Dünyanın en zengin insanı benim!

Evet öyleyim. Düşün-senize malla mülkle derdim yok.

Haberin Devamı

Para pul olmuş olmamış beni hiç etkilemiyor.
Varsa açgözlü değilim, paylaşırım. Yoksa yoktur.
Çalışırım...
Ne mi yaparım hiç işim gücüm olmasa?
Toprağa giderim.
Toprak severim. Elim yeşildir benim.
Şuracıkta bi meyvecik yiyeyim, toprağa gömeyim, seneye fide olur. İki seneye meyvesini verir bana.
Toprak sevmek, toprağın seni sevmesi... Senin ona verdiğin değerin karşılığını sana vermesinden daha büyük bir zenginlik var mı sizce?
Yok.
E işte aç kalmam ki hiç.
Ağaçlardan anlarım.
Ağaçları anlarım demeliyim. Onlar da beni anlar.
Ağaçlarla sohbet ederim. Hiç yalnız hissetmem kendimi onların yanında, içinde, ortasında.
Korktum mu?
Hemen bir tanesine tırmanıveririm. Beni kollar, korur ağaç nasıl olsa.
Hayvanlar deseniz, arılar alemine girdiğimden beri anladım ki anlaşamadığım hayvan yokmuş.
Börtü böcekle de aram çok iyi.
Onlar beni biliyor gibi.
Sataşmıyorlar hiçbiri.
Geçinip gidiyoruz yan yana geldik mi, gül gibi.
Denizi severim. Rüzgarı da. Tuzu da.
Haddimi de bilirim, efelenmem asla ona.
Bilirim ki o ne derse odur.
Aynısı tüm doğa için geçerli.
Sözünü dinlerim doğanın.
Utanmaz arsız hadsiz şımarıkça kafa tutmam. Ona aykırı iş yapmam. Saygım büyüktür.
Hani böyle çok yaşlı bi nineye saygı duyar gibi kıldan incedir boynum doğanın önünde.
Dağları severim. Ormanları. Akarsuları, gölleri, ovaları.
Arabam filan olmasa da sorun değil. Hatta bisikletim de olmasın. Bir şeycik olmaz.
Ayaklarımın götürdüğü yere kadar -yeterli suyum olsun yanımda- yürüye koşa illa giderim.
Yeter ki zamanla tehdit etmesin hayat beni asla.
E çok uzağa mı gidilecek? Ayağımın gidemediği bi yer mi?
E gitmem be ya!
Sonunda ölüm yok ya...
Hayatı yaşarsan eğer, yaşamak için uzağa gitmene gerek yok ki aslında.
Ağaçlardan, denizden, topraktan gelenlerle beslenirim.
Fark ettim ki, beni arsızca tokken bile yediren şehir hayatı aslında.
Toprağa, doğaya yanaştım mı, azla yetinebiliyorum.
Zaten sürekli seni çalıştırıyor doğa tatlı tatlı. Hep meşgulsün.
Yemek sadece çok acıktığında aklına geliyor. Sıkılınca bozulunca yerim gibi bir şeyler olmuyor.
Düşünsene bir yerden bir yere giderken bir dut ağacı çıkıyor karşına, dalına asılıp yiyorsun.
Az ileride bi kayısı ağacı. Daha pek olmamış gibi; ama tadına baktın mı can erik niyetine yiyebiliyorsun. Ekşi tatlı.
Aaa az gittim uz gittim bir köye mi geldim?
Köydeki teyzeler, amcalardan güzel insanlar yok.
Hemen kendi canlarından birisin.
Bir ayran, bir çay, bir pişi filan derken en mükellef sofra, en tatlı sohbet ve sonsuz güven duygusu o nur yüzlerde gülen gözlerinde...
Kalkasın gelmez o yer sofrasından bir daha hiçbir yere.
Çocuklara kitap okurum, dünya edebiyatını anlatırım.
Onlara öğrendiklerimi aktarırım. İngilizce, Fransızca öğretirim. Boş bir dakikam kalmaz. Yazarım yazabildiğimce.
Her gittiğim yerde birileriyle arkadaş olurum. Zaten nereye gitsem de var bir arkadaş.
Çok güzel dostlar biriktirmişim.
Şehirlerin bana verdiği hüzünden, tasadan tek bir iz yok toprağa yanaştığımda.
Sanki bu dünyayı ben kurtaracakmışımcasına güçlüyüm, özgürüm, cesurum.
Hani çocuklara çok iyi eğitimler vereceğiz diye geberiyoruz ya...
Mutluluk ve yaşama gücü vermek için paralasak keşke kendimizi.
Hayatta elinde hiçbir şeyi olmadığı gün bile bu dünyanın en zengin insanı gibi hissedecek kadar topraktan doğadan anlar, sever, yaşar ve güzel arkadaşlar aşklar biriktiren insanlar büyütmek için hırpalasak kendimizi..
Şu an hissettiğim şey bu işte.
Şu hayatta yapama-yacağım şey yok. Her yer benim. Ben her yerde hayatta kalabilirim.
Ha gün gelmiş de yukarıda yazdıklarımın hiçbirini yapamayacak hale mi gelmişim?
E yine toprağa -hem de dünyanın en zengin insanı olarak- gideceğim.
Çok şükür.
Yonca
“köylü”

Yazarın Tüm Yazıları