Bunlar gıda paketlerinin üzerine “şeker” yazmak yerine “maltoz, dekstroz, fruktoz, sakkaroz...” gibi sözcükler koyarak o şeker yüklü paketlenmiş sağlıksızlık bombalarını bedenimize sokmaya çalışıyorlar. Ve üzülerek belirteyim ki onlar daha çok para kazandıkça biz daha çok sağlık kaybediyoruz. Net ve açık olarak başlıktaki cümleyi bir kez daha tekrarlayalım: SAĞLIKLI ŞEKER YOKTUR!
Unutmayalım ki sağlıklı oldukları için güvenle yiyip içtiğimiz pek çok değerli gıda, içlerine eklenen gereksiz ve aşırı şeker yükü nedeniyle sağlığımızı bozabiliyor. Örnek mi? Meyveli yoğurtlar... İçine meyve suyu tadı ve kokusunu taklit eden kimyasallar eklenmiş, bir de üstüne bolca şeker yüklenmiş gazlı maden suları, şeker deposu kahvaltılık gevrekler... Bu örnekleri daha da çoğaltıp canınızı daha da sıkmak istemem. Ama bilelim ki özellikle paketlenmiş gıdaları satın alırken içinde aşırı şeker yükü bulunup bulunmadığını mutlaka kontrol etmek zorundayız.
BİR TEHDİT
İLGİSİZ DOKTOR BİLGİSİZ HASTA
Özellikle kronik hastalıkların tedavi sürecinde (şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp damar hastalığı...) ciddi bir doktor-hasta işbirliğine ihtiyacımız var. Zira çok meşgul/ilgisiz bir doktorla, bilgisiz bir hasta bir araya geldiğinde hiç de hoş olmayan hatta bazen tehlikeli neticeleri olabilen durumlar ortaya çıkıyor. Kanaatime göre, özellikle “BİLGİLİ HASTA”, kronik hastalıklarla mücadelede çok ama çok önemli bir ayrıntı. Örneğin her bir şeker hastasını, hastalığı hakkında bilgilendirip eğitmezseniz, ilaçları dışında yapması ya da yapmaması gerekenleri onunla siz veya ekibinizdeki diğer sağlık elemanlarınız -mesela beslenme uzmanınız ya da egzersiz danışmanınız- yeterince paylaşmaz ve o hastayı sürecin bir çözüm ortağı yapmazsanız başarı şansınız giderek azalacaktır. Netice şudur: Araştırmalarla da kanıtlandı ki özellikle kronik hastalıklarda “sağlık okuryazarı, bilinçli ve bilgili bir hasta ile beraber çözüm üretmek” en az reçetenizdeki ilaçlar kadar önemli bir faktördür.
HANGİSİ ÖNEMLİ
İlk alıntımızı da günümüzün en yaygın sorunlarından birine “bel ve göbek genişlemesi, kilo dengesi” problemine çözüm üreten eski bir notumuzdan seçiyoruz. Umarım bu notu okuduktan sonra siz de günlük yürüyüşlerinizin temposunu biraz daha arttırmaya karar vereceksiniz. Artık hepimiz biliyoruz ki yürümenin her türlüsü faydalı. Yavaşı da tempolusu da işe yarıyor. Ama söz konusu “bel inceltmek” veya “göbek eritmek” olduğunda “tempolu yürümeler” daha çok fayda sağlıyor. Bu nedenle eğer “ortopedik sorunu” veya “kalp, tansiyon, şeker” problemi nedeniyle fiziksel kısıtlaması olmayan biriyseniz yürüyüşlerinize “imkân ölçüsünde” tempo kazandırın. “Peki bu işi nasıl başaracağım hocam?” diyorsanız sıradaki kutuda özetlediğim 60 dakikalık örnek planı dikkate alın.
KESİP SAKLAYIN BEL İNCELTEN ÖRNEK BİR YÜRÜYÜŞ PLANI
Eğer aşağıdaki planı haftada 4-5 kez tekrarlayıp günde 2 kez 20 tekrarlı çömelme egzersizi ile birleştirebilirseniz harika bir “GÖBEK ERİTME” stratejisini devreye sokmuş sayılırsınız. İşte o strateji...
- 5 dakika, dakikada 80-90 adım
- 5 dakika, dakikada 90-100 adım
- 20 dakika, dakikada 100-120 adım
- 10 dakika, dakikada 120-140 adım
Doktoruna neredeyse zorla ilaç yazdırmaya çalışan, bir eczaneye girdiğinde şekerci dükkânına girmiş bir çocuk gibi gözleri parlayan pek çok insanımız var. Annelerin çocuklarına faydalı olacağını düşündükleri gıdaları yedirirken “İlaç niyetine yavrum!” dedikleri başka ülke var mıdır acaba? Hiç sanmıyorum. Özetle yerli yersiz her sağlık sorunumuzda çözüm için hemen ve hiç düşünmeden ilaçlara sarılıyoruz. Başımız ağrıdığında çıkıp bir parkta dolaşmak, biraz temiz hava alıp rahatlamak yerine hemen bir ağrı kesici yutuyoruz. Bırakın ağrı kesicilerini, mide haplarını, gaz ilaçlarını, bir antidepresana başlamak için bile uzman doktor tavsiyesine değil komşu tavsiyesine uyabiliyoruz. Peki, doğru mu yapıyoruz? Kesinlikle hayır! Neden mi? Hazırsanız buyurun...
UNUTMAYIN
HAP YUTARKEN HAPI YUTMAYIN
Bilindiği gibi baş ağrısı genelde ve öncelikle nöroloji/beyin sağlığı uzmanlık alanını ilgilendiren bir konu. Dahiliye uzmanlarını da çözüm ortağı olarak (hipertansiyon, hipoglisemi) gerekli kılabiliyor. Ama anlaşılan o ki son yıllarda ruh sağlığı uzmanlarına çok daha fazla iş düşecek. Zira yaşam tarzımız bu baş edilmez hızla ve yeni yanlışlarla kirlendikçe başımız her geçen gün biraz daha fazla ağrıyacak. Yiyip içtiklerimizden kullandığımız yeni nesil teknolojik cihazlara, hayatın hızındaki baş edilmez artıştan uykularımızı paramparça eden yeni yanlışlara kadar pek çok sabotajcı başımızı daha da ağrıtacak: Cep telefonları, 24 saat aralıksız devam eden televizyon programları, internetin zorladığı sosyal medya turları, neredeyse sokaklarda bile peşimizi bırakmayan dijital ortam, radyo frekans dalgaları ilk akla gelenler. Bitmedi! Çoğunun içinde ne olduğunu bilmediğimiz çöp gıdalar, fast food hazır yiyecekler, özellikle monosodyum glutamattan zengin besinler de bu listeye dahildir. Dahası var! Hepimizin ruhuna adeta bir karabasan gibi çöken savaş naraları, ekonomik sorunlar, deprem kaygıları, her gün bir yenisi ile sarsıldığımız doğal felaketler de başımızı fena halde ağrıtıyor. Kısacası baş ağrısı artık baş ağrısı olmaktan çoktan çıkmış, sosyal bir sağlık patlaması haline gelmiştir. Başka alanlara evrilmiş, hızla koşan dev bir soruna dönüşmüştür. Eskiden baş ağrısı denilince aklımıza gelen “sinüzit, hipertansiyon, hipoglisemi” vb. sorunlar şimdilerde ikinci, üçüncü plana düşmüş, mesele tip ve yüz değiştirmiş, “GERİLİM BAŞ AĞRILARI” ön plana çıkmıştır.
DİKKAT
GERİLDİKÇE AĞRIYORUZ
Uzmanlara göre, baş ağrısı şikâyetiyle doktora baş vuran hastaların en fazla yüzde 5’ine “sinüzit, beyin kanaması, beyin damar tıkanıklığı, kafatası ve beyin tümörleri, beyin ve yüz bölgesinde oluşan enfeksiyonlar” ile ilgili teşhisler konuyor. Aynı uzmanlara göre baş ağrılarının en yaygın nedeni olarak ise şimdilerde “gerilim tipi baş ağrıları” kendini gösteriyor, “migren ağrıları” da bu tür ağrıların bir çeşidi olarak kabul ediliyor. Aslında migren teşhisinin de çoğu zaman yerli yerine oturmamış adeta ortalama bir tahmin tanısı olduğunu bilmemizde de yarar var. Çünkü çoğu hastaya migrenin tipik özellikleri söz konusu olmadan da migren tanısı konabiliyor. Gerilim tipi baş ağrılarına gelince...
ÖNEMLİ
AĞRIYI DEĞİL GERİLİMİ ÇÖZÜN
Ayrıca sadece bizde değil, dünyanın her yerinde çoğu maalesef “ÇÖP”! O takviyelerin içinde ya yeteri kadar melatonin yok ya da üretim hataları nedeniyle yutulan melatonin hapları doğrudan bölünüp parçalanıp bağırsaklarda emilmeden kanalizasyona gidiyor(!) Kısacası melatoninden faydalanmanın da melatoninden zarar görmeden yararlanmanın da bazı ayrıntıları, püf noktaları var. İşte onlardan bazıları...
KESİP SAKLAYIN MELATONİN ALFABESİ
MADDE 1 Bağışıklık baskılayıcı, kan sulandırıcı, depresyonu iyileştirici, kan şekerini dengeleyici ilaçlardan herhangi birini kullanıyorsanız melatonin haplarını yutmadan önce doktorunuzla mutlaka konuşun.
MADDE 2 Kanınızı inceltebilen panax ginseng, ginkgo biloba, sarımsak özütü vb. destekler kullanıyorsanız ya da reçeteli bir kan inceltici ilaç kullanıyorsanız daha da dikkatli olun.
MADDE 3 Melatoninin baş ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, bulantı, gece terlemeleri, kâbus ağırlıklı rüyalar görmeye ve çok yüksek dozlarda alındığında beklenenin tersine uykusuzluğu tetiklemeye yol açabileceğini de bir kenara not edin.
MADDE 4 Uyku desteği olarak 1-3 mg melatonin ile yetinin, 6 mg’a asla geçmeyin.
MADDE 5
Bu değişim hangi sağlık sistemini tercih edeceğimiz meselesini de içine alıyor. Son yıllarda çok sık konuşulur hale gelen farklı sağlık yaklaşımlarıyla karşılaşmamızın nedeni de zaten bu.
Pek çok insan yaşadığı sağlık sorunlarının çözümü için eskisinden farklı yeni ve hatta bazen tehlikeli olabilecek arayışlar içinde. Mesela, başı mı ağrıyor? Bir dahiliye ya da nöroloji uzmanı ile görüşmek yerine gidip bir “ozon terapi kürü” almayı tercih edebiliyor. Ya da yıllardır çözemediği “şişkinlik, gaz, karın ağrısı vb.” gibi sorunlarının çözümü için bir gastroentelolok/mide bağırsak uzmanı ile görüşmek yerine bir fonksiyonel tıp uzmanı ile de görüşmeyi tercih edebiliyor. Bitmedi! Aramızda böbrek ya da karaciğer sorunlarına fitoterapi uzmanlarının önerdiği bitkisel ilaçlarla çözüm arayıp karaciğerini, böbreğini mahvedenlerin sayısı da bir hayli fazla. Peki, sebep ne? Bu ayrışmanın nedenleri neler? Doğru mu yapılıyor? Bu kafa karışıklığının nedeni ne olabilir? Siz olsaydınız hangi tıbbı tercih eder, sağlığınızda bir sorun olduğunda hangi tıp yaklaşımına sığınırdınız? Tavsiyem şudur: “Allopatik tıbbı, yani modern tıbbı” tercih edin ve bilimsel ve modern tıp yaklaşımlarından asla ve asla vazgeçmeyin ama gerektiğinde de “yaşam tarzı tıbbı”nın ve onun yol arkadaşlarının tavsiyelerinden de faydalanın. “Tamamlayıcı ve geleneksel tıbbın” önerilerinden de istifade etmeyi düşünün. Nedenine gelince...
ÖNEMLİ: HANGİ TIP NE YAPIYOR
VARAN 1
ALLOPATİK TIP
100
Her yaş ve her cins için mutlaka ama mutlaka büyük tansiyon 12’nin küçük tansiyon 8’in altında olmalıdır. Diğer taraftan hipertansiyon tedavi edilebilen veya yönetilebilen bir sağlık problemidir. Bilelim ve unutmayalım ki son yıllarda halkımız içinde giderek büyüyen bir sağlık sorunudur ve asla ihmal edilmemelidir. Detaylar için buyurun...
DİKKAT
SİNSİ BİR DÜŞMAN: HİPERTANSİYON
Geçtiğimiz çeyrek yüzyılda muazzam bir “hipertansiyon patlaması” oldu. Bunun başlıca nedenlerinin ise “sağlıksız beslenme, kilo fazlalığı ve obezite, hareketsiz yaşam tarzı ve stres faktörü” olduğu net ve açık olarak anlaşıldı. Problem çok ciddi sağlık sorunlarına yol açabilmesine rağmen genelde herhangi bir şikâyete de neden olmuyor. Bu açıdan bakıldığında hipertansiyon da sağlıklı yaşamın öncelikle de damar sağlığının en önemli ve en sinsi düşmanlarından biri kabul ediliyor. Ama yine de -seyrek de olsa- bazı belirtilerin hipertansiyona işaret edebileceğini bilmemizde fayda var. “Peki, o işaretler neler?” diyorsanız bir sonraki kutuyu biraz daha dikkatle incelemenizi tavsiye ederim.
KESİP SAKLAYIN
HİPERTANSİYON İŞARETLERİ
İLK BEŞ
Damar sağlığınızı ciddiye almadığınızda damarlarınız daha hızlı sertleşecek, pıhtı ve plaklarla daha çabuk ve çok daralıp tıkanacaktır.
Sertleşmiş, elastikiyetini kaybetmiş, daralmış veya tıkanmış bir damar sistemi ise yeteri kadar oksijen alamayan, iyi beslenemeyen, ihtiyaçlarını karşılayamayan, ürettiği zararlı atıklardan yeteri kadar kurtulamayan kısacası daha hızlı yaşlanan hücreler, doku, organ, sistem ve bedenler demektir. Bu nedenle damar sağlığımızı koruyup kollamak yaşımız ne olursa olsun hepimiz için öncelikli ve vazgeçilmez bir görevdir.
AKLINIZDA OLSUN
DAMARLARIMIZ YAŞLANINCA BAKIN NELER OLUYOR
1-KALP DAMARLARIMIZ YAŞLANINCA: Göğüs ağrısı, kalp ritmi bozukluğu, kalp krizi, kalp yetmezliği gibi sorunlar ortaya çıkabiliyor.
2-BEYİN DAMARLARIMIZ YAŞLANINCA: