Suriye ile normalleşme yönünde bazı mütevazı işaretler

“Orada (Suriye) Amerika’nın bir hava sahası yok... Orası Suriye’ye ait hava sahasıdır. ABD’ye ait olmadığına göre oradaki tasarruf da rejime aittir. Rejimin davetiyle orada değiller.”

Haberin Devamı

Fırat’ın doğusundaki hava sahası üzerinde tasarruf hakkına ABD değil, yalnızca Esad rejiminin sahip olduğunu kuvvetli ifadelerle vurgulayan bu açıklama sizce kime ait olabilir?

Yanıt: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan...

Erdoğan, açık bir dille Fırat’ın doğusunda hava sahasını ABD değil, rejimin kontrol etmesi gerektiğini söylüyor.

Cumhurbaşkanı’nın ‘Barış Pınarı’ harekâtının başlamasından, yani Türk savaş uçaklarının Suriye hava sahasına girmesinden 24 saat kadar önce sarf ettiği bu sözleri, geçen salı günü Belgrad’dan dönerken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamadan aynen aktarıyorum.

*

Erdoğan rejimin hava sahası üzerindeki tasarruf yetkisini vurguladığına göre, bu kabul mantıksal olarak Türkiye’nin Şam’daki rejimle ilişki kurması gerektiği yolundaki tezleri güçlendirmez mi? İlginç nokta tam burada geliyor. Çünkü Erdoğan iki taraf arasında zaten ilişki olduğunu söylüyor... Bakın ilişkinin sürdüğünü Cumhurbaşkanı nasıl açıklıyor:

Haberin Devamı

Suriye’de rejimle ilişkilerimizi Rusya üzerinden sürdürüyoruz”.

Aslında Erdoğan geçen şubat ayı başında TRT’ye verdiği bir mülakatta da iki ülkenin gizli servislerinin görüştüklerini duyurmuş, “Liderler birçok yerde devreden çıkar ama ne yapar? Kendi istihbarat örgütünü bu noktada ilişkileri sürdürmesi bakımından kullanır, değerlendirir demişti.

Erdoğan bunu söylerken şu gerekçeyi getirmişti: Öyle veya böyle, düşmanınız dahi olsa ipi tamamen kopartmayacaksınız. O ip size bir zaman lazım olabilir”.

Cumhurbaşkanı’nın geçen salı günkü son açıklamasında yeni unsur, Türkiye ile Suriye arasında istihbarat örgütleri üzerinden işleyen kanala ek olarak bir de Rusya kanalının devrede olduğunu söylemesidir.

Belgrad’dan dönerken Cumhurbaşkanı’nın kullandığı şu ifadeye de dikkat çekmeliyiz: “Ben kendim konuşmam, o ayrı mesele. İstihbarat örgütlerimiz birbirleriyle görüşmelerini yapıyorlar. Niye? Bölgenin refahı ve huzura kavuşması için.

Bu sözler önemli. Çünkü, “bölgenin refahı ve huzura kavuşması” için Türkiye ile Esad rejiminin bir şekilde görüşmelerini bir gereklilik olarak takdim etmiş oluyor Erdoğan. Böylelikle, refah ve huzur hedefleri ile diyalog ihtiyacı arasında doğrudan bir ilişki kurulmuş oluyor.

*

Haberin Devamı

Ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın açıklamaları sırasında düzenlenecek harekâtın hukuki dayanağını Türkiye ile Suriye arasındaki 1998 tarihli Adana Mutabakatı çerçevesinde de gerekçelendirmesi, yine iki ülke arasındaki işbirliğini gerekli kılacak bir durum yaratıyor.

Ancak “Bir milyon insanın öldürüldüğü Suriye’de nasıl olacak da el ele resim vereceğiz” dediğine bakılırsa, Erdoğan Esad’la konuşmaya, aynı fotoğrafın içine girmeye de kapalı duruyor. Cumhurbaşkanı, 2011’de iç savaşın patlak vermesinden sonra kendisini iktidardan devirmek için silahlı muhalefete kuvvetli destek verdiği Esad rejimi ile bir normalleşmeye girme düşüncesine henüz hazır değil.

*

Gelgelelim Şam’daki rejimden uzak durmanın da bir maliyeti var. Çünkü, bu durumda iki ülke arasında sürmesi gereğini kabul ettiğiniz diyaloğu -gizli servislerin yanı sıra- üçüncü bir ülkenin aracılığına da havale etmiş oluyorsunuz.

Haberin Devamı

Rusya lideri Vladimir Putin’in ülkesinin Türkiye ile Suriye arasında bu rolü oynamasından mutluluk duyduğuna şüphe yok. Çünkü üstlendiği aracılık misyonu Rusya’nın krizdeki konumunu, ağırlığını güçlendirecektir. Ancak buradaki riskleri görmezlikten gelemeyiz.

Şöyle ki, Rusya, aracılık rolünü oynarken katkısını kendi çıkarlarını ön planda tutarak sağlayacaktır. Türkiye, istihbarat birimleri kanalı dışında Suriye ile doğrudan siyasi diyaloğa girmeyi reddettiği sürece, bu diyalog Rusya’nın kontrol ettiği, istediği gibi yönlendirebileceği bir çerçevede yürüyecektir. Bu durum Rusya’nın hem Suriye hem de Türkiye üzerindeki pazarlık gücünü arttıracak, Moskova ile Ankara arasındaki ilişkilerde son dönemde ortaya çıkmış olan asimetriyi daha da büyütecektir.

*

Haberin Devamı

Hal böyle de olsa, yine de bir yönelişi teslim etmemiz gerekiyor.

Harekâtın geçen çarşamba günü başlamasından sonra, Dışişleri Bakanlığı’nın İstanbul’daki Suriye Başkonsolosluğu üzerinden Şam’daki hükümete bu müdahalenin Birleşmiş Milletler Şartı çerçevesinde yürütüldüğünü anlatan bir diplomatik bir nota vermiş olması da pekâlâ bir jest olarak yorumlanabilir. Türkiye 2016’da başlayan Fırat Kalkanı ve 2018’deki ‘Zeytin Dalı’ harekâtlarında da benzer şekilde Şam’a aynı kanal üzerinden benzer bildirimlerde bulunmuştu.

Burada altını çizmemiz gereken bir nokta var. İki ülke karşılıklı olarak birbirlerinin başkentlerindeki büyükelçiliklerini kapatmış olmakla birlikte, Suriye’nin İstanbul’daki başkonsolosluğu faaliyetini sürdürüyor. Başkonsolosluk, bu çerçevede diplomatik ilişkilerin sürdürülebildiği bir kapı olarak iki ülke arasında açık durmaya devam ediyor.

Haberin Devamı

İşte bütün bu açıklamaları, işaretleri yan yana getirdiğimizde, yavaş ve sancılı bir şekilde de olsa Ankara ve Şam arasında bir normalleşme sürecine doğru bir kıpırdanmanın uç verdiğini söylemek mümkün. Türkiye’nin askeri harekâtının sahada yaratacağı durumların ve ay sonunda Suriye’nin yeni anayasasını görüşecek Anayasa Komitesi’nin Cenevre’de çalışmalarına başlamasının da bu süreci destekleyeceğini tahmin edebiliriz.

Yazarın Tüm Yazıları