İki öğün mü üç öğün mü

Sağlık bilgilerinin geçerlilik süresi, bazen market raflarındaki paketlenmiş gıdalarınkinden bile kısa oluyor. Bugünün doğrusu yarının yanlışı, bugünün yanlışı yarının doğrusu haline gelebiliyor. “Günde kaç öğün yemeliyiz?” sorusunun yanıtında da böyle bir durum var. Nedeni şu...

Haberin Devamı

Gelişmeler ve yeni araştırmaların sonuçlarına bakılırsa önümüzdeki dönemde “daha sık yiyerek” metabolizmamızı hızlandırma, devamlı hareket halinde tutma yaklaşımı yavaş yavaş gündemden düşecek! Beslenme tarihimiz incelendiğinde de insanlığın geçmişte iki öğünle, sabah ve akşamın erken saatlerinde tüketilen öğünlerle yaşamını sürdürdüğü anlaşılıyor.
Hatta bazıları günde üç öğün yemenin biyolojik bir ihtiyaçtan ziyade kültürel bir alışkanlık olduğunu ileri sürüyor.
Tam tersini savunanlar da yok değil: Onlara göre iki kez bol ve güçlü gıda alarak karın doyurmak yerine günde üç bile değil dört-beş kez az miktarda besin tüketmek daha mantıklı.
Peki, hangi görüş daha doğru ya da haklı?
Gelir geçer kesin bir yanıt vermek pek kolay değil. Bu sorunun yanıtı muhtemelen biraz da bedenin metabolik yapılanmasıyla ilgili bir durum.
Kiminin vücudu günde iki, kiminin vücudu günde dört, hatta altı öğüne göre planlanmış da olabilir.
Doğru cevabı, daha doğrusu kimin haklı olduğunu araştırmaların sonuçları belirleyecek, yani zaman gösterecek.

Haberin Devamı

Daha az yemeyi öğrenmemiz lazım

Enerjisiz yapamayız. Bizim de sürekli enerji tüketen bir yapılanmamız var ve tükettiğimiz o enerjiyi yerine koymak zorundayız.
Enerji kaynaklarımız ise yiyip içtiklerimiz. Ama yine de doğru ve sağlıklı şeyleri yemeyi öğrenmemiz gerektiği kadar gereğinden fazla yememeyi, hatta bazen kısa süreli de olsa “hiç yememeyi” de öğrenmemiz lazım.
Nedeni şu:
Üst üste gelen yayınlar ve “sağlıklı/uzun yaşamla ilgilenen hekimlerin” gözlemlerine bakılırsa, sağlıklı olma ve hayatı uzatmanın bir yolu olarak önerilen “kalori kısıtlama” yani arada bir “öğün atlama” ya da “birkaç gün 900-1000 kalori ile yetinme” konusunu önümüzdeki günlerde daha çok konuşacağız.
Ve yine anlaşılan o ki eğer sağlıklı biriysek, tıbbi bir sorunumuz veya gerekçemiz yoksa haftada bir-iki gün daha az kalori tüketebilir, sabah kahvaltı yapıp akşama kadar günü sadece su içerek geçirip gün boyunca hiçbir şey yememeye başlayabiliriz. Mesela bazı akşam yemeklerini atlayabiliriz.
Zira “zaman zaman aç kalmak” metabolizmamızın ayrılmaz bir parçası gibi görünüyor.
Aç kalmak vücudumuzun tamir mekanizmalarını devreye sokuyor, hücrelere zarar veren oksitlenme -paslanma- süreçlerini yavaşlatıp azaltıyor.
Özeti şu: Detaylı bir araştırma yok elimizde ama “aralıklı aç kalma”, sağlıklı bir bedenin kendi kendini tamir edebilmesine fırsat tanıdığı, oksitleyici ve diğer hücresel streslere direnci artırdığı için işe yarayabilir.
Eğer sağlıklı biriyseniz zaman zaman siz de benim gibi öğle veya akşam öğünlerini atlamayı deneyebilirsiniz. 

Haberin Devamı

Süt mü yoğurt mu

Sorunun cevabını daha önce de vermeye çalıştım, tekrarlayayım:
Çocukluk çağlarında süt, yetişkinlik ve yaşlılık döneminde ise yoğurt daha faydalı gıdalar gibi görünüyor.
Yeni doğanların sütü sindirmeye yetenekli bir hazım sistemi var ama bu genetik bakımdan anne sütünü sindirmeye uygun bir yapılanma. İnek ya da başka bir hayvanın sütünü değil.
Zaten böyle olduğu için de uzmanlar anneleri “yeni doğanları ilk iki yılda mümkün olduğu kadar anne sütüyle beslemek lazım” diye uyarıyorlar.
Anne sütü yeterli olmadığında da inek ya da keçi sütünden yararlanmayı tavsiye ediyorlar.
Yetişkinlere gelince... Yetişkinlikte süt içen insandan başka bir canlı pek yok. Başka bir canlının sütünü içen tek canlı da muhtemelen insan!
Ama sütün mayalanmasıyla elde edilen ürünler yoğurt, ayran, kefir ya da peynir ayrıcalıklı. Bunlar son derece faydalı besinler.
Özeti şu: Süt çocukluk çağının bir besini sayılmalı, yetişkinler ve yaşlılar yoğurda, peynire ağırlık vermeli. 

Haberin Devamı

Şekerin fazlası iltihap yapar

Yaşlanmanın kendisinin de, yaşlılıkla ilgili sağlık problemlerinin önemli bir bölümünün de “mikropsuz iltihap”, yani “inflamasyon/yangı” süreçleri nedeniyle oluştuğunu biliyoruz.
Şeker hastalığından romatizmaya, bunamadan damar sertliğine kadar pek çok yaşlılık sorununun geri planında iltihabi süreçler ve bunlara verilen bedensel yanıtlar var.
İltihap oluşturan, en azından iltihabı tetikleyen faktörlerin en tepesinde de “aşırı şeker tüketimi” ve bunun yol açtığı “şeker zehirlenmesi” problemi yer alıyor.
Kısacası bu sayfada sık sık gündeme getirdiğimiz “insülin direnci problemi” bir anlamda “iltihaplanma”yı da ifade ediyor.
Zaten böyle olduğu için de artık çoğu bilim insanı şeker ve türevlerine adeta “zehir” muamelesi yapıyor.
Bilimsel veriler de bu yaklaşımı destekliyor. Örneğin giderek daha önemli hale gelen Alzheimer hastalığı da bir tür diyabet muamelesi görüyor.
Ve bazıları Alzheimer sorununu “beynin diyabeti” olarak tanımlıyor.
Kısacası insülin direnci önümüzdeki yılların en mühim sağlık sorunlarından biri olma potansiyelini koruyor. 

Haberin Devamı

Kaç tip yağ biriktiririz

Vücut bileşimimizin temelde dört yapısı var: Su, kemik, kas ve yağ dokuları.
Kilo bakımından önemli olanı yağın kasa oranıdır. Yağ ve kas miktarlarını tespit etmek içinse biyoimpedans yönteminden faydalanılır. Başka yöntemler de var ama biyoimpedans hem daha ucuz hem de daha kolaydır.
Biriktirdiğimiz yağlara gelince... İki tip yağımız vardır: Çoğunlukla belde ve vücudun orta kısmında karın bölgesinde, iç organların çevresinde ve içinde biriken “iç organsal yağlar” ve derimizin hemen altında yerleşen ve genelde vücudun tamamına yayılmış olan “deri altı yağı”.
Fazlalığı sağlığı tehdit edeni, iç organsal yağlanmadır.
İşin kötü tarafı gövdemizde biriken bu iç yağ bizi pek hasta gibi de göstermez.
Hatta biz yağlandıkça yanaklarımız dolgunlaşır ve kızarır, süreç sağlıklı bir gelişim sanılır.
Oysa bedende iltihap ve ona eşlik eden süreçler başlamıştır. 

Haberin Devamı

Testosteronumu nasıl yükselteceğim

Orta yaş erkekleri için giderek daha önemli hale gelen bir sorun var: Testosteron azalması. Bu azalmanın sadece cinsel isteği köreltmekle kalmadığı, yorgunluktan kilo almaya, uyku sorunlarından depresyona, unutkanlıktan el-ayak uyuşmalarına kadar birbirinden son derece farklı sağlık sorunlarını tetiklediği de bilinmektedir.Kötü haber şu: Giderek yaygınlaşan bu sorunun arka planında da yönetilemeyen stresler ve aktivite eksikliği, kilo fazlalığı sorunları var. Daha da kötüsü testosteronu yükselttiği bilinen takviye bir destek, doğal bir ürün de pek yok.Arginin, sitrulin, gingko, ginseng gibi doğal destekler tavsiye edilse de bunların etkileri son derece sınırlı. Peki bizim tavsiyemiz ne?Fazla kilolarınızı verin, içkiyi, sigarayı kesin, spor yapın, şeker kullanımınızı minimuma indirin ve aldığınız ilaçları gözden geçirin.  

Yazarın Tüm Yazıları