Bu da fotoğraftaki kadının görüntüsü

GEÇEN hafta pazar günü bu köşede çıkan yazı ‘‘Fotoğrafta Kadının Yeri Yok’’ başlığını taşıyordu.

Yazı, İslamcı kesimin önde gelen ailelerinden birinin düğününe ilişkin bir haberin verilişinde tek bir kadın görüntüsünün bulunmamasını konu alıyor, bu eksikliği çağdaşlık anlayışı bakımından eleştiriyordu.

Türkiye'de en kuvvetli hukuk ve demokrasi söylemiyle karşımıza çıkan İslamcı çevreler bile, son tahlilde, kadın-erkek eşitliğini kabul etmeyen gerici bir zihniyeti temsil ediyorlar.

Bu zihniyeti savunurken, bir taraftan da çağdaş anlamda hukuk ve demokrasiden dem vurunca, ciddi bir çelişkiye düşüyorlar.

Bu çelişki, fotoğrafta kadının yüzünün saklanmasıyla kendini gösteriyor.

PESPAYELİK, LAİK

YAŞAM BİÇİMİ Mİ?

Bugünkü yazımızda, kadının yüzünün gizlenmediği bazı fotoğraflara bakarak, açık sözlülükle şu sorulara yanıt arayalım:

Birinci soru: Toplumun bazı kesimlerinin olsa olsa birer ahlaksızlık tezahürü olan fotoğrafları ne ölçüde çağdaşlığı temsil ediyor?

Bunu tamamlayan ikinci bir soru: Laik yaşam biçimi bu mudur?

Üçüncü soru: Çağdaş yaşam biçimi adına sergilenen bu pespayeliklerin temsil ettiği bozuk ve azgın bir ahlak anlayışından kendilerini korumak isteyen insanların dine daha çok bağlanmaları haksız görülebilir mi?

Ve rahatsız edici bir soru:

Türbanlı öğrencilerin okullara girmesi yasaklanırken, bu pespayeliklerin teşvik görmesinde, sistemin buradaki kayıtsızlığında izaha muhtaç bir çelişki yok mudur?

Bu ve bunun gibi soruların listesini uzatmak mümkündür.

GÖRGÜSÜZLÜK, CEHALET VE ŞIMARIKLIK

Sorunun özünde, Türkiye'de son 10 yılda özel televizyon kanallarının kontrolsüz bir şekilde patlamasıyla birlikte topluma enjekte edilen bozuk ve vıcık bir ahlak, daha doğrusu ahlaksızlık anlayışı yatıyor.

Bu, kadının cinselliğini ön planda tutan, kadını topluma salt bir cinsellik öznesi olarak tanımlayan, takdim eden bir anlayış.

Bu anlayışla iç içe geçen, onu azdıran başka faktörler de var.

Örneğin, kişinin özel hayatının ihlal edilemez sınırları içinde kalması gereken mahremiyet perdesinin kaldırılarak, mahremin şeffaflaştırılması...

Buradaki çöküntü, Özal dönemiyle birlikte köşe dönmeci yeni ve/ya da kara paranın bütün görgüsüzlüğünü, şımarıklığını, cehalet ve düzeysizliğini topluma bulaştırdığı bir fonda gerçekleşiyor.

Ülkede genelde eğitimin kalitesinin düşmesi, ayrıca taşra değerlerinin kent değerlerine baskın çıkmaya başlaması çöküntüyü körüklüyor.

Sonuçta karşımıza çıkan canavar, televole kültürüdür.

EDEPSİZLİĞE DUR DEME ZAMANI

Bu canavar, her akşam TV kanallarından evlerimizin içine girmekte, başını oturma odamıza kadar uzatmakta, günlük yaşamımızın bir parçası haline gelmektedir.

Sevda Demirel'in kendisine ‘‘Seni basmadılar mı?’’ diyen Hande Ataizi'ni tokatlaması, Yasemin Kozanoğlu'nun bilincini kaybetmiş bir şekilde gece kulübünden yerlerde sürüklenerek çıkartılması, bazı ünlü playboylarımızın ve mankenlerimizin her hafta göstere göstere sevgili değiştirmeleri vs...

Televizyon kanallarımızın Türk toplumuna iftiharla sunduğu, küçük çocukları özendirdiği ahlak yelpazesinde işte bu görüntüler yer alıyor.

Hazin olan, Türk toplumunun geleceğini zehirlemeye başlamış olan bu maskaralığın, soysuzlaşmanın çağdaş yaşam biçimi olarak takdimidir.

O zaman, çağdaşlık değerlerini savunanların da Türkiye'nin geleceğine sahip çıkmak için bu edepsizliğe dur demeleri zamanı gelmiştir.
Yazarın Tüm Yazıları