Ramazan Şimşek

Çocuğunuzu dudaktan öpmeyin!

31 Aralık 2020
Sevginizi ve ilginizi çocuklarınızın özel bölgelerine dokunarak göstermeyin!

Anne ve babaların çocuklarını dudağından öpmesi onların ileride bazı sorunlar yaşamasına yol açabiliyor. Nasıl mı?

Çocuklara göre bir şey ya iyidir, ya kötüdür. Çocuk bilinçaltı olumlu duygu yaşadığı dokunmaları iyi, güzel keyif verici; olumsuz duygu yaşadığı dokunmaları kötü, acı verici olarak kodlar. Siz anne ve baba olarak çocuğun dudağını sevgiyle, mutlu bir şekilde öptüğünüzde çocuk bundan keyif alır ve kodu doğal olarak şu şekilde oluşur; “Dudaktan öpülmek iyidir.” İyi ve olumlu hissedilen davranışlara daha çok yapılır.

Çocuk başka kişilerin de dudağından öpmesini yadırgamaz. Çünkü anne ve baba yaparsa doğrudur. Dudaklar beyinde en çok nöron sayısına sahip bölgelerden biri olduğu için bu duygunun kalıcı olmasına da neden olur.

PEKİ, BU ALGI ÇOCUKLARIN YAŞAMINI NASIL ETKİLİYOR?

Sevginizi ve ilginizi çocuklarınızın özel bölgelerine dokunarak göstermeyin.

Yazının Devamını Oku

Ertelemecilik hastalığı

29 Eylül 2020
Yaşadığımız krizlerin ve sırtımızda taşıdığımız yüklerin altında ertelemeci davranışımızın olduğunu hiç düşündünüz mü?

Sorunların yapısını incelediğimizde aslında sorunların birden ortaya çıkmadığını tıpkı bir meyve gibi o sorunun da ortaya çıkması için gerekli bazı zeminlerin ve gerekli zamanın oluşması gerekir.

Yaşadığımız bazı sorunları somutlaştırmak gerekirse, örneğin: kilo alma (obezite) sorunu, iletişim sorunu, boşanma ve ilişkilerde yaşanan ayrılık kararlarına kadar yaşadığımız sorunların ciddi bir kısmında zamanı iyi yönetememek ve ertelemecilik rol oynar. Peki, ertelemecilik hastalığı nasıl ortaya çıkar? Onu inceleyelim.

• Bir işi mükemmel yapma konusundaki takıntılı istek,

• Motivasyon eksikliği,

Yazının Devamını Oku

Çocuklar için “virüs” kelimesini kullanmayın

16 Mart 2020
Çocuklara hijyen kurallarını anlatırken korkuyla, endişeyle sakin sakin anlatın. 6 yaş altındaki çocuklara ise oyunlarla anlatmanız daha iyi öğrenmelerine vesile olur.

Korkunç ya da travmatik bir olay karşısında insanların önemli bir kısmı paniğe kapılır. Panik anında yaşananlar bazen travmanın kendisinden bile zarar verici olabilir. Tıpkı deprem anında güvenli pozisyon almak yerine balkondan atlamak gibi…

Malum şu an dünyanın gündeminde koronavirüsün yarattığı genel bir panik havası var. İnsanlar ekonomiden market alışverişlerine kadar hayatın birçok alanında bu havaya kapılmış gibiler. Kötü olan şu ki panik de virüs gibi bulaşıcıdır.

Çocuklar virüsle ilgili olanları unutabilirler ama bilinçaltı yaşanan paniği asla unutmaz. Çocuklar için bu durum virüsten bile etkili olabilir.

Öncelikle çocukları haberlerden korumakla başlamalıyız. Haberler biz yetişkinlere bilgi vermek amacıyla hazırlanmış olsa da haberlerin veriliş şekli, fondaki müzik sesi ve görüntüler çocukları paniğe sevk edebilir.

Çocuklara hijyen kurallarını anlatırken korkuyla, endişeyle sakin sakin anlatın. 6 yaş altındaki çocuklara ise oyunlarla anlatmanız daha iyi öğrenmelerine vesile olur.

Benzer şekilde 6 yaşın altındaki çocuklara “virüs” ve “mikrop” gibi kelimeleri kullanmayın. Onun yerine “pis” ve “kir” kelimelerine vurgu yapın. Çünkü bu dönemde çocuklar bu kelimeleri zihinlerinde canavar gibi canlandırabilirler.

Ve son olarak “öldürebilir” ifadesi yerine “hasta edebilir” ifadesini kullanın çünkü çocuklar anne babalarının ya da kendilerinin her an ölebileceğini düşünebilirler.

Çocuklar bu süreçte en çok güven duygusuna ihtiyaç duyarlar. Unutmayın ki onlar anne babaları kadar mutlu ve onlar kadar güçlüdür.

Yazının Devamını Oku

Bağışıklık sistemini zayıflatan 5 temel psikolojik faktör

12 Mart 2020
Kanser (Reiche, Nunes ve Morimoto, 2004; Garssen ve Godkin, 1999; Barbara L. 1999.) ve depresyon (Yapko, 1997, 2011) hastalarıyla yapılan çalışmalar ve incelemeler bağışıklık sistemi üzerindeki psikolojik faktörlerin etkilerine ışık tutmaktadır. Çalışmalar bir taraftan olumsuz psikolojik nedenleri araştırırken bir yandan da olumlu olabilecek nedenler üzerinde sürdürülmektedir.

1. SEVGİSİZLİK

Yeni doğan çocuklarda görülen en yüksek ölüm oralarının anne ya da anne figürüne sahip olmayan bebeklerde olduğunun fark edilmesi gözleri psikolojik faktörlerin üzerine yoğunlaştırdı. Yaşamın ilk yıllarında yeterince anne ya da anne figürü sevgisini görmeyen çocukların bağışıklık sistemleri zayıftır. Kanserli ve depresyon hastalarında da benzer bir faktör bulunmuş; sevgisizlik. Aile bireyleri, eşi, arkadaşları tarafından sevilmeyen ya da sevilmediğini hisseden kişiler en önemli risk grubunu oluşturuyor. İlginçtir ki sevildiği halde sevilmediğine inanan kişilerde de aynı sonuçlar elde ediliyor. Sevilmeyen ya da sevilmediğine inanan kişiler kendilerini sosyal ilişkilerden izole ediyorlar ve gittikçe yalnızlaşıyorlar.

2. KONTROLCÜLÜK

Bağışıklık açısından risk grubunda olan bir diğer grup ise kontrolcü kişilik özelliğine sahip bireyler. Psikolojide en sık görülen vaka ise obsesif kompulsif bozukluk. Kontrolcü olma, hemen her şeyi kontrol etmeye çalışma başarılı olma üzerinde kesinlikle olumlu bir etki yaratsa da hatırı sayılır bir strese de neden oluyor. Aynı zamanda aşırı müdahaleci, takıntılı ve mükemmeliyetçi olan bu kişiler hataya, eksikliğe, kusura tahammül edemiyorlar. Yaşamın getirdiği bazı olumsuzlukları kabullenebilmede, esnek olabilmede, affedebilmede dolayısıyla mutlu ve huzurlu olmakta oldukça zorlanıyorlar.

3. HAKSIZLIĞA UĞRAMA

Haksızlığa uğramak da çok önemli bir stres kaynağı, hele de bu haksızlık yakın kişilerden geliyorsa. Haksızlığa uğrayan, bunun karşılığında hukuki, maddi vs. elinden bir şey gelmeyen insanları bu duygu içten içe kemiriyor. Haksızlığa uğrayan insanlar yaşadıkları olayları yıllarca bazen de hayatı boyunca sürekli zihinlerinde tekrar eder. O anıların zihinde her tekrar edilişi kişinin bağışıklık sistemini zayıflatır.

4. HEDEFSİZLİK

Hedefsizlik demek yaşlanmak demektir, yaşamla ilgili bir hedefi olmayan kişi, yaşı ne olursa olsun yaşlanmış demektir. Yaşamla ilgili yeni hedefleri ve planları olmayan kişilerin bağışıklık sistemi artık eskisi gibi antikor üretmemeye başlar.

5. DEĞERSİZLİK

Ve diğer önemli faktör ise değersizlik. Değersizlik duygusu/düşüncesi tüm bu anlatılan olumsuz psikolojik faktörlerin hem nedeni hem sonucu gibi bir işlev görüyor. Aile içinde, sosyal çevrede ya da iş ortamında yeterince değer bulmayan kişilerin benlik saygısı ve özgüveni de düşük oluyor. Bu durum kişinin benliğini, işini, ilişkilerini, yediklerini neredeyse hayatın tüm yönünü olumsuz etkiliyor. Zararlı yiyecek ve içecekler tüketme, toksik arkadaş ortamına girme, korunmasız cinsel yaşam, iş yaşamında düşük performans düzeyi gibi birçok nedenin altında maalesef değersizlik hisleri yatıyor. Bu hislerle yapılan kötü seçimlerin sonucu artan değersizlik olarak dönüyor. Bu kısır döngü bağışıklık sistemini her açıdan tehdit ediyor. 

Yeni doğan çocuklarda görülen en yüksek ölüm oralarının anne ya da anne figürüne sahip olmayan bebeklerde olduğunun fark edilmesi gözleri psikolojik faktörlerin üzerine yoğunlaştırdı. Yaşamın ilk yıllarında yeterince anne ya da anne figürü sevgisini görmeyen çocukların bağışıklık sistemleri zayıftır. Kanserli ve depresyon hastalarında da benzer bir faktör bulunmuş; sevgisizlik. Aile bireyleri, eşi, arkadaşları tarafından sevilmeyen ya da sevilmediğini hisseden kişiler en önemli risk grubunu oluşturuyor. İlginçtir ki sevildiği halde sevilmediğine inanan kişilerde de aynı sonuçlar elde ediliyor. Sevilmeyen ya da sevilmediğine inanan kişiler kendilerini sosyal ilişkilerden izole ediyorlar ve gittikçe yalnızlaşıyorlar.

Bağışıklık açısından risk grubunda olan bir diğer grup ise kontrolcü kişilik özelliğine sahip bireyler. Psikolojide en sık görülen vaka ise obsesif kompulsif bozukluk. Kontrolcü olma, hemen her şeyi kontrol etmeye çalışma başarılı olma üzerinde kesinlikle olumlu bir etki yaratsa da hatırı sayılır bir strese de neden oluyor. Aynı zamanda aşırı müdahaleci, takıntılı ve mükemmeliyetçi olan bu kişiler hataya, eksikliğe, kusura tahammül edemiyorlar. Yaşamın getirdiği bazı olumsuzlukları kabullenebilmede, esnek olabilmede, affedebilmede dolayısıyla mutlu ve huzurlu olmakta oldukça zorlanıyorlar.

Haksızlığa uğramak da çok önemli bir stres kaynağı, hele de bu haksızlık yakın kişilerden geliyorsa. Haksızlığa uğrayan, bunun karşılığında hukuki, maddi vs. elinden bir şey gelmeyen insanları bu duygu içten içe kemiriyor. Haksızlığa uğrayan insanlar yaşadıkları olayları yıllarca bazen de hayatı boyunca sürekli zihinlerinde tekrar eder. O anıların zihinde her tekrar edilişi kişinin bağışıklık sistemini zayıflatır.

Hedefsizlik demek yaşlanmak demektir, yaşamla ilgili bir hedefi olmayan kişi, yaşı ne olursa olsun yaşlanmış demektir. Yaşamla ilgili yeni hedefleri ve planları olmayan kişilerin bağışıklık sistemi artık eskisi gibi antikor üretmemeye başlar.

Ve diğer önemli faktör ise değersizlik. Değersizlik duygusu/düşüncesi tüm bu anlatılan olumsuz psikolojik faktörlerin hem nedeni hem sonucu gibi bir işlev görüyor. Aile içinde, sosyal çevrede ya da iş ortamında yeterince değer bulmayan kişilerin benlik saygısı ve özgüveni de düşük oluyor. Bu durum kişinin benliğini, işini, ilişkilerini, yediklerini neredeyse hayatın tüm yönünü olumsuz etkiliyor. Zararlı yiyecek ve içecekler tüketme, toksik arkadaş ortamına girme, korunmasız cinsel yaşam, iş yaşamında düşük performans düzeyi gibi birçok nedenin altında maalesef değersizlik hisleri yatıyor. Bu hislerle yapılan kötü seçimlerin sonucu artan değersizlik olarak dönüyor. Bu kısır döngü bağışıklık sistemini her açıdan tehdit ediyor. 

Yazının Devamını Oku

Nabzınız 100’ü geçince durun!

12 Haziran 2019
Nabız hızlandığında dinleme ve empati kurma yetenekleri devre dışı kalıyor.

Bazen bir konuşma sırasında heyecanlanır, geriliriz ve tartışma alevlenir. Evlilik ve Çocuk Terapisti Psikolog Ramazan Şimşek, böyle durumlarda nabız 100’ü geçtiğinde dinleme ve empati kurma yetenekleri devre dışı kaldığından karşınızdaki kişiyi kırmamak için tartışmayı kesmenin en iyi olduğunu belirtti.

Psikofizyolojik Araştırma Derneği’nin 1964’te kurulmasından bugüne kadar duygu ve düşüncelerin nörolojik temelleriyle ilgili sayısız bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Yapılan tüm deneylerin sonucu şunu göstermiştir ki organizma “yaygın fizyolojik uyarılma” diye adlandırdığımız alarm ve savunma durumuna geçtiğinde;

    Dinleme,Gülme,Sevecen olma,Empati kurabilme,Yaratıcı olma yeteneklerinde şiddetli sınırlar oluşmaya başlar. Yani hem “mantık” hem de “olumlu duygular” tamamen devre dışı kalır.

Nasıl ki araçların saatteki hızı 90 km’yi geçtiğinde kaza yapma riski ve kaza yapıldığındaki hasar riskinde ciddi bir artış oluyorsa nabız hızı dakikada 100’ü geçtiğinde de iletişim kazalarında ciddi artış oluyor. Örnek olarak eşinizle bir konu hakkında tartışırken nabzınız 100’ün üzerine çıktı, ne kadar uğraşırsanız uğraşın eşinizin size söylemeye çalıştığı şeyi duyamazsınız. Ani öfke patlamaları yaşar ve istemediğiniz sözler söylersiniz. Hiçbir problem çözülemediği gibi onarılmaz yaralar açılır.

PEKİ, NABZIMIZIN 100’Ü GEÇTİĞİNİ NASIL ANLARIZ?

Nabız, kalp vuruşlarının atardamarlarda duyulan vuruşlarıdır. Bu vuruşlar en kolay şekilde bileklerdeki atardamarlarda hissedilebilir. Kalbin her sıkışmasında atardamarlar içine gönderilen kanın atardamarlar boyunca ilerlemesi sırasında damar çeperine yaptığı basınç en fazla bilekte ve boyun damarlarında görülebilir. Bunlar arasında en rahat kontrolü bilek verdiği için muayene sırasında kalp atışları bilekten sayılır. Nabzın bu bölgelerde iyi duyulmasının başlıca sebebi de atardamarların, özellikle bilek ve boyun damarlarının deriye çok yakın olmasıdır.

İşaret ve orta parmağınızı bastırın atış hızı saniyede 2 ise nabzınız 100’ü geçmiş demektir.

NABIZ NASIL DÜŞÜLÜR?

Nabzı hızlı bir şekilde düşürmek için derin diyafram nefesi alıp verilebilirsiniz. Bu kasları sıkma ve bırakma ile birlikte yapıldığında nabzınızın daha hızlı düştüğünü göreceksiniz. Eğer konuştuğunuz kişi sizin önemliyse ve özellikle aile bireylerinden biri ise nabız düşürüldüğünde problemi sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulur.

Tartışma anında eğer eşinize dokunmak içinizden gelmiyorsa yani o an, sinirliyken “dokunamam” diyorsanız kesinlikle tartışmayın ve bir problemi konuşmayın. 

Psikofizyolojik Araştırma Derneği’nin 1964’te kurulmasından bugüne kadar duygu ve düşüncelerin nörolojik temelleriyle ilgili sayısız bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Yapılan tüm deneylerin sonucu şunu göstermiştir ki organizma “yaygın fizyolojik uyarılma” diye adlandırdığımız alarm ve savunma durumuna geçtiğinde;

Nasıl ki araçların saatteki hızı 90 km’yi geçtiğinde kaza yapma riski ve kaza yapıldığındaki hasar riskinde ciddi bir artış oluyorsa nabız hızı dakikada 100’ü geçtiğinde de iletişim kazalarında ciddi artış oluyor. Örnek olarak eşinizle bir konu hakkında tartışırken nabzınız 100’ün üzerine çıktı, ne kadar uğraşırsanız uğraşın eşinizin size söylemeye çalıştığı şeyi duyamazsınız. Ani öfke patlamaları yaşar ve istemediğiniz sözler söylersiniz. Hiçbir problem çözülemediği gibi onarılmaz yaralar açılır.

Nabız, kalp vuruşlarının atardamarlarda duyulan vuruşlarıdır. Bu vuruşlar en kolay şekilde bileklerdeki atardamarlarda hissedilebilir. Kalbin her sıkışmasında atardamarlar içine gönderilen kanın atardamarlar boyunca ilerlemesi sırasında damar çeperine yaptığı basınç en fazla bilekte ve boyun damarlarında görülebilir. Bunlar arasında en rahat kontrolü bilek verdiği için muayene sırasında kalp atışları bilekten sayılır. Nabzın bu bölgelerde iyi duyulmasının başlıca sebebi de atardamarların, özellikle bilek ve boyun damarlarının deriye çok yakın olmasıdır.

İşaret ve orta parmağınızı bastırın atış hızı saniyede 2 ise nabzınız 100’ü geçmiş demektir.

Nabzı hızlı bir şekilde düşürmek için derin diyafram nefesi alıp verilebilirsiniz. Bu kasları sıkma ve bırakma ile birlikte yapıldığında nabzınızın daha hızlı düştüğünü göreceksiniz. Eğer konuştuğunuz kişi sizin önemliyse ve özellikle aile bireylerinden biri ise nabız düşürüldüğünde problemi sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulur.

Tartışma anında eğer eşinize dokunmak içinizden gelmiyorsa yani o an, sinirliyken “dokunamam” diyorsanız kesinlikle tartışmayın ve bir problemi konuşmayın. 

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuzla iletişiminizi güçlendirecek sihirli cümleler

21 Nisan 2019
Seni çok seviyoruz, iyi ki varsın… Bir çocuğun anne ve babasından duymak istediği en güzel cümlelerden biridir. Birçok davranışımızla bu duygu ve düşüncenizi anlatabilirsiniz ama en etkilisi bunu ifade etmektir. Peki, çocuklarla iletişiminizi güçlendirecek sihirli sözcükler nelerdir?

ÇOCUKLA İLETİŞİMİMİZİ GÜÇLENDİRECEK VE MUTLU ÇOCUKLAR YETİŞTİRMEMİZİ SAĞLAYACAK SİHİRLİ CÜMLELER

Çocuk anne ve babası tarafından ruhsal olarak, duygusal olarak kabul gördüğünde bu boyut anlam kazanır. Kabul görmeyi en iyi anlatan ifadelerden biri de bu cümledir.

Bir derdin olursa bil ki yanındayız

Avrupalılar için bu söz 18 yaşından sonra pek kullanılmaz. Ama kültürümüzde çok önemli ve gerçek bir yeri vardır. Okul bittikten sonra iş hayatına atılan çocuğa destek olunur, evlenenin eşyaları alınır, düğünü yapılır. Bunlar yetmez, torunlara da itina ile bakılır. Anne babalar her zaman çocuklarının yanında olurlar. Bunu bilen çocuklar kendilerini duygusal olarak hep güçlü hissederler. 

Senden önemli mi?

Düşük not alınca üzülen çocuğa, yanlışlıkla bir eşyaya zarar verince korkan çocuğa söylenir. Maddi şeylerin çocuktan önemli olmadığını en güzel anlatan cümlelerden biridir. Çocuğun psikolojisini çok olumlu etkiler, terapi gibidir.

Seninle yaşamak çok eğlenceli

Mutlu hissetmek konusunda çocukların ilk kriteri gülmektir. Gülmek onlara göre mutluluktur. Yaşamı eğlenceli hale getirmek, ortak esprilerinizin olması çok etkilidir. Onların espri anlayışlarını fark edin ve kullanın. Çocuklar gülme konusunda biz yetişkinlerden çok daha iyidirler. Yetişkinler günde ortalama 4-5 kez gülerken, çocuklar 400 civarında gülerler. 

Sana güveniyorum

Bir çocuğun anne ve babasından duymak istediği en güzel cümlelerden biridir. Birçok davranışımızla bu duygu ve düşüncenizi anlatabilirsiniz ama en etkilisi bunu ifade etmektir. 

Gülmek sana yakışıyor

Gülmenin ayıp karşılandığı, mutlu olmanın yadırgandığı toplumlarda çocuklar mutlu olamaz. Çocuklar doyasıya gülerse mutlu hissederler. Çocuklar tüm duyguları yaşarlar ama bu cümle mutlu olunan anı pekiştirmesi bakımından oldukça etkilidir. 

Canın sağ olsun

Başarısızlıklar karşısında yıkılıp kalmamak, tekrar ayağa kalkıp mücadele etmek için kullandığımız kültürümüzün en güzel sözlerinden biridir ve İngilizce karşılığı yoktur. 

Senin annen/baban olmak çok güzel bir duygu

Bir çocuğu mutlu eden en güzel cümlelerden biri de budur. Anne ve babasının onun varlığından mutlu olduğunu bilmesi çocuğu da çok mutlu eder. 

Sahip olduklarına şükret

Mutlu olmak sahip olunan şeylerin kıymetini bilmekle yakından ilişkilidir. Elindekilerle yetinmesini bilen, elindekinin kıymetini bilen çocuk mutlu olur.

HÜRRİYET AİLE ÖZEL/ Sedef Batı  MUTLU AİLELERİN 101 SIRRI KİTABI

  

Çocuk anne ve babası tarafından ruhsal olarak, duygusal olarak kabul gördüğünde bu boyut anlam kazanır. Kabul görmeyi en iyi anlatan ifadelerden biri de bu cümledir.

Bir derdin olursa bil ki yanındayız

Avrupalılar için bu söz 18 yaşından sonra pek kullanılmaz. Ama kültürümüzde çok önemli ve gerçek bir yeri vardır. Okul bittikten sonra iş hayatına atılan çocuğa destek olunur, evlenenin eşyaları alınır, düğünü yapılır. Bunlar yetmez, torunlara da itina ile bakılır. Anne babalar her zaman çocuklarının yanında olurlar. Bunu bilen çocuklar kendilerini duygusal olarak hep güçlü hissederler. 

Senden önemli mi?

Düşük not alınca üzülen çocuğa, yanlışlıkla bir eşyaya zarar verince korkan çocuğa söylenir. Maddi şeylerin çocuktan önemli olmadığını en güzel anlatan cümlelerden biridir. Çocuğun psikolojisini çok olumlu etkiler, terapi gibidir.

Seninle yaşamak çok eğlenceli

Mutlu hissetmek konusunda çocukların ilk kriteri gülmektir. Gülmek onlara göre mutluluktur. Yaşamı eğlenceli hale getirmek, ortak esprilerinizin olması çok etkilidir. Onların espri anlayışlarını fark edin ve kullanın. Çocuklar gülme konusunda biz yetişkinlerden çok daha iyidirler. Yetişkinler günde ortalama 4-5 kez gülerken, çocuklar 400 civarında gülerler. 

Yazının Devamını Oku

Son yıllarda en sık yaşanan boşanma nedenleri nelerdir?

15 Mart 2019
Son yıllarda boşanma vakaları neden bu kadar arttı? Evliliklerin ömrü gitgide kısalıyor mu? Boşanma nedenleri kadına ya da erkeğe göre farklılık gösteriyor mu?

Ülkemizde bu konuda yapılmış en son çalışmalardan biri Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2014 yılındaki Türkiye Boşanma Nedenleri Araştırması’dır. 

Bu çalışmaya göre boşanmaların ilk 10 nedenini bu maddeler oluşturmaktadır;

1. Şiddet 56,6
2. Alışkanlıklar 54,4
3. Yakın çevre 53,2
4. Duygusal ilişki 46,6
5. Cinsel hayat 45,1

Yazının Devamını Oku

Mutlu çocuklar mutlu ailelerde yetişir

6 Mart 2019
Mutlu çocuklar yetiştirmek için çocukla iletişimimiz nasıl olmalı?

A-Sessizlik:

Sessizlik kadar kişiye konuşma olanağı tanıyan güçlü bir etken yoktur. Sadece sessiz durarak karşıdaki kişiye, çocuğa konuşma alanı bıraktığımız için, çocuk konuşmaya yönelebilir.

B-Duyguların anlaşılması:

Kişiye gerçekten anlaşıldığı, dinlenildiği ve değer verildiği hissi uyandırır. Son derece etkilidir.
“Korkmuş görünüyorsun.”
“Öğretmenine biraz kızmış gibisin.”

C-Kabul mesajları:

Gözlerine bakmak, ses tonunu kullanmak, onaylamak, başınızı sallamak, ellerinizi omzuna koymak gibi doğru yerde doğru beden dilini kullanmak şifre çözücü etki yapar.

Yazının Devamını Oku