Kaynağı kıt kredinin faizi düşmez

TÜRKİYE’de ekonomik büyümenin lokomotifi, hane halkı tüketimine dayanan iç taleptir, ‘kasası’ da kredilerdir. Kredilerin de iki temel unsuru var; biri kaynağı, diğeri de buna bağlı olarak fiyatı yani faizi.

Haberin Devamı

‘Düğmeye basılarak’ faiz düşürülmesini bekleyen, zorlama ile düşürüldüğünde de ‘faizi düşürdük, ekonomi büyür’ bakışı, tasarruf açığı olan ama aynı zamanda sermaye girişi azalan bir ülke için çalışmayacak bir bakıştır.

Türkiye’de bankaların verdiği krediler, 2009’da milli gelirin (GSYH) yüzde 42’sinden, 2015 sonunda yüzde 77’sine yükselmiş. Yani 6 yılda GSYH’nın yüzde 35’i kadar bir ilave kredi verilmiş.

Soru şu; bu kredinin kaynağı nereden?

Mevduat artışı 6 yılda GSYH’nın yüzde 10’u kadar olabilmiş. Mevduat dışı kaynakların artışı GSYH’nın yüzde 18’i, öz kaynaklar ise sadece GSYH’nın yüzde 2’si kadar artabilmiş. Özeti şu; kredi büyümesi büyük çapta mevduat dışı kaynaklardan sağlanabilmiş.

Kredilere kaynak sağlayan bu alanların hangi para cinsinden olduğu da fotoğrafa çerçeve oluyor; döviz kaynakları.

GSYH’nın yüzde 35’i kadar artan toplam kredilerin TL cinsinden olan bölümü GSYH’nın yüzde 22’si kadar. Buna karşılık, TL mevduattaki artış sadece GSYH’nın yüzde 1’i kadar. İşte bu veri her şeyi anlatıyor. Milli gelirine oranla TL mevduatı neredeyse hiç büyütemeyen Türkiye, kredi büyümesinde ‘atlı koşturmuş’.

Şimdi ‘faizleri düşürürsek kredi büyümesi sağlarız’ hayali kaplıyor ortalığı. Ya da “KOBİ’lerin maliyetleri düşecek” hayali.

Soru şu; yerli kaynakları büyütemeyen ve dışarıdan borçlanan bankacılık kesimi TL faizlerini aşağı çekerek mevduatları yükseltebilir mi? Yoksa mevduat kaybı mı yaşar?

Bankacılık kesimi, son dönemde ne öz kaynaklarını büyütebiliyor ki bunun anlamı kârlılığının azalmış olması demek, ne de TL cinsi kaynaklarını büyütebiliyor. Sermaye yeterlik rasyoları gerileyen, TL kaynakları zayıf olan bankaların kredi faizini düşürmelerini beklemek gerçekçi değil.

TL mevduat faizlerinin yüzde 14’e geldiği yerde, ticari kredi faizlerinin ortalaması yüzde 16, tüketici kredisi faizlerinin ortalaması ise yüzde 17’de. Tasarruf açığı olan bir ekonomide, uzun vadede kredi faizlerinin seviyesini mevduat faizleri belirler. Bu durum, orta vadede kredi faizlerinin daha da yükseleceğini söylüyor bize.

Özellikle ödemeler dengesinin finansmanında orta vadede sermaye çıkışının olduğu bir tabloda, Merkez Bankası faiz indirse bile kredi faizleri üzerindeki baskı sona ermeyecek demektir. Ayrıca, Merkez Bankası faiz indirerek, piyasa faizleri ile kendi faizleri arasındaki farkı büyütüyor olacak. Bu, bir bakıma kendi kredibilite açığının da göstergesi.

DÜĞMEYE BASINCA PİYASA ÇALIŞIR MI?
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’in Borsa İstanbul’da teminatlı vadeli para piyasası kurulacağını ilan etmesi, ‘düğmeye basarak piyasa kurulacağını’ sanan kesimleri heyecanlandırdı. Bir taraftan faizlerin düşük tutulduğu, gerektiğinde Merkez Bankası’nın karar almasına politik baskı koyarak bloke edildiği bir ekonomide vadeli para piyasası olmaz. Çalışmaz da.

‘Enflasyonu boş verin, büyümeye bakın; faizleri düşürün’ korosu, vadeli para piyasasının kurulmasıyla ‘firmaların uzun vadede önlerini görüş olacağını’ sanıyor. Oysa enflasyon hedefi yüzde 5 olan, ama çekirdek enflasyonu yüzde 10’a dayanan ülkenin Merkez Bankası faizleri ortalaması yüzde 8.9 gibi bir yerde tutuyorsa hiçbir piyasa oyuncusu üç ay sonrasına, 6 ay sonrasına gönül rahatlıyla para yatırmaz. O piyasada ‘çerezine’ işlemler olur. Çünkü 2014 başında olduğu gibi; düşük faiz politikası dönemini izleyen süreçte mutlaka faiz ‘düzeltmesi’ kaçınılmaz olur. Hele ki sermaye çıkışlarının olduğu bir konjonktürde.

Enflasyonun düşürüldüğü ve düştüğü yerde kalacağına dair bekleyişlerin güçlenmesi vadeli para ve sermaye piyasalarına fon akışı getirir, derinleştirir.

Türkiye’nin çeyrek yüzyıllık bir politik takıntısı ne yazık ki hala çözülemedi; ‘düğmeye basarak’ ne faiz düşürülebiliyor, ne de vadeli piyasa kurulabiliyor.

Yazarın Tüm Yazıları