Erbezi beyne mi bağlıdır

KİTAP şu cümleyle başlıyor:"Windsor Şatosu’nun Kraliyet Galerisi’nde, Leonardo de Vinci’nin bir kadınla bir erkeğin cinsel birleşme sırasındaki görüntüsünü şema olarak gösteren bir çizimi vardır."

Rönesans’ın büyük dáhisi bu çizimi 1490 yılında yapmış.

Bu çizim, "üreme" dediğimiz şeyin, psikolojik mekanizmasını anlatan belki de ilk büyük tasarımdır.

Ancak bugün Leonardo’nun çizimine bakan sıradan bir kişi bile, dáhinin yaptığı iki büyük anatomik hatayı anında fark eder.

Leonardo, kadının memesi ile rahmi arasında fiziki bir kanalın bulunduğunu sanıyordu.

Erkekte ise spermin, erbezlerinde değil, beyinde üretildiğini düşünüyordu.

O nedenle beyinden başlayıp, omurilik boyunca aşağı inen ve penise bağlanan bir kanalın bulunduğunu sanıyordu.

Leonardo, cinsel birleşmenin psikolojisini tam olarak çözmüştü.

Kadının ve erkeğin erojen bölgelerine hükmeden nörolojik sinyallerin farkındaydı.

O nedenle, "Sevişme kafada başlar" düşüncesine, kendince anatomik bir gerekçe tasarlamıştı.

Oysa yüzyıl geçmeden şu gerçeği öğrenecektik.

Her psikolojik hazzın ille de fiziki bir temeli, ilintisi olması gerekmez.

İnsanoğlu, üremenin temel bilgilerine 17’nci yüzyılın başından itibaren ulaşmaya başladı.

İnsan yumurtasının varlığı 1672 yılında Reinier de Graaf adlı Katolik bir doktor tarafından kanıtlandı.

Sperm, 1677 yılında Antoni Leeuwenhock tarafından bulundu.

Yani 17’nci yüzyıl, üreme olayının sırlarının çözüldüğü yüzyıldır.

Geçen hafta, Mathew Cobb’un Türkçe’ye yeni çevrilen kitabı "Üreme"yi okumaya başladım.

* * *

Kitap okuma konusunda tam bir maymun iştahlıyım.

Çantamda, başucumda, masamın üzerinde aynı anda okunan en az 5 kitap var.

"Üreme"’yi okurken, bir yandan Darwin’in "The Voyage of the Beagle"ını okuyorum.

Aynı anda Herkül Millas’ın "Zamandan Bir Ses" kitabı var.

Akşamları televizyonu da aynı iştahla seyrediyorum.

Zaping benim karakterim, geceleri en önemli organım, uzaktan kontrol cihazı üzerindeki başparmağım.

Şu an önümdeki kitaplardan biri de Enis Batur’un "Pervasız, Pertavsız"ı.

Kitaptaki yazılardan birinin başlığı şöyle:

"Bir oturuşta okumak".

Jean Echenoz’
un "Ravel"ini bir oturuşta bitirmiş ve şunu söylüyor:

"Eskiden böyle olmazdı. Okur bir kitabı seçer, onu bitirince bir başkasını seçerdi, şimdi iki okurdan neredeyse üçü aynı anda birkaç kitap birden okuyor."

Tam beni tarif ediyor yani.

Enis Batur, buna "Kitap okumak değil, kitabın içine okumak" diyor.

Gerçekten böyle midir?

Bilmiyorum.

Uzunca bir zamandan beri, ne dilde, ne kültürde, herkesin kabul etmesi gereken kültürel kalıpların bulunmadığına inanıyorum.

Benim için "tek kitaba" veya akşam "tek kanala" mahkûm olmak, esaretin en ağırıdır.

Bir kitabı elimden atma, bir kanalı zaplama özgürlüğümden asla vazgeçemem.

Evet böyle düşünüyorum.

İşte o nedenle, Revep İvedik’e bakıp, "Güzel Türkçemiz katlediliyor" diye feryat edenleri de anlamıyorum.

Öztürk Serengil’in "Yeşşe"si benim yerleşik eğitim sistemine karşı ilk başkaldırışımdı.

Her hiphopçu benim için bir dil uçbeyidir.

* * *

Baştaki kitaba dönüyorum.

17’nci yüzyıl, insanoğlunun en büyük özgürlük alanı olan cinselliğin keşfinde çok önemli bir yüzyıldı.

"Üreme" bu dönemi anlatan olağanüstü bir kitap.

Geçen hafta ona başladım.

112’nci sayfada "Kadınların erbezleri" başlıklı bölüme geldiğimde, başka bir kitaba geçtim.

Oysa hiç sıkılmamıştım, tam aksine büyük merakla okuyordum ve okumaya devam edeceğim.

Ama içimdeki o maymun var ya...

Öyle acayip iştahlı ki, sıkılıyor.

O yüzden hiçbir kitabı bir oturuşta bitiremiyorum...

Bazısı hiç başlamıyor, bazısı ise hiç bitmiyor.
Yazarın Tüm Yazıları