Yalnızlığın yasaklandığı bir dünya ister miydiniz

Eğer bu yazıyı okurken gerçekten yalnızsanız, yani bir sevgiliniz ya da karınız/kocanız yoksa başlıktaki soruya direkt “evet” deme olasılığınız çok yüksek!

Haberin Devamı

Ama dikkat, vizyona hafta sonu giren The Lobster’ı izledikten sonra yanıtınız üzerine düşünmeye başlayacağınıza bahse girerim.
Çünkü The Lobster tuhaf bir film, manyak bir film, kafayı allak bullak eden bir film, bolca soru sordurtan bir film.
Ortası yok!
Kısaca konusunu özetleyeyim:
Dediğim gibi dünyada yalnızlık yasaklanmış.
Ya da sadece filmin geçtiği ülkede.
Orasını bilmiyoruz, çok da önemli değil.
Yalnızlık derken, “tek” olma durumundan bahsediyorum.
Filmin tasvir ettiği gelecekte illa “çift” olmak gerekiyor. “Çift” değilsen, şehirde yaşamaya, güzel evlerde oturmaya, alışveriş etmeye, kafelerde oturmaya hakkın yok, “tek” olanları sürüyorlar!
Diyelim ki sevgilinden ayrıldın ya da eşin öldü.
Yani mecburen tek kaldın.
Üzgünüm ama, diğer tek kalanlarla birlikte seni de bir otele kapatıyorlar!
Otele kapatılan tüm yalnızlara da belli bir konaklama süresi veriliyor.
O konaklama süresi boyunca da yegane amaç birini bulup yeniden çift olmak ve şehre dönmek!
Eğer süre dolduğunda hâlâ yalnızsan çook acayip cezalar var, onları da söylemeyeyim artık.
Filme gidince görürsünüz.

Haberin Devamı

Yalnızlığın yasaklandığı  bir dünya ister miydiniz


SIKI DALGA GEÇİYOR!

The Lobster aslında ikili ilişkilerdeki iki yüzlülükle, “uyumlu olma” palavrasıyla, toplum tarafından dayatılan rollerle sıkı bir şekilde dalga geçiyor.
Zaten bu yüzden filmin en tuhaf sahnelerinde bile bazen gülüyorsun.
The Lobster’ın kara mizahı cidden muhteşem.

KİMSE KİMSEYİ ÖZGÜR BIRAKMIYOR!

The Lobster’ın en ters köşe yanı da şu:
Filmdeki gelecekte nasıl “çift” olma faşizmi birileri tarafından dayatılıyorsa, bu faşizme karşı çıkan anarşist bir grup da ortaya çıkıyor tabii.
Yalnızlığı, tek olmayı özgür bırakan bu grup “çift olma faşizmine” savaş açıyor.
Yani direnmeye başlıyorlar.
İyi güzel, fakat bu sefer de bu grup kendi savaşçılarına ne yapıyor?
“Sadece tek olabilirsin” diyor, “Çift olmak yasak, yakınlaşmak yasak, aşk yasak, seks de yok. Git mastürbasyon yap!”
Kısacası insan insanı özgür bırakmıyor!
The Lobster’ın en büyük mesajı bu.
Ya insan eliyle oluşturulan büyük sistemi benimseyeceksin ya da o sisteme karşı çıkanların oluşturduğu daha küçük, anti gibi görünen sistemi.
Her ikisi de itaat gerektiriyor, kurala bağlılık istiyor, özgürlük filan hak getire!

BÖYLE BİR AŞK SINAVI YOK!

The Lobster aynı zamanda bir aşk testi!
Şu an bir sevgiliniz varsa ya da evliyseniz mutlaka gidin ve filmin sonunu beraber tartışın.
Çünkü öyle bir final ki, “Aşk ne kadar fedakarlık gerektirir ya da aşk bu kadar büyük fedakarlık gerektirmeli mi?” sorusunu zihinlere çivi gibi çakıyor çat çat çat...

ASLINDA COLIN ÇOK ANLAMAMIŞ!

Son olarak, bu film için göbek yapan ve gayet hımbıl, pısırık, kendine güvensiz bir karakterle karşımıza çıkan ünlü oyuncu Colin Farrell çok başarılı.
Ona eşlik eden, bir içim su Rachel Weisz da öyle...
Esas sürpriz ise Farrell’ın filmi tam olarak anlamamış olması!
XOXO Dergisi’nin son sayısına verdiği röportajda şöyle demiş Farrell, içtenliğine bayıldım:
“Dürüst olmak gerekirse filmi tam olarak anladığım söylenemez. Ama bu benim için sorun değil.
Sette Yorgos’a (yönetmen) durmadan karakterimle ilgili sorular sorduğumu hatırlıyorum, ‘Neden böyle davranıyor?’ diye.
Biz oyuncular bazen çok soruyoruz ve bu iş için her zaman iyi bir şey değil. Kendi geleneksel fikirlerini ve mantığını filme taşıyarak yönetmenin yarattığı sihri kaçırabilirsin.”

Haberin Devamı

Böyle bir mekan olsa gider miydiniz

Filmden çıkınca darmaduman olmuş aklıma şöyle bir fikir konuverdi:
Sadece çiftlerin ya da sadece yalnızların girebildiği otel yahut restoranlar olsa...
Gider miydiniz?
Bana sorarsanız:
Bir süre sonra çiftler çiftleri...
Yalnızlar da yalnızları görmekten sıkılırdı!
Çünkü her iki tarafa da çekici gelen aslında şu:
Çift, yalnızı görünce kendini iyi hisseder, “Oh yanımda biri var, onun ise yok!” diye.
Yalnız ise çifte bakıp iki çelişkili duyguyla kafası karışır:
“İyi ki böyle mıç mıç bir sevgilim yok, kendi başıma istediğimi yapıyorum.”
Ya da:
“Keşke şu an onlar gibi olabilsem, hayatı biriyle paylaşsam.”
Kısacası her iki tarafın da birbirine ihtiyacı var, kaçış yok!

Yazarın Tüm Yazıları