Ey Vanlı kardeşim bak çivi yazısı ne diyor

DEPREM vurgunu Van için;

Gürpınar Ovası’ndan Van Ovası’na su getirebilmek için muazzam bir kanal projesi.
Suyun çıktığı kaynak Bacet Dağı’nın batı uzantısı olan kalker kayalıklar.
Kanalın uzunluğu tam 51 kilometre...
Dünya su mühendisliğinin bir harikası olan kanal, dağlardan geçitler açılarak, kayalar yarılarak geliyor ve Van Kalesi’ne kadar ulaşıyor.
Bu sayede Van Ovası hayat buluyor.
Peki ne zaman yapılacak bu proje?
Sıkı durun!
Tam 2700 yıl önce yapılmış zaten.
Urartulardan kalan çivi yazılı tabletlerde kanalın mühendislik bilgileri de anlatılıyor.
Kral Menaus (MÖ 840) yaptırmış.
Ve 2700 yıldır ne deprem, ne de zaman yıkamamış o kanalı.
Bugün hala o kanal suluyor Van ovasını.
Son depremden sonra baktım. Yine sapasağlam duruyor.
Van’da çöken binaların altında insanların nasıl can verdiğini; yıkılan çatıları, tel gibi bükülen demirleri, çöken yolları, gözü yaşlı anneleri görünce “çivi yazısı”ndan bir alıntı yaptım.
İyi ki Kral Menaus varmış. Hiç olmazsa ovanın suyu kesilmedi...
601 insan kaybettik. 4152 yaralı... Tekrar başımız sağ olsun!

İKİNCİ YAZI

Bakın nasıl parlıyor

GEÇEN hafta New York’ta görmüştüm...
Dünya para trafiğinin tapınağı, Wall Street Borsa Binası’nda parlıyordu.
Turkcell’in 10’ncu yılı için yapılan törende;
Binanın göğsüne bir şeref madalyası gibi asılmış dalgalanıyordu...
Ay yıldız...
Görünce içimizin titrediği o bayrak...
Dün baktım bu defa dünya sanayiinin kalbinde parlıyor.
Münih’teki muhteşem BMW binasında...
Bilim İlaç Avrupa’nın en büyük kalite ödülünü almış.
Markasını “ay yıldız”ın bir “şövalyesi” gibi “rekabet coğrafyası”na dikmiş...
Ve ben bu bayrakları gördükçe;
Yani;
“Sınır ötesi başarıları”...
İçim içime sığmıyor. Heyecanlanıyorum.
Çünkü bu global arenada birer “yatırım şövalyesi”dir onlar...
Bir Türk firması olarak Bilim İlaç’ın büyük ödülü aldığı Münih’teki ödül organizasyonda yemek servisini kim yapıyor?
Do&Co...
Sahibi bir Türk... Attilla Doğudan...
Ve firma adına bir yetkili kürsüden Do&Co’yu anlatırken;
Sahnedeki perdeye hizmet verdikleri dünyaca ünlü şirketlerin görüntüleri yansıyor.
Peki perdeye uzun uzun yansıyan şirketlerden birisi kim?
Türk Hava Yolları!
Bir Türk markası olarak THY’nin yükselişini zaten biliyoruz.
Dönüyorum BMW binasındaki törene.
Bilim İlaç’ın aldığı ödüle aday çok büyük firmalar var.
Kaybeden finalistlerden birisi de Bosch...Bu defa sahneye Bosch yetkilisi davet ediliyor.
Ve o yetkili dünya çapındaki fabrikalarını anlatırken perdeye en büyük yatırımlarından birisi yansıyor... Yetkili uzun uzun o fabrikanın başarılarını anlatıyor...
Peki o fabrika nerede?
Bursa’da...
Evet;
Turkcell’in New York’ta yaptığını;
Bilim İlaç Avrupa’nın merkezinde yapıyor.
Böylece Ayyıldız;
“Yatırım şövalyeleri”nin rekabet gücüyle dalgalanıyor...
Ve aynı saatlerde Eurosport yayınlarında bir marka yükseliyor...
Dünya Kadınlar tenis şampiyonası İstanbul’da...
Kortun üzerine yazılan İstanbul, bir “dünya markası” olarak ekranlara yansıyor...
Bitmedi...
Aynı hafta içinde uluslararası ajanslar Koç grubunun New York’ta açtığı İslam eserleri sergisinin haberlerini geçiyor... Bir yıldız da orada yükseliyor...
Ve Kahire havaalanı için iki firma kıyasıya rekabet ediyor...
İkisi de Türk firması...
Birisi kazanıyor... Diğeri de gidip başka bir havaalanı ihalesini alıyor...
Bütün bunları niye mi yazıyorum?
Şimdi birisi çıkıp da;
“Ama işsizlikten kırılanlar, Van’da çadır bekleyenler, her gün verdiğimiz şehitler var...” diyebilir. Haklıdır da...
Ama ben bunları;
- Türkiye’nin artık bir markalar yüzyılına açıldığını söylemek için yazıyorum...
- Bu acımasız “rekabet coğrafyası”nda markalarını dalgalandıran Türk firmalarının, “sınır ötesi” başarılarını alkışlamak için yazıyorum...
- Bizim artık, sınır ötesi operasyonları, “silahlarla” değil, “markalarla” yapacak bir döneme geldiğimizi hatırlatmak için yazıyorum...
- Bayrağı Kandil’e değil,
- New York’taki borsa binasına, Münih’teki BMW binasına, Pekin’deki yatırım ajansına dikmenin önemini haykırmak için yazıyorum...
- Van’da, Hakkari’de ya da Yozgat’ın bir köyündeki geri kalmışlığı da böyle aşabileceğimizi anlatmak için yazıyorum.
O kadar çok acıtıyoruz ki birbirimizi;
Biraz olsun;
Başarıya ve alkışa ihtiyacımız olduğunu söylemek için yazıyorum...

ÜÇÜNCÜ YAZI

Zoraki diktatör

BİRKAÇ ay önce Halep’teki sarayında uzun bir sohbet yapmıştık... ABD ile ilişkilerden, bireysel özgürlüklere, internet erişiminden, yeni siyasete kadar her konuda soru vardı...
Esad, inanılmaz bir nezaketle bütün soruları yanıtlamıştı. Saray’dan çıkarken güllerin arasında bir resim çektirmiştik...
Hatırlıyorum;
Gülerek; “Ben her şeyin farkındayım” demişti...
İşte bu cümlesine takılmıştım.
Çünkü bütün sohbetten çıkarttığım özet şuydu:
- Esad, babası Hafız gibi dünyadan kopuk bir kişi değildi. Tam tersine Suriye’yi dünyaya açmaya çalışan bir izlenim vermişti bana.
Türkiye’yi görüyor, demokrasi içinde de güçlü bir iktidar olunabileceğini anlıyordu.
İzlediğim kadarıyla Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan da, özel sohbetlerinde bunu söylüyordu.
Ama bir türlü yapamıyordu Esad... Hâlâ da yapamıyor.
Neden mi?
Çünkü o ziyaretten aklımda kalan çok önemli bir görüntü var...
Bu görüntü o an önemli değildi. Ama şimdi bana çok şey anlatıyor.
? Şam’daki toplantıda biz Cumhurbaşkanı Gül ve Esad’ın özel görüşmesini beklerken, geniş koridordan etrafı kalabalık bir kişi geçiyordu...
Son anda fark ettim.
Yıllar önce Özal’la gittiğimizde karşılaştığım aynı ifadesiz yüzdü bu...
Faruk El Şara...
Baba Hafız Esad’ın sağ kolu.. Baas Partisi’nin ihtiyar kurdu...
Derin ve pervasız bir güçle geçip gitti koridordan...
Şimdi bakıyorum, bendeki izlenimiyle Esad, batıya açılmayı isteyen bir isim.
Ama babasından kalan miras öylesine ağır ki. Öylesine “derin bir Baas” var ki...
Şimdi istese de yapamıyor.
Ne Mübarek ne de Kaddafi gibi değildir o.
Kendisi seçmemiştir iktidarı. Babasından miras, biraz da “zoraki bir diktatördür”.
Ve yaşadığı bu ruhsal paradoksla;
Müthiş bir film senaryosudur artık Esma ve Başer Esad...
Yazarın Tüm Yazıları