Trafiği “sorun” olarak gören yok

İstanbul gibi bir şehirde savaş meydanına çıkmak gibidir sokakta yaya olarak bulunmak veya araç kullanmak.

Haberin Devamı

Araçlar da, yayalar da kanun-kural tanımaz.
Herkes “önce ben geçecem” der, yaya kendini olur olmaz yola atar, yaya geçitleri, ışıklar, ışığın kırmızı veya yeşil olması, trafik kuralları pek anlamlı değildir.
Araçlar da öyle. Bakar herkes karşıdan karşıya geçmek için kendini atıveriyor kaldırımın herhangi bir yerinden, yayaların daha hızlı geçmeleri için üstlerine sürerler.
Bu esnada motorlu restoran servis elemanları ve kuryeler kaldırımlardan gitmektedir.
Kaldırımda yürümek, bir aracın altında kalmayacağınızı garantilemez Türkiye’de.
Zira kaldırımlar, acelesi olan motorluların acil ulaşım yoludur.
Benzer biçimde yayalar, bisikletliler, patenliler için tasarlanmış, çocukların koşturduğu, araçların girişinin yasak olduğu sahil yolları da kalabalık günlerde araçlar ve motorlar için ulaşım yolu olarak hizmet verir.
Siz yürürken yanınızdan hızla bir motorlu geçer, hatta yarış bile yaparlar, anneler ve babalar çocuklarının üzerine kapaklanır o sırada.
Motorluları uyarma şansınız yoktur, zira siz uyarmayı düşünürken çoktan gözden uzaklaşmışlardır bile.
Belediyeyi ararsınız, “Konuyu emniyete bildireceksiniz” der.
Emniyeti ararsınız, “Orası belediyenin sorumluluğunda” der...
İstanbul’da sokakta 360 derece yaşarız biz.
Evrimleşmişizdir, ensemizde, kulaklarınızın arkasında, kafanızın yanında “PLOP” diye gözlerimiz çıkmıştır.
Algılarımız kuvvetlidir, kaldırımda üzerimize süren motorcunun sağımızdan mı, solumuzdan mu geçeceğini iyi biliriz.
Çocukluğumuzda bol bol Yakartop oynadığımız için, bu deneyimi karşıdan karşıya geçerken kullanırız.
Hızla üzerimize gelen topun yerini otomobiller almıştır.
Onlardan kaçar, süperkahraman gibi yaşar, her an ölüm eşiğinde yaşamaya bayılırız.
Trafik medeniyetsizliği konusunda evrimleşmek üzere olduğumuz için, pek yakında çocuklar halihazırda analarının karnından trafik canavarı olarak doğacak.

* * *

Evvelsi gün, işlek bir caddede, direksiyon başındayım, araçlara yeşil yandığı için ilerliyorum.
Tam ışıkların olduğu yaya geçidinde, bir anne-baba, 5-6 yaşındaki kız çocuklarını ortalarına almış, ellerinden tutmuş karşıdan karşıya geçmek için hazırlanıyorlar.
Kalabalık caddede, hareket halindeki iki aracın arasından geçecekler.
Bir dakika daha dursalar tehlikesiz bir biçimde bunu yapabilirler ama hayır. Burası İstanbul.
Çocuğun bir elinden annesi, bir elinden babası tutuyor, yere değdirmeden, “uçtu uçtu” yapar gibi, benim olduğum aracın önüne atıyorlar kendilerini.
Araçlara yeşil yanarken, tehlikeli bir biçimde karşıdan karşıya geçmeyi oyun sanıyor küçük kız.
Ben can havliyle frene basar ve ailenin yanından geçerken, annesi ve babası tarafından elleri tutulmuş, havada uçarken heyecanla gülüyor bana bakarak, bunu oyun sanıyor.
Baba yüzüme nefretle bakıyor, bu ani durum karşısında zor fren yapıyorum zira. Çocuğunu tehlikeye atan ben oluyorum, o değil.

* * *

Önceliklerimiz arasında pek yer bulamıyor ama...
Trafik bilinci, trafik eğitimi en tepedeki sorunlarımızdan biri aslında.
Önlenebilir felaketler arasında bir numarada.
Çocuklar artık medeniyetsiz şehir ortamındaki yaya ve araç trafiği içinde hayatta kalmayı oyun sanıyor. Buralara kadar geldik.
En medeni olanımız bile kanunları çiğniyor. Trafik, kişilik değiştirdiğimiz, canavar egomuzun ortaya çıktığı bir dünya.
Seçimler için herkesin bir vaadi var.
Bu kadar önümüzde duran, herkesin hayatı için tehlike arz eden ve neredeyse kemikleşmiş bir problemi önceliklerinin arasına alan yok nedense.
Tabii bizde siyasetçi dediğin emniyet şeridinden gider, onlara yollar hep açık!
Bir konunun “problem” olması için, önce o problemi yaşamak lazım.
Bizimkilerin trafik sorunu yok.
Ne diyelim, “Allah yollarını açık etsin!”

Yazarın Tüm Yazıları