Yol taváfı

Brüksel’deydim. Eylül cumartesisi pırıl pırıl doğdu. İyimser huzmelerle yıkandım.

Ve birden, nereden aklıma esti bilmiyorum, refakatçime "kalk" dedim, "cinnet yıllarımı taváfa çıkalım".

Şaşırdı. "Ne cinnet yılları? Neyin taváfı?" diye sordu.

"Güzergáh boyunca anlatırım, hadi Köln’e gidelim" cevabını verdim.

Kabullendi ve onun konforlu arabasında direksiyona geçtiğim gibi, yola revan olduk.

Hadi, şimdi yürü atım rahvan, yürü, tez yürü!

PASAPORTSUZ MASAPORTSUZ

Dün gibi hatırlıyorum, Belçika - Almanya sınırındaki Welkendraat - Aachen karayolu hudut kapısını ilk kez pasaportsuz olarak, 1972 Mayıs’ında geçmiştim.

Bir seneden biraz fazla olmuştu ki, 12 Mart darbesi gerçekleşmişti.

Arandığım gerekçesiyle de konsolosluk pasaportumu uzatmayı reddetmişti.

Henüz mültecilik başvurusu yapayım mı, yapmayım mı tereddütleri içindeydim ki, işte o Mayıs ayında Köln’deki "merkez"den gelen talimat, bir öğrenci kurultayı paravanı arkasında Saarbrücken’de gerçekleşecek "parti" toplantısına katılmamı buyurmuştu.

Emir demiri kestiğine göre, emir "burjuva devleti"ni (!) tabii ki haydi haydi keser.

Pasaportsuz masaportsuz, ne yapar yapar ben bu hududu mutlaka geçerim.

Geçtim de! Ve, hiç mi hiç zor olmadı. Yağdan kıl çeker gibi kolay gerçekleşti.

Daha sonra karım olacak olan genç kız babasının otomobilinde beni yanına aldı.

Cuma akşamının kalabalığından dolayı mıydı, yoksa her zaman böyle miydi bilemeyeceğim ama, iki tarafın polisleri hemen hiç denetim yapmadılar.

O, yarı açık pencereden kendi kimlik kağıdını şöyle üstünkörü göstermekle yetindi.

Bakmaya bile zahmet etmeyen aynasızların hafif baş işaretinden sonra da kendimizi "Deutschland, Deutschland über alles" ülkesinde bulduk.

Şaşırdım kaldım. Ben ki sınırlarda didik didik aranılan ve saatler, háttá günler geçirilen yerlerden geliyorum, bu alargalık, bu laûbalilik, tabii aslında bu "yurttaşa güvenirlik" karşısında küçük dilimi yuttum.

Sevgilim beni Aachen tren istasyonuna bıraktı ki, esas vartayı atlattıktan sonra gerisi nedir ki?

KÖLN’E GİDİYORUZ

İşte şimdi yine aynı sınır kapısına giden ana otoyoldayız.

Eylül güneşi pırıldıyor ve ayağım gazda, rahvan at tez, çok tez yürüyor.

Hiç eksen değiştirmeden dümdüz giderseniz bütün Yaşlı Kıta’yı katedersiniz ve kendinizi Fatih Köprüsü’nden Asya’ya geçerken bulursunuz.

Baktım, Brüksel’den Liege’ye yaklaşıldığı gözüken levhá hiç değişmemiş:

"Berlin, via Bonn ve Köln"!

Bu levhá öylesine önemlidir ki! Öylesine semboliktir ki!

Çünkü, "esas menzili" ve "esas hedefi" simgeler.

Yine çünkü, kırk, belki elli, hatta belki atmış senedir aynı olduğunu hiç unutmayın!

Dolayısıyla da, 1989’da "Duvar" yıkılana dek o Berlin’in 1945’ten beri artık Federal başkent olmadığını hatırlayıp, yol işaretinin aslında söz konusu başkentten asla vazgeçilmediğine ve vazgeçilmeyeğine dair bir iradi simge oluşturduğunu anlayın.

Fakat biz Berlin’de değil, son tahlilde bir taş atımlık mesafede olan Köln’e gidiyoruz.

KÖY EVİNİ TAVÁF

Coğrafya da değişti. Engebeler yukarıya tırmandı.

Solumuz yassı, yamyassı Hollanda’dır. Ama solumuzda, "dağ" (!) deniliyor olsa dahi aslında yüksek platolardan başka bir şey olmayan Arden Dağları uzanıyor.

Biz onun en kuzeyini yalayarak, Almanya’daki uzantısını oluşturan ve Ren havzasına kadar aynı adla devam edecek olan Eifel Yaylası tepelerine doğru seyrediyoruz.

Henrich Böll’ün memleketidir.

Çok sevdiğim büyük Cermen yazar öldüğünde, onun köy evini de taváfa gitmiştim.

Bir de, Monschau şehirciği buradadır.

Muhtemelen Alaman kentlerinin en eskilerinden birisini oluşturur.

Öylesine sevimlidir ki, müttefikler 1944 sonu sınırı geçip Reich içlerinde doğru ilemeye başladığında, "köprüleri yakın" emrini vermiş olan Hitler dahi insafa gelmiştir.

Monschau’nun da yerle bir olmasına çanak tutmamak için, savunmaksızın, Wermacht ordusunun Ortaçağ sitesini General Patton tugaylarına teslim etmesine ses çıkartmamıştır.

SONRASI HAFTAYA

Ve işte, uzaktan uzağa o sınır da gözüktü. 1972’de geçtiğim hudut kapısı gözüktü.

Fakat, "taváf niyeti"min bundan sonrasını gelecek pazara bırakıyorum.

Ya Rább’i yedi şafta sáyetmek istiyorum - Taváf niyeti

AÇIKLAMA: Yukarıdaki niyetten de anlaşılacağı gibi, Arapça "taváf" kelimesi kutsal şeylerin, bilhassa da Kábe’deki Hacer-i esved taşının etrafında dolanmak için kullanılır. Fakat, her lisanda olduğu gibi, buradaki dini terminoloji Türkçede de sekülerleşmiştir. Dolayısıyla, aşağıdaki deneme yazıları için "taváf" sözcüğüne başvururken, dünyevi bir "geçmişin etrafında dönmek" fiilini kastediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları