olarak değerlendirerek, ikinci grupta yer alan generallerin önemli bir bölümü hakkında da darbe soruşturması açarak, tutuklama kararları talep ettiler. Bu durumdaki generallerin çoğu kendilerini birden cezaevlerinde buldu.

Ardından bu generallerin hepsi TBMM’den alınan Olağanüstü Hal yetkisine dayanılarak, Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) Ordu’dan ihraç edildi.

*

Burada altı çizilmesi gereken bir nokta, söz konusu görevlendirme listelerinde isimlerinin karşısında

Yazının Devamını Oku

15 Temmuz’un sekizinci yıldönümünün düşündürdükleri

17 Temmuz 2024
Her yıl 15 Temmuz’un yıldönümü, hukuki terminolojide FETÖ olarak tanımlanan kriminal suç örgütünün ordudaki unsurları üzerinden askeri bir darbeye yeltendiği o meşum geceyi hatırlamamız bakımından önemli bir vesile oluşturuyor.

Yıldönümü dolayısıyla yapılan hafıza tazelemesinde, halkın üzerine ateş açan darbeci askerleri, ülkenin parlamentosunu F-16 savaş uçaklarıyla bombalamaya cüret edebilen bir zihniyeti bütün pervasızlığıyla yeniden karşımızda görüyoruz.

Toplam 251 insanımızın 15 Temmuz’da darbecilerin açtığı ateş sonucu hayatını kaybetmiş olması, kendi vatandaşlarına gözünü kırpmadan kurşun sıkabilen bu örgütün acımasızlığını, yapabileceği kötülüğün sınırsızlığını göstermesi bakımından yeteri kadar açıklayıcıdır.

*

Tabii bu yıldönümleri, aynı zamanda o gece kendilerini bu olayların içinde bulan yetkililerin, vatandaşların tanıklıkları üzerinden yaptıkları açıklamalarla 15 Temmuz hakkında yeni ayrıntıların ortaya çıkmasına, olayları değerlendirmemize yardımcı olabilecek yeni pencerelerin açılmasına da yardımcı oluyor.

Bu yılki muhtelif beyanlar arasında dikkat çekenlerden biri, o dönemde orgeneral rütbesiyle Genelkurmay İkinci Başkanı olan ve makamında kelepçelenip gözleri bağlı bir şekilde itilip kakılarak Akıncı Üssü’ne götürülüp orada alıkonan Yaşar Güler’in bugün Milli Savunma Bakanı sıfatıyla verdiği bir mülakattı.

Yaşar Güler’in Sabah’tan Okan Müderrisoğlu’na mülakatında geceyle ilgili ayrıntıların yanı sıra, FETÖ’nün düzenlediği kumpaslar üzerinden TSK’da yol açtığı tahribatla ilgili tespitleri de çarpıcıydı.

“Çok kıymetli, özel yetişmiş personelimizi kaybettik ve bunun acısını daha sonra çok çektik. Onları kaybettiğimiz için FETÖ’cü alçak ve hainler yönetimde de kendilerine alan açarak şans bulmaya başladılar. Hepsi yüzde yüz FETÖ operasyonuydu” diye konuştu Güler.

*

Yazının Devamını Oku

NATO zirvesi, ABD ile ilişkiler ve Biden dönemi kapanırken...

13 Temmuz 2024
SON yıllardaki NATO zirveleri her seferinde Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Joe Biden arasında şahsi düzeydeki ilişkinin seyrini gözlemek, okuyabilmek açısından da bir barometre işlevi gördü. Çok daha sınırlı bir çerçevede G-20 zirveleri de dahil edilebilir bu gözleme.

Ama projektörlerin daha kuvvetli çevrildiği NATO zirvelerine, toplantıların seyri, alınan kararların içeriği bir tarafa, ikisi arasındaki buluşmaların nasıl geçtiği, verilen fotoğraflarda nasıl bir vücut dilinin belirdiği gibi sorular açısından da özel bir ilgiyle bakıldı Türk kamuoyunda.

*

Hatırlanacaktır, Biden’ın 20 Ocak 2021 tarihinde göreve başlamasından sonra ikisi arasında uzun süren bir temassızlık döneminin ardından ilk yüz yüze görüşme bir NATO toplantısında, aynı yıl 14 Haziran tarihinde ittifakın Brüksel’deki merkezinde düzenlenen zirve sırasında gerçekleşmişti.

İkisi arasındaki bu görüşmenin önemi, ABD yönetiminin Afganistan’dan çekilmeyi tasarladığı bir dönemde Biden ile Erdoğan’ın Kabil Havalimanı’nın işletilmesi ve güvenliğinin Türkiye’ye bırakılması konusunda vardıkları mutabakat olmuştu.

Ancak Biden 2021 ağustos ayında ani bir kararla ABD askerlerini programlanan tarihten önce Afganistan’dan çekip Kabil’i tam bir kaosun içine itince, bu proje uygulama şansı bulamadığından boşlukta kalmıştı.

Biden öncesinde ABD ile ilişkiler tam bir belirsizliğe girmişti. Bunun nedenleri arasında, Türkiye’nin 2019 yılında Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri alması, Biden’ın selefi Cumhuriyetçi Donald Trump’ın da tepki olarak Türkiye’yi F- 35 programından çıkartıp, CAATSA yaptırımlarını işletmesi de vardı.

Trump’ın son döneminde yokuş aşağı giden ilişkileri kurtarmak anlamında bir sigorta işlevi görmesi beklenen Kabil Havalimanı projesinin devreden çıkması, ilişkileri yeniden bir belirsizliğe soktu.

*

Yazının Devamını Oku