Putin, Ukrayna halkının demokrasi tercihine saygı göstermeli

Berlin Duvarı’nın 1989 yılı kasım ayında yıkılması ve ardından Varşova Paktı ile Sovyetler Birliği’nin dağılmalarıyla birlikte Avrupa kıtasında Soğuk Savaş’ın sona erdiği, tarihin yeni bir devresine geçilmişti 1990’lı yılların başlarında.

Haberin Devamı

En azından öyle olduğu varsayılıyordu.

O yılları hatırlayalım. Liberal demokrasilerin ve kapitalizmin komünizm karşısında galip geldiği görüşünden kaynaklanan muzaffer bir ruh hali ortalığı kaplamıştı.

Batı’daki kanaat önderleri ve stratejistler arasında “tarihin sonuna gelindiği” yolunda tezlerin ortaya atıldığı, tarihin artık yalnızca demokrasi güçlerinin güzergâhında yol alacağı şeklindeki görüşlerin mutlak doğrular olarak kabul gördüğü günlerdi.

Sonraki dönemde eski Doğu Bloku ülkelerinin önemli bir bölümünün Avrupa Birliği’nin ekonomik ve siyasi bütünleşmesine dahil olup aynı zamanda NATO’nun genişlemesinde yer aldıklarına tanıklık ettik.

Bu genişleme dalgaları Rusya ile sınırdaş Ukrayna’ya kadar yaklaştı ve orada durdu. Bu ülkenin ittifaka üye yapılmasına ilişkin 2008’deki NATO zirvesinde alınan bir ilke kararı, iş uygulamaya geldiğinde kâğıt üstünde kaldı. Ukrayna’nın hangi istikamette gideceği, Batı dünyası ile Rusya arasında adı konmamış önemli bir çekişme konusu haline geldi.

Haberin Devamı

Ardından Ukrayna halkı yüzünü Batı’ya çevirdiği oranda Rusya’nın askeri araçlar da dahil muhtelif yöntemlerle bu ülkeye müdahil olması şeklinde bir kalıp şekillendi. Ukrayna’nın doğusunda Rusya’ya bitişik iki bölgedeki ayrılıkçı eğilimlerin Rusya tarafından desteklenmesini, 2014’te kuzey komşumuzun Ukrayna toprağı olan Kırım’ı işgal ve ilhakı izledi. Benzer bir tablo, 2008’de NATO üyeliği arayışlarına giren Gürcistan’ın Rusya ile karşı karşıya geldiği savaşta yaşandı.

Yine de bu hadiseler yaşanan durumların bütün vahametine ve yol açtıkları sıkıntılara rağmen, Rusya ile Batı dünyası arasındaki ilişkilerinin seyrini majör bir şekilde altüst edecek boyutlar kazanmadı.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEMİN BİTİŞİ

Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla başlayan ve otuz yıla yayılan dönemin parantezi, galiba Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ukrayna konusunda yaptığı açıklamalarla önceki gün kapanmış bulunuyor. Putin’in Ukrayna’dan tek taraflı bağımsızlıklarını ilan etmiş olan iki bölgedeki yönetimleri tanıdığını açıklamasını, Soğuk Savaş sonrası dönemin sonu olarak değerlendiren pek çok yoruma rastlamak mümkün.

Haberin Devamı

Avrupa kıtasında belirsizliklerle dolu, barışın kırılganlaştığı, muhtemelen ekonomilerin de olumsuz etkileneceği bir türbülansa girmiş bulunuyoruz. Ortalığı kaplayan bu atmosferin Avrupa kıtasını ve üzerinde yaşayan milyonlarca insanı nerelere sürükleyeceğini bilmiyoruz.

Soğuk Savaş’ın bitiminden sonraki dönemde karamsarlık bulutları Avrupa kıtasının üzerine hiçbir zaman bugün olduğu kadar ağır bir şekilde çökmemişti. Savaş ihtimalinin rutin bir söylem olarak telaffuz edilmekte oluşu, Avrupa’da hafızalardan silinmiş olan savaş korkusunun yeniden uç vermesine yol açıyor.

HERKES KENDİ TARİH YORUMUYLA HAREKET EDERSE

Öncelikle krizle ilgili bir dizi tespitin altını çizmeliyiz.

Haberin Devamı

Birincisi, Putin’in önceki günkü açıklamalarında bir dizi tarih tezi ortaya atarak Ukrayna’nın devlet olarak varlığını sorgulamış olmasıdır. Bunun yaparken Sovyetler Birliği’nin kuruluş aşamasındaki bazı kararlarından dolayı Ekim Devrimi’nin lideri Lenin’i de suçlamıştır. Sovyetler’in sonraki liderleri Stalin ve Kruşçev de Putin’in benzer eleştirilerinin hedefi olmuştur.

Bir devletin varlığının bir tarih yorumu üzerinden bu şekilde reddedilmesi yakın zamanlarda pek rastlanmış bir durum değildir.

Ve devletler arası ilişkiler açısından tehlikeli bir yol açılmaktadır. Çünkü çok uluslu imparatorluk geçmişinden gelen her ülkenin tarihine dönerek muhtelif yorumlarla benzer tezler üretebilmesi mümkündür.

Haberin Devamı

Tabii bir nostalji olarak kaldığı ve fiiliyata dökülmediği sürece böyle bir tarih uğraşının ciddi bir mahzuru yoktur. Ancak yapılan tarih yorumunun, bir yüzyıl sonra bir başka ülkenin varoluşunu sorgulamak, ülkenin içinden bir parçayı kopartıp işgalin önünü açmak amacıyla kullanılması kabul edilemez.

Üstelik bu tarih tezlerinizi hedef aldığınız ülkenin sınırına 150 bin asker yığıp güç kullanma tehdidi altında ileri sürdüğünüzde, devletler arası ilişkilerde korkutmanın, şantajın norm haline gelmesinin önünü açmış olursunuz. Putin’in önceki gün yaptığı budur.

KORKUTARAK SONUÇ ALMAK NORM OLURSA

İkincisi, işin uluslararası kurallarla ilgili prensibini konu alıyor. Rusya Lideri Putin’in Ukrayna karşısındaki hareket tarzı, devletler arası ilişkilerde geçerli kuralların baştan aşağı ihlalidir. Rusya, Birleşmiş Milletler üyesi bir ülkenin toprak bütünlüğünü, egemenliğini, siyasi birliğini bariz bir şekilde ihlal etmektedir.

Haberin Devamı

Tanıma kararını açıklamasının ardından Putin’in askeri birliklerini görünüşte “Barış Gücü” göreviyle bu tartışmalı bölgelere göndermesi, fiili işgale kurnazca kılıf uydurma çabasından başka bir şey değildir.

Rusya, bu adımları atarken Ukrayna’nın sınırlarını güvence altına alan ve altında kendi imzasının da bulunduğu antlaşmaları da yok saymaktadır, Kırım’ı işgalinde de yaşandığı gibi.

Bütün bu hadisenin en düşündürücü tarafı, Avrupa kıtasının ortasında askeri güç kullanarak, korkutma yoluna giderek sonuç almanın 2022 yılında dünyasında geçerli bir norm haline gelme ihtimalidir.

Rusya’nın bu davranışları karşılıksız kaldığı takdirde, kendisini güçlü gören herkesin kendi tezlerini ortaya atarak, daha zayıf durumda olan küçük ülkelere karşı benzer fiillere girişmeleri işten değildir.

UKRAYNA HALKININ ÖZGÜRLÜĞÜ OLMAZSA OLMAZ

Putin açısından kayda geçilmesi gereken bir nokta, Rusya liderinin bu krizde kendisini bütün dünya karşısında tehditten, askeri güç kullanmaktan çekinmeyen, çatışmacı bir kimlikle konumlandırmakta oluşudur.

Önümüzdeki sorun, Rusya liderinin nerede duracağının bilinmemesidir. Ukrayna’daki bu iki “cumhuriyet”i tanımakla yetinmeyip, muhtelif yöntemlerle aşama aşama bütün Ukrayna’yı Rusya’ya bağlayacağı bir stratejiyi uygulamaya koyması ya da doğrudan askeri seçeneğe yönelmesi, bütün Avrupa’da huzur ve istikrarı bozacaktır.

Rusya’nın güvenliği ile ilgili kaygıları olabilir. İşlerin bu noktaya gelmesinde Soğuk Savaş sonrasında ABD ve NATO’nun Rusya’nın hassasiyetlerini dikkate almamalarından kaynaklanan hataları da söz konusudur. Ancak bu hatalar, Rusya’nın bugün yaptığı gibi kaba güce başvurma yöntemini haklı çıkarmaz. Anlaşmazlıkların giderilmesinin tek yolu ilgili tarafların masada oturup konuşacakları bir format olmalıdır. Bu, diplomasi seçeneğidir.

Ancak bu sürece girildiğinde ödün verilemeyecek temel bir konu var. O da Ukrayna halkının kendisiyle ilgili tasavvurlarında, kendisi için çizdiği yolda özgürce yol alabilme hakkına sahip olabilmesidir. Ukrayna halkı kendi geleceği için demokrasiyi seçtiğine göre, bu tercihini Vladimir Putin’in korkutmalarına, Rus tanklarının paletlerinin uğultusuna maruz kalmadan, kimseye boyun eğmeden kullanabilmelidir.

Bu yönüyle bakıldığında, Ukrayna’nın geleceği demokrasi ile totaliter rejim zihniyeti şeklindeki iki tercihin arasında sıkışmış görünüyor. Demokrasiden yana olan güçleri Ukrayna’da bekleyen sınav burada karşımıza çıkıyor.

Yazarın Tüm Yazıları