Demek ki biz erkekler ahlaksız kişileriz

ÇÜNKÜ, kadınların, kızların saçlarının bir tek teli bile görülse biz erkeklerde hemen cinsel arzular uyanır (derler!)...

Karşımızdaki kadının yaşı, mevkii, sosyal durumu, öğretmen, doktor, hákim, memur ne olursa olsun, hattá, hasta bile olsalar...

- Başörtüsü takmakla kadınlar ikiye ayrılıyorlar; dinliler, dinsizler... Demek ki baş örtülüler, başörtüsüzler hakkında dolaylı olarak dinsiz hükmü vermiş olmaktadırlar... Halbuki İslam felsefesi, kul hakkında kararı kul değil, Allah verir der... Başörtüsü, İslam felsefesine karşı gelmek olmuyor mu? Günah işlenmiyor mu?

- Başörtüsü takmak demokratik bir hak ise tüm İslam ülkeleri en demokratik ülkelerdir... En başta, Burka ile Afganistan gelmektedir...

- Demek ki, başörtüsü, erkeklere karşı alınan bir tedbir, onların ahlaksız olduklarının simgesidir.

- Eğer, başörtüsü Anayasa’ya girerse, hem de bazı erkeklerin aldığı kararla, biz erkekler, Anayasa’ca -zımnen- ahlaksız olarak vasıflandırılmış (mı) olacağız diye düşünmemeye imkán yoktur!..

Halûk TARCAN- Türk Dili Kültürü Uygarlığı Bilimsel Araştırmacısı

(Not: Selçuk Üniversitesi, İláhiyat Fakültesi İslám Felsefesi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Şahin Filiz: "Kuran’da, asla baş ve saç kelimeleri yoktur, erkek/kadın eşittir" der!.. Ve "Türban farz değildir" diye ilave eder..." (Kanal B, 25 Ocak, saat 22.00)

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ise 14.09.2006’da Referans Gazetesi’ne "Başörtüsü hiç Müslümanlığın şartı olmamıştır" şeklinde demeç vermiştir.)

Uygar ulus kızı

"... Kimi yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez ya da bir peştamal ya da benzer bir şeyler atarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir, ya da yere oturarak yumulur. Bu durumun anlamı, gösterdiği nedir? Efendiler uygar bir ulus anası, ulus kızı bu şaşırtıcı biçime, bu vahşi duruma girer mi? Bu durum ulusu çok gülünç gösteren bir görünüştür. Hemen düzeltilmesi gerekir."

(Mustafa Kemal, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay. Ankara, 1981 C.II., s. 217)

’Parola 222’

SAYIN Oktay Ekşi’ye Başbakan’a yazdığı açık mektup (29.1.2008) için teşekkür etmek istiyorum.

Dediği gibi birileri tarihten hiç ders almamış gibi!

Ben 21 yaşında, üniversite son sınıf öğrencisiyim. Yangından mal kaçırır gibi Anayasamızda yapılmak istenen ’türban’ düzenlemesine karşıyım. Karşı olmak ne kelime, bunun sıkıntısı içimden bir an olsun gitmiyor. Yapılacak olan düzenlemeyle ülkemizin nereye götürülmek istendiğinin farkındayım. Bu öfke ve endişe içinde her gün bir şeyler yapmak lazım, neden kimseden ses çıkmıyor, düşündüm durdum. Beklediğim sese Cumhuriyet Gazetesi’nde rastladım. "Rejimi değiştirmeye çalışanlara karşı Parola 222: 2. ayın 2’sinde saat 2.00’de Anıtkabir’de." Bu haberi gördüğümden beri içim içime sığmıyor. Annem, anneannem, babam ve ben cuma gecesinden yola çıkacağız. Niye bu haberi diğer gazeteler vermiyor?"

Pınar DENİZ

Üç ayak halay oyunu ve MHP

BİR ’Üç ayak halay’ oyunu oynanıyor Türkiye’de...Bu oyunda; folklor ekibinin kostümleri uzundur. Ayaklar gözükmez. Sahnedeki figürler ise üç adım ileri, üç adım geridir. Mantık; üç adım ileri üç adım geri atıldığında ekibin sahneye çıktığı yerdeki konumunda kalması gerektiğini öngörür.

Ancak değil... Çünkü, ileri atılan adımların boyutu, geri atılan adımlardan daha uzun olduğu için, ekip, çaktırmadan yer değiştirir ve istediği yere doğru yavaşça yol alır.

AKP’nin oyunu işte budur. Ama bu oyunun yardımcı karakterleri de vardır.

Kim ne derse desin MHP; her defasında AKP’nin kurtarıcısı ve zımni ortağı olmuştur. Dahası; AKP’nin varlık nedeni de MHP’nin ta kendisidir.

2002 yılında Kemal Derviş’ten kurtulmak için çare arayan MHP, ne yazık ki inanılmaz bir tuzağa düşmüş ve bugünkü siyasal iktidarın bilmeden yaratıcısı olmuştur.

Eğer Bahçeli, 7.7. 2002’de partisinin Bursa İl Kongresi’nde beklenmedik bir şekilde erken seçim çağrısı yapmasaydı, bugünkü AKP iktidarının varlığı söz konusu olabilir miydi?

O günün Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli şöyle demişti: "Gelin TBMM’yi 1 Eylül’de olağanüstü toplantıya çağıralım. 3 Eylül’de erken seçim kararı alalım ve seçim tarihini 3 Kasım olarak belirleyelim." Ve aynen dediği gibi de oldu.

2003 Mart’ında DSP lideri Bülent Ecevit ile genel merkezde yaptığımız sohbette kendisine "Devlet Bey, neden erken seçim çağrısı yaptı? Bu konuyu daha önce konuşmuş muydunuz?" diye sormuş, "Hayır" yanıtını almıştım. Ve sonra şöyle demişti:

"Devlet Bey’in erken seçimi neden istediğini hálá anlayabilmiş değilim!"

Olası bir erken seçim iktidar ortaklarının sonu olacaktı. Ekonomik gidişatın bedeli buydu. Hal böyleyken bir siyasi parti nasıl olur da kendi ipini çekebilirdi. Oysa biraz sabırlı olsalar, ekonomideki kötü gidişatın önlemleri alınmış, iyiye doğru gidişatın önemli işaretleri vardı ortada.

Ama hayır... MHP inat etti ve Türkiye seçime (2002) gitti... Ve sonuç ortada.

Türkiye rejim sıkıntısı ve cumhuriyetin temel ilkelerinin tartışıldığı bir sürece girdi.

22 Temmuz seçimleri sonunda da aynı garabet yaşandı ne yazık ki.

Bu ülkenin varlık nedeni olan kuruluş ilkeleri, bilerek ya da bilmeyerek MHP tarafından tehlikeye atılmıştır.

Şimdi sormak lazım MHP’lilere, bütün bu politik tercihlerden kim yarar, kim zarar görmüştür? Bunu kendilerine sormaları gerekmez mi?

İdris AKYÜZ

Biliyor musunuz?

KURBAN Bayramı’nda görüp İzmit Büyükşehir Belediyesi’ne haber vermiştim. Kolordu’ya çıkan İstanbul Caddesi üzerindeki Yenituran İlkokulu’nun duvarında Atatürk’e ait kabartma duvar panolarına kendini bilmez kişiler tarafından karalama yapıldığını... Önceki gün yine gördüm aynı durumdaydı. Her gün önünden yüzlerce kişi geçiyor; kimse rahatsız olmuyor mu?Süha AKINCI
Yazarın Tüm Yazıları