Biri bizi gözetleyemiyor evi

BAZILARINIZ dikkat etmiştir. Benim hafta içinde yazdığım yazıların birinci sayfadan anonsu vardır.

Ama pazar yazılarımınkinin yoktur.

Bunun mesleki bir hikáyesi var.

Pazar yazılarını yazmaya Erol Simavi'nin döneminde başladım.

Erol Bey, siyasi yazılardan hoşlanırdı. Pazar yazılarımı ise pek sevmezdi.

Sık sık ‘‘Şunları yazmasan olmaz mı’’ diye sorardı.

Bense, pazar günleri biraz serbest uçuş yapmak isterdim.

Siyasetten oldum olası pek hazzetmediğim için, pazar günü yazdığım yazılar bana çöl ortasındaki vahalar gibi gelirdi.

* * *

Etrafımdan sık sık bu yazılarla ilgili güzel şeyler de işitirdim.

Ama Erol Bey'i ikna etmem mümkün olmazdı.

İşte öyle günlerden birinde Erol Bey, şakayla karışık bir kızgınlıkla, ‘‘Hiç olmazsa bunların anonsunu birinci sayfaya koyma da, ben de görmeyeyim’’ dedi.

Ben de koymadım.

O gün bugün pazar yazılarımı birinci sayfadan anons etmiyorum.

Pazar yazılarına başlamamın üzerinden 10 yıldan fazla zaman geçti.

Erol Bey'le aramızdaki bu anlaşmazlığın hálá devam edip etmediğini bilmiyorum.

Ama basında pazar yazıları çoğaldı.

Türkiye, pazar günleri toplu halde teneffüse çıkıyor.

Siyaset dışında bir dünya olduğunu da keşfediyoruz.

Hani fena da olmuyor.

Bir gün siyasetten söz etmiyoruz diye ne Türkiye, ne dünya batıyor.

Ama itiraf edeyim.

Pazar yazıları ve siyaset dışı yazılar bana en fazla ıstırap veren yazılardır.

Çünkü öyle yazılar var ki, özenirim. Yok, yok ‘‘özenmek’’ fiili çok masum kalır. Basbayağı kıskanırım.

Çünkü Allah bana kıskançlık duygusunu verirken eli sıkı davranmıştır.

Ama edebi tat veren yazılar konusunda ise tam tersini yapmıştır.

Kendimi tutamam, kıskanırım.

* * *

Mesela Bekir Coşkun'un dünkü yazısı.

Okurken içim bir meydan savaşına dönüştü.

Ruhumun bir yerlerinde haz ve kıskançlık öldüresiye bir savaşa girişti.

Şu cümleye bakar mısınız:

‘‘Dün gece kıyıda oturup yıldızları saydım.

İki eksik çıktı.

Hatırladım gülüm.

Efkárlandığım bir gece.

İkisini kül tablasında söndürmüştüm.’’

Köşesinden firar edip, sessiz adımlarla şiire doğru koşan, oralarda volta atan bir yazı.

Kıskanmazsınız da ne yaparsınız?

* * *

Pazar yazılarının çoğunda arabesk bir baharat vardır.

Bazıları bunu fena halde küçümser.

Bense intikam almak için o küçümseyenleri tahayyül ederim.

Mesela o kadınlarla o erkekler baş başa kaldıkları zaman acaba birbirlerine neler söylerler?

Karşısındakini etkilemek için hangi şiirleri okur, ne cümleler kurarlar.

O cümleleri telaffuz ederken, gözlerinde nasıl bir bakış vardır, dudakların kenarına hangi ifadeleri yapıştırırlar?

Hiç bilir miyiz?

Bilemeyiz. Asla bilemeyiz.

Çünkü onlar saklanır. Çünkü onlar baştan sona arabesk anlardır.

Okumuş, yazmış tarikatının en kuvvetli tabusudur bu. Mahrem; en ceberut pozunu orada takınır.

Öyle anlarda söylenenler kimselere anlatılmaz. Çeneler kilitlenir, diller kesilir.

Ancak birkaç ‘‘Kötü kız Ramize’’ o anların dedikodusunu yapar. Zaten onlar da anında recm edilir. Şanslıları aforozla sıyırırlar.

Bir de Metin Üstündağ'ın pazar sevişgenleri...

Oradaki konuşmalara mizah diye güler geçeriz.

Ama ben çok iyi bilirim ki, ‘‘Pazar Sevişgenleri’’ çoğumuzun ‘‘BBG evi’’dir.

Daha doğrusu, kimsenin gözetlemesine izin vermediğimiz evlerimiz.

En korkak, en riyakár, en ikiyüzlü olduğumuz o anların hiçbir zaman göremeyeceğimiz BBG'si.

Dışımızdan öyle konuşur, iki kişilik tenhalıklarda arabeskin allahına sarılırız.

Hem de öyle yılan gibi falan değil, içten, bütün ruhumuzla.

* * *

İşte o yüzden pazar yazılarını seviyorum.

Çünkü o yazılar, en korkak yanımızın, en katı mahrememizin izin verdiği ‘‘Biri Bizi Gözetliyor’’ evidir.

Sahici olan yanımızın, izin verebildiğimiz parçacıkları.

Yani kurtarılmış biz parçaları...
Yazarın Tüm Yazıları