Kalkınma efsanesi

FRANÇOIS Partant’ın ‘Kalkınmanın Sonu’ adlı kitabının önsözünde Mehmet Ali Kılıçbay, kalkınmanın tartışılması imkânsız bir tabu, bir fetiş, adeta bir din olduğunu söyler ve kalkınma efsanesini şu sözlerle anlatır:

Haberin Devamı

“Azgelişmişlik bazı ülkelerin çocukluk hastalığıdır ve Avrupa’nın doğrusal evrimini izleyerek ona ulaştıklarında bundan kurtulacaklardır. Kalkınma fetişi ise tam bu noktada devreye girer.”
Aslında kalkınma efsanesi, azgelişmiş ülkelerin dünya pazarıyla bütünleşmelerinin ideolojik boyutunu sağlayarak hem uluslararası sömürüyü hem de hiyerarşiyi meşrulaştırıyor ve gizliyordur.

*

Aynı kitabın ikinci baskısının önsözünde Fikret Başkaya sömürgeciliğin sadece maddi bir kategori olmadığına vurgu yapar.
Halkların sömürülmesi, ekonomik
ve toplumsal yapılarının biçimsizleştirilmesi, kültürlerinin tahrip edilmesi, beşeri ve doğal zenginliklerinin yağmalanması, birikmiş zenginliklerinin talan edilmesi bir yana...
Halkların bilincinin de sömürgeleştirilmesinden dem vurur.
Bilincin sömürgeleşmesi insanın kendine ve gerçekliğine yabancılaşması anlamına geliyor. Yani o insan artık kendisi olmaktan uzaklaşıyor. Böyle bir insanın da gerçekleri algılaması, tartışması, kavraması pek mümkün olmuyor.
Sıkça zikredilen ‘sürdürülebilir kalkınma’ gibi afili kavramlar kendilerine yabancılaşmış kitleleri alkış krizine sokarken, kültürel ve doğal zenginlikleri yağmalayanlara biraz daha para kazanmak için zaman kazandırıyor.

*

Haberin Devamı

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin ‘Soma’nın Ortaya Döktükleri’ raporu, Soma faciasını salt iş güvenliği ya da taşeron uygulaması gibi nedenlere bağlamanın sığ bir yaklaşım olacağı ortaya konmuş.
Büyük projelerin ÇED’den muaf tutulması, taşeronlaşmaya göz yumulması, imar usulsüzlükleri, eksik düzenlemeler, sistematik olmayan uygulama ve denetlemeler, hepsinden hükümetin haberi var. Ama düzelmiyor. Zira düzenlemeler ‘kalkınmayı azaltacak engeller’ olarak görülüyor.
İyi, güzel de...
Hükümetin kalkınma modeli sürdürülebilir mi?
Sürdürülebilirlik üç bileşenden oluşur: Ekonomik sürdürülebilirlik, toplumsal sürdürülebilirlik ve ekolojik sürdürülebilirlik.

*

Haberin Devamı

Bizim ekonomimiz büyürken cari açığı artırıyor. Hiçbir ülke uzun süre cari açık vermeye devam edemez. Cari açık oranının düzeyi itibarıyla soru, gelecekte bir finansal krizin olup olmayacağı değil, ne zaman olacağı.
Bu yapı ekonomik olarak sürdürülebilir değil.
Gelir dağılımı durmadan bozuluyor. Sosyal yardım, sağlığa ve eğitime erişim nicelik olarak artsa da niteliksel sorunlar baki. İşsizlik 2000’ler öncesi yüzde 7-8 iken ekonomik büyümenin hızlandığı 2002 sonrasında yüzde 11’e yükseldi. İşi olanların ücretlerinin reel alım gücü artmıyor, hane halkı borçları yükseliyor. Taşeronlaşma ve iş kazaları hızla artıyor.
Bu yapı toplumsal olarak sürdürülebilir değil.
Doğanın sunduğundan daha fazlasını tüketiyor, doğal kaynak stoklarını eritiyoruz.
Bu yapı ekolojik olarak da sürdürülebilir değil.

*

Haberin Devamı

2023’te koştur koştur dünyanın en büyük 10’uncu ekonomisi olacağız diye bu zalim ve umarsız büyüme politikasını sürdürmek hem bu ülkeye hem de insanlarına haksızlık değil mi?
Hani diyorlar ya, “3. köprüden geçmeyin o zaman.”
Kabul, geçmeyiz.
Zira bu ülkeyi ve dünyayı kurtarmanın yolunun daha çok tüketmek, daha çok kazmak ve daha çok bina dikmekten değil, hayat tarzında radikal değişiklikler yapmaktan geçtiğini biliyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları