Paylaş
Flarmoni Orkestrasının, Parti Orkestrasına dönüşmesinde, “bir mahalle baskısı rengi” olduğunu söyleyenler de var, “sentez” arayışının, yeterince donanımlı ve deneyimli ellerde yürütülemediği kaygısını taşıyanlar da… Sonuçlarının “amatörce” kaldığını düşünenler de var, eylemin, “keriz” diye adlandırılan “ekstra iş”in ötesine geçemediğini söyleyenler de…
Bu organizasyonun ardında, TÜSAK’a tepki için birleşen sanat camiasını, seçim arefesinde,
“en az birkaç parçaya bölme niyeti”nin gizli olduğunu hissedenler de var, İzmir gibi “özel” bir kentte, seçim sonrası oluşacak yeni durum için pozisyon almak hevesinin “ucuzluğunu arayanlar” da… Sadece “dedikodu”ya itibar edenler de var, konuyu, yürütülen TÜSAK mücadelesinde hiç ortada görünmeyenlerin, politik bir toplantıda aniden zuhur etmelerini, “manidar ve yaralayıcı” bulacak kadar ciddiye alanlar da… “Yeni normal budur alışın” diye geçiştirenler de var, “seçim sonrasının taşeron orkestrasını takdimimizdir…” diyenler de…
Kuruluş öyküsünü, www.sanattanyansimalar.com adresinde bulabileceğiniz Anadolu Flarmoni Orkestrası’nın, geçen hafta “siyaseten çaldığı” yorumuyla, sosyal medyaya ve ardından İzmir medyasına yansıyan, “sorular, yanıtlar, iddialar, eleştiriler, açıklamalar ve müdafaalar”, hepsi ama hepsi, öznel değerlendirmelerdi. Benim yazım da öyle olacak haliyle ! Dikkatlerden kaçmaması gereken tek şey, çocukluğumuzdan beri, “sanatçıların, alınlarındaki ışık yüzünden farklı olduklarını düşündüğümüz” ayrıntısıdır. İşte bu sebeple, beklentimizi yeterince kibar ifade edememişsek, ayıplanmamayı dilerim…
Ben, yıllar önce bana anlatanın yalancısıyım ! Üstelik, bu yazı için, Attilâ İlhan’dan da yardım istemekteyim. “Aşağıdaki ‘yakıştırma’yı ben, büyük bir aynanın içinde gördüm. üstelik ayna dumanlıydı ve olmayan bir şehirde geziniyordu...” diye “intihâl” ile başlayacağım. “Yakıştırma” bu ya;
Çok ünlü bir senfoni orkestrası, turneye çıkmış, dünyayı dolaşıyorlarmış;
her ülkede tek gala… Günler, haftalar süren bir organizasyon.
Çok ilgi görüyorlarmış, keyifli ama bir o kadar da yorucuymuş…
Gittikleri ülkelerin birinde, beklenilenin çok üstünde bir ilgiyle karşılaşmışlar.
Gişelerde uzun kuyruklar oluşmuş, karaborsa almış yürümüş…
Buna rağmen, pek çok meraklı da bilet bulamamış.
Araya tanıdıklar, hatırlılar sokanlar içinden “sonradan görme”nin biri,
Başkemancı’ya ulaşmayı başarmış:
“Aman” demiş, “1 kişilik bilet ayarlayamaz mısınız ? Fiyat önemli değil; açık çek yazarım”.
Emekliliği de yaklaşan sanatçı, bu dayanılmaz teklif karşısında,
“bilet bulamam” demiş, “ama başka bir yol önerebilirim…”
Heyecanla sormuş beriki, “tamam” demiş, “ne yapmam gerekiyor ?”
Başkemancı, “bakın” demiş, “biz çok kalabalık bir orkestrayız; kim kime dum duma…
Zaten eserler oturdu, herkes gözü kapalı çalıyor. Hem anladığım kadarıyla repertuvara da aşinasınız. Benim sandalyeme oturun. Sağa sola bakarak yay oynatırsınız.
Yokluğumu kimse fark etmez. Sizin için de unutulmaz bir deneyim olur…”
Balıklama atlamış, parası bol görgüsüz; “anlaştık” demiş, el sıkışmışlar.
Konser saati gelmiş, herkes heyecan içinde… Maestro, izleyicileri selamlayarak almış yerini. Bagetiyle havada bir daire çizdikten sonra, ilk notaya davet etmiş orkestrayı. O da ne ? Sahneden yükselen tek bir ses yok; herkes birbirine bakıyor. Herkes yanında oturan çalsın diye bekliyor ama çalan yok ! Salondaki hayret nidâlarına aldırmadan, bir hamle daha yapmış Şef; ama nafile… Dal kıpırdamıyor….
Ertesi gün şehrin gazeteleri, sekiz sütuna manşetle duyurmuşlar skandalı. “Sandalyeleri tarifleyen” o manşeti buraya yazamıyorum… Hayal gücünüze bırakıyorum.
Paylaş