Bu kitap kütüphanede okunmalı

Kütüphaneye, kitaba dair ne görsem, okuma isterisine kapılırım. Sonra da kendi kendime derim ki, yahu kitap okuyorsun, bir de kitaplar, kütüphane üzerine yazılmış kitaplar fazla gelmez mi?

Hayır. Çünkü kitabın ve kütüphanenin zevkini çıkaranlar da bana bir çeşitlilik getirir, belki eksik bir sevgiyi tamamlarım.

Enis Batur’un Kütüphane kitabını okurken, birden mekan değiştirme duygusu dürttü beni. Sanki bir tür sağlama gerekiyormuş gibi. Ben de bu duygulara, bu akıl yürütmelere evet diyecek miyim, yeni eklemeler mi yapacağım, yoksa külliyen ret mi edeceğim.

Kütüphanesini kaybedip yeniden bir kitaplık kurmanın etkileyici hüznü yatıyor kitabın ilk sayfalarında.

Benim birçok arkadaşımın başına gelmiştir, terk edişlerin, terk edilişlerin ardında kalan kütüphaneler. Anıların bence en unutulmazı. Tekrarlanmaktan en korkulanı.

"Bir dönem ben de yandım, hem yakındım: Gidenin gittiğini kabullenmek zorlu süreç, kanırtıcı deneyim. Koşut düzende, iç konuşma balonları oluşmaya başladı: Yeniden bir kütüphane nasıl kurulur? Hangi alışkanlıklar sürecek, hangileri devreden bu vesile ile çıkacak, çıkarılacaktır? Kendi kendine sorular, kendi kendini sorgulamalar vaktidir bu: Neden tutsağıyım kitapların? Duvarlarımı örten kitap duvarlarıyla hangi güvensizlik duygusuna savaş açıyorum?"

Enis Batur,
kütüphane kavramını yaşayan, kütüphanenin hem bir özgürlük, hem de bir zindan olduğu gerçeğini bilenlere, fark edenlere sesleniyor.

Kütüphane kitabını okuduktan sonra, kütüphaneme koştum, başka kitaplıklardaki tedirgin serüvenlerimi düşündüm. Her kitabın yazarının, zaman zaman kahramanının canlandığını sandım, geçmişle gelecek arasında zamansızlık köprüsünün üstünde epey ter döktüm. Kitap deyince her zaman munis okumalar düşmesin zihninize. Gönlünüze, kafanıza huzur getirdikleri gibi bir hayale de kapılmayın.

Çünkü gün gelir, kitapları denize döken bir ermiş olabilirsiniz. Kütüphane benim masamın üzerinde sürekli duruyor. Çünkü ona ekleyeceğim ya da karşı duracağım yanların sürekli değişimi beni çekiyor. Kitabın içindeki fotoğrafların da metne katkısı olduğunu unutmayın.

YAŞAMLA EDEBİYAT KESİŞİR (Mİ)?

Enis Batur’
un Cep Meşkleri uçucu bir kitap. Okudukları, duydukları, gördükleri birden edebiyatla kesişiyor. Özel bir edebiyat kadrajına sığdırma çabası gütmeden.

Gerçek yaşamın belirginliğiyle, yaşamın öte yanının belirsizliği, sisli görüntüler yaratmış Cep Meşkleri’ni, rüya ile gerçek arasında bir gidip gelme belki. Metinlerle hayat arasında bir alışverişin inandırıcı belgeleri:

"Bir düş yorumcusu değilim ben; ama ruhçözümünden çok şey öğrendim. Yıllardır gördüğüm düşleri toplar, bazılarını yazarım. Başkalarının gördüğü düşleri dikkatle dinlerim kimsenin kimseyi can kulağıyla dinlemek istemediği bir çağda."

Koyun cebinize, çeşitleme egzersizleri yapın, Cep Meşkleri’ni okuyarak.

Gezi kitaplarını severim ama gezmeyi sevmem.

Tipik rehber kitaplarından sıkılırım.

O yerin ruhu, yazarda, şairde uyandırdığı çağrışımlar, ona eşlik eden bir bilgi birikimi, bir edebi hazırlık, gezi kitaplarını lezzetli kılar. Enis Batur’un Bulutlardan Yontma Kayalar-Bir Bretagne Gezisi bu gerekçelerle okunmalı.

EYFEL KULESİ’NE HİÇ ÇIKMADIM

Paris’e
bunca kez gittim, Eyfel’e çıkmak gelmedi içimden. Ziyaretçilerin koştuğu, görmeden edemediği, en azından anlatmak için görmesi gerektiği yerlerden biridir. Belki de o yüzden uzak durdum.

Enis Batur’un Eyfel’inde anlattığı, Maupassant örneğini mi tercih etseydim:

"İnşa tamamlandığında, demiryolu kulenin dibine dek ulaşıyordu. Geceleri gaz lambalarıyla aydınlatıldığı için büyüleyici bir yanı vardı. Gene de, sevmeyen sevmiyordu: Ünlü yazar Maupassant, öğle yemeklerini kuledeki restorasyonda yeme gerekçesini, o korkunç şeyin bir tek oradayken görülmeyişine bağlıyordu."

Fotoğraflarla, resimlerle Eyfel’in inşaatından bugüne serüvenini anlatırken, bir şehrin, yüzyılların bir kule ile ilgili paralel gelişimini dile getiriyor.

Elbette şehrin simgesidir. Sevmeyeni, nefret edeni olsa da, birçok sanatçının ilgi alanı içinde kalmıştır.

Eyfel için hoş bir belgesel deneme. Albümle iyi bir metnin arkadaşlığının ürünü.

ADANIN KENDİNE ÖZGÜLÜĞÜ

Plati’
nin kapağındaki yazı şu: Bir Ada Denemesi.

Adalar üzerine, onların etkisi, konumu üzerine bir deneme.

Bildiğiniz adalar, bilmediğiniz bir bakış açısı.

Siz bu adalara gittiniz mi? Onlar üzerine ne düşünürsünüz?

Enis Batur’la ada kavramını, adaları, orada yaşananları, yaşanmayanları, şimdiye kadar söylenenleri, yazılanları okuyun.

Acaba başka ülkelerde ’Hayırsız Ada’ diye bir ifade var mıdır? Peki nedir bunları ’hayırsız’ kılan, adalar gerçekten insanları kabul etmeme hakkına sahipler midir, bu hakkı nereden edinirler? Bu cevapları Enis Batur veriyor desek yanlış olmaz. O; kitaplardan, fotoğraflardan, belgelerden yola çıkar ve o konuyu yeniden keşfeder. Bizi de keşfine ortak eder.

KİTAPLARDAN

BEN KİTAPLIĞIMIN YALNIZ SAKİNİYİM (KÜTÜPHANE)

Kütüphanenin kabusundan gerçekliğine geçerken, sonsuz sayıda çekmeceden oluşan imgelemimden söküp çıkardığım bir duygu, kendisini çevreleyen bütün ötekileri bastırır, kenarlara iter: Ben, kitaplığımın tek, yapayalnız sakiniyim, kitaplarımı dileyene dilediğinde vermekten çekinmem gerçi, onların dolaşmasından, başka ellere, gözlere açılmasından kıskançlık duymam hiç, ama kitaplığım, oturduğum evin taşıyıcı duvarıdır: Bir sarmaşık mantığıyla ilerler ve beni dolantılı güzergahına toplar.

Herkesin kitaplığında gizlerini mahfuz tutan bir bulmaca üslubu bekler. Bir raftaki kitaptan bambaşka bir raftakine seken, aralarını dolduran ciltlerden bağımsız bir komşuluk ilişkisi kuran, dışarıdan gelip bakanın o dizilişi kesinkes bilemeyeceği, yeniden kuramayacağı bir düzen.

KÜTÜPHANE’DEN ÖLÜNCE AYRILIR İNSAN (KÜTÜPHANE)

Benzerlerimin olması, öte yandan, durumumun benzersizliğini zedelemez: Kütüphane’deki her okur biricik bir deneyim yaşar, hiçbir benzerinde tıpatıp tekrarlanamayacak bir yaşantı dilimi yaratır, içinden geçer. Benim okuduklarımı benim okuduğum sırayla, düzenle, düzensizlik içinde hiçbirini okuyamazsınız. Tutalım okudunuz, benim gibi okuyamazsınız. Ben sizi tekrarlayamam. Kütüphanenin her kitabı ötekilerle buluşur, onlardan ayrılır ya, her okur da biricikliği içinden benzerlerine, benzemezlerine katılır.

O mekana girenlerin ortak paydası, paylaştıkları zaman dilimidir. Okuru olduğu Kütüphane’den ölünce ayrılır insan.

Kimileri, mezarlarına küçük bir kitaplıkla gömülmeyi vasiyet eder. Birlikte unufak olacakları bir vakte hak kazanırlar olsa olsa: Zamanın kurtları onları çarçabuk kemirir.

İNSAN ANAKARADA HUZUR BULAMAZ (PLATİ)

Adalar’la 1965’ten sonra tanıştım: Sırasıyla Heybeliada, Kınalı, Büyükada, Burgaz. Sivriada’ya ve Yassıada’ya, beş yıl doldu şimdi, dileğimi kırmayarak bir arkadaşım götürdü beni teknesiyle.

O gün bugündür bu metin, bu ufarak kitap tasarısı içeride harlanıyordu.

2002 yılı ilkyazında alevler göründü: Ateş, yazının geridönüşsüz işareti.

Burgaz’a gidip geldim bir iki kez; Akşit Göktürk’ün kitabıyla oyalandım yeniden; Lawrence’ın, "The Man Who Loved Islands"ını, Conrad’ın "Zafer"ini okudum ardarda; bir alfabetikdeniz denemesi yaptım; dosyalarımda birikmiş ada malzemesini elden geçirdim, yeni malzemelerin peşine takıldım ve bir bölüğüne eriştim;

dilimde cümleler, paragraflar kızıştı,

gözümün arkaperdesinde sahneler çatılır oldu, sesler ve kokular arttı,

leke büyürken kalemime mürekkep sürdüm ve evimden çıkıp uzaktaki odama geldim. Bir adada yaşamayı seçecek olsaydım

ki en doğrusu budur (insan anakarada huzur bulamaz),

Hayırsız Ada ya da Eşek Adası gibi alabildiğine çekici, ıssızlığında çağırıcı olanlara şüphesiz yönelmezdim: Münzeviliğin kestirme yolunun, her şeyden uzakta yaşamakta karar kılacak ölçüde uçlara savrulmadım hiç.

SİVRİADA İNSANLARI SEVMEDİ ÇÜNKÜ... (PLATİ)

Denilebilir ki, İstanbul’un adalarından ikisi ötekilerden ayrılmış, neredeyse bir tür uğursuzlukla her şeyi geri çevirmişse, bunda şehirlinin suçu ne? Bu sorunun yanıtını, Hayırsız Adalar olarak anılagelen Yassıada’ya ve Sivriada’ya biçilen rolleri anımsayarak vermek en doğrusu. İki adanın tarihi, onların Tanrı’larına yaklaşmak için hemcinslerinden uzaklaşmayı seçenlere uygun görülmediği zaman, hemcinslerinden istemeyerek uzaklaştırılanların yerleşim yeri seçildiklerini gösteriyor. Keşişin, sürgünün, hükümlünün yaşamasına ayrılmış bir ada, ister istemez Capri’nin ya da Santorini’nin büründüğü büyülü kimliğin ters kutbunda tarifine oturur ve orada gitgide koyulaşır.

Bugün, mahkemelerden kırk yıl sonra, Yassıada hálá siyah bir peçenin arkasında, yorumsuz bir leke olarak duruyor. Her şehrin bir bilinçaltı varsa, ki bana kalırsa vardır, Sivriada, altkatmanlardan birinde, bu şehrin utançtan yerin dibine geçmesini gerektirecek bir olayın silinmez, unutulmaz anısıyla içiçe duruyor: 1910 yılının Haziran ayında, Belediye Başkanı Suphi Bey, İstanbul sokaklarından 80 bin köpeği serserilere demir kıskaçlarla toplattı ve onlara çatanalara bindirerek Hayırsız Ada’ya terk etti. Aç, susuz, birbirini parçalayan köpeklerin sesinden İstanbullular birkaç gece uyuyamadı.

Böyle bir uğultu şehrin genlerinden bilinebilir mi, bilmiyorum; ama Sivriada’dan bir daha hayır beklenemezdi - insanları sevmedi, istemedi.

DAĞLARCA’NIN TAVLA OYNAYIŞI (CEP MEŞKLERİ)

Fazıl Hüsnü Dağlarca, kimden duydum unuttum, Tamer’le tavla oynamayı çok severmiş: Düşeş attığında taşı pencüse oynamasına ses çıkarmaz, göz yumarmış bu yaşam bilgesi arkadaşım. Öte yandan, şiirine, şair duruşuna baktığımda Dağlarca’nın böyle tavla oynaması bana eşyanın mantığı gibi geliyor: Dilediğince oynamak ona vergi sayılmalı(ydı).

MODERN ZAMANLAR BİTTİ Mİ? (EYFEL)

Eyfel Kulesi 31 Aralık 1999’u 1 Ocak 2000’e bağlayan gece, son büyük şölenini yaşadı: Etrafına birikmiş binlerce tanık, ekranların önündeki milyonlarca izleyici, üzerine yerleştirilmiş bir tabeladan birkaç yıldır 2000’e doğru başlatılmış geri sayımın "Sıfır"lanacağı anı bekliyordu. Sonunda vakit geldi çattı: İnanılması güç bir ışık şöleni içinde, sayısız havai fişeğin eşliğinde sanki gökyüzüne ağdı Eyfel.

Belki de modern zamanlar artık bitmişti.

DOĞAN HIZLAN'IN SEÇTİKLERİ

Kitabın Adı Budur/Tan Oral KitabıHaz. Aydın EnginTürkiye İş Bankası Yayınları

Büyü’sün Yaz (Toplu Şiirler)Hilmi YavuzYKY

Kırk Ambar Sohbetleriİlber OrtaylıAşina Kitaplar

Serçe BulutuTakashi Matsuokaİthaki

Güneyin Bilinci (Faulkner)Peter NicolaisenDünya Kitap
Yazarın Tüm Yazıları