Darbenin değil rezilliğin tarihi!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, neredeyse her gün tekrarladığı bir konuyu, 17 ve 25 Aralık’taki “rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarının hükümete darbe girişimi” olduğu iddiasını Fransa’da da tekrarladı.

Haberin Devamı

Bunun nasıl bir darbe girişimi olduğunu ise bir türlü anlatamıyor.
Türkiye’de bir darbe yapılacaksa, bunu kimlerin yapabileceğini geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz.
Ve şu anda da, görebildiğimiz kadarıyla, askerin böyle bir niyeti yok. Ülkenin ikinci “silahlı gücü” sayılması gereken polisin de istese bile böyle bir darbeyi yapacak ne gücü var, ne de homojen bir emir komuta zinciri!
17 ve 25 Aralık’ta ne olduğu çok açık.
Bir işadamının bakanlara rüşvet dağıttığı fotoğraflarla, belgelerle, telefon dinleme kayıtlarıyla ortaya çıkmış.
Bir bakanın kod adı rüşvet listesinde yer alıyor.
Aynı bakan, söz konusu işadamından çok değerli hediye saat, özel uçakla bedava umre gezileri kabul etmiş.
Bir başka bakan, aynı işadamının sevmediği polis müdürünü tayin etmiş, koruma vermiş, yakınlarını Türk vatandaşı yapma sözü vermiş, oğlu işadamından “danışmanlık” kisvesi altında para almış, bakanın aldığı paranın 10 milyon doları bulduğu dinlemelerle ortaya çıkmış.
Bir diğer bakana ayakkabı kutuları, elbise torbaları ve gümüş çikolata tepsileri içinde milyonlarca Euro verilmiş.
Bir bankanın genel müdürünün evinde, ayakkabı kutularına istiflenmiş milyonlarca dolar tutarında döviz ele geçirilmiş.
Başbakan’ın oğlunun vakfına yüz milyonlarca dolar bağışta bulunan kimliği belirsiz şahsiyetler var. Başbakan ile oğlu arasında geçen konuşmalardan evde istiflenmiş muazzam miktarda para olduğu anlaşılıyor. Paranın miktarı o kadar büyük ki “sıfırlama” talimatına rağmen para tüketilememiş, elde 30 milyon Euro tutarında bir para kalmış.
Bunları soruşturmak, nasıl bir darbe girişimi oluyor, anlayabilmek mümkün değil.
Bu olay nedeniyle bir darbeden söz edeceksek, hükümetin Anayasa’nın güçler ayrılığı ilkesini yerle bir etmesiyle sonuçlanan bir darbeden söz edebiliriz ancak.
Savcının talimatını dinlemeyen, hâkimin arama iznini takmayan polisler, savcıyı “aldırmak isteyen” İçişleri Bakanı, görevden alınan savcılar, hâkimler!
17–25 Aralık bir darbenin değil, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en iğrenç yolsuzluk ilişkilerinin ortaya dökülüşünün tarihidir.
Bu gerçekten hükümete karşı bir darbe girişimi ise, soruşturulmasını neden önlüyorsunuz? Neden TBMM’deki soruşturma komisyonunun kurulmasına olanak tanımıyorsunuz?

Haberin Devamı


Önemli ama çok küçük bir adım

Haberin Devamı


MİLLİ Eğitim Bakanlığı’nın İstanbul’un iki yakasında birer “dâhiler okulu” açacağını dün Hürriyet’te Nuran Çakmakçı’nın haberinde okudum.
Bir süredir üstün zekâlı çocukların eğitim sorunları ile ilgili yazıyorum, devamlı okuyucular takip etmiştir.
Bu işi önemsiyorum, çünkü bu çocukların geleceklerini kurtaracak şey, zekâlarına uygun özel bir eğitim görmektir.
Elbette ülke için de insan kaynaklarının iyi değerlendirilmesi anlamında önemi ve değeri olan bir iş bu ama ondan daha önce benim için çocukların geleceklerinin ziyan edilmemesi geliyor.
Onun için bu iki okulu açma kararı nedeniyle Milli Eğitim Bakanlığı’na teşekkür ederim.
Ama sorun bu iki okul ile bitmiyor.
Bakanlığın açacağı iki okul, beşinci sınıftan itibaren 130 IQ üzeri 40 çocuk alabilecek.
Oysa böyle özel bir eğitime ihtiyacı olan çocuk sayısı bunun çok üzerinde.
Okulların sadece İstanbul’da olması, Anadolu’nun diğer kentlerindeki çocukların ne olacağı sorusunu da gündeme getiriyor.
Dikkatinizi çekmek istediğim bir diğer konu, bu çocukların özel eğitim ihtiyaçlarının beşinci sınıftan itibaren başlamıyor olması.
Bu çocukların farklı oldukları çok küçük yaşlardayken belirleniyor ve beşinci sınıfa gelene kadar da özel bir eğitim görmeleri gerekiyor.
Dört yaşında aritmetiği, okuma yazmayı sökmüş bir çocuğun ilk dört yıl için bile okula ilgisini canlı tutabilmek zor ve özel bir program gerektiriyor.
Bu girişim hiç yoktan elbette iyidir, şu anda böyle eğitim veren bir devlet kurumu yok çünkü.
Ancak Bakanlık bu adımın çok ama çok yetersiz olduğunu bugünden görmeli ve gelecek için planlarını yapmalı.

Haberin Devamı


Sıra vakıf üniversitelerine geldi


KENAN Evren ile Tahsin Şahinkaya 12 Eylül darbesini gerçekleştirdikleri için mahkûm oldular ama 12 Eylül neredeyse bütün kurumlarıyla hayatiyetini sürdürüyor.
AKP hükümetinin onlar ile hiçbir alıp veremediği yok, hatta tam tersine sonuna kadar da kullanmak istiyor.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmekte olan torba yasaya YÖK ile ilgili olarak eklenen üç yeni madde de bu “vesayet” kurumunu daha da güçlendirmek amacını taşıyor.
Buna göre, vakıf üniversitelerinin mütevelli heyetleri YÖK Genel Kurulu’nun üçte iki çoğunluğu ile belirlenecek.
Devlet üniversitelerinin öğretim üyelerinin, vakıf üniversitelerinde ders vermeleri de engelleniyor.
Bu değişikliklerin niye yapıldığı çok açık.
İki nedeni var: Birincisi, Gülen cemaatine ait vakıfların kurduğu üniversitelerin yönetimini vakıfların elinden alarak, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun intikamını almak.
İkincisi ise bütün vakıf üniversitelerinin yönetimlerini partili yandaşlarla doldurmak!
Üniversite eğitiminin iyileştirilmesi, üniversitelerin bilim üreten özerk kurumlara dönüştürülmesi umurlarında bile değil.
Varsa yoksa cemaat ile kavga, bütün kurumları ele geçirme merakı.

Yazarın Tüm Yazıları