Yasemin'ce

Yasemin BORAN
Haberin Devamı

Vuslattan sonra!

Biliyorsunuz ‘‘Vuslat’’ birleşmek, kavuşmak anlamına gelen bir sözcük. Bir kaç gün önce, Güneş ile Ay'ın kavuşmasını izledik. Ve benim gittiğim yerde ‘‘Kastamonu'nun Pınarbaşı ilçesine bağlı Ilıcak Köyü’’nde kadın, ihtiyar, çoluk, çocuk düğüne gider gibi hazırlanmış, en güzel kıyafetlerini giyinip süslenip köy meydanına gelmişlerdi.

Tıpkı bir düğün yeri gibi yiyecekler, içecekler meydanın bir köşesine kurulmuş, diğer tarafa masalar sandalyeler misafirler için hazırlanmış ve yöre halkı meydanın ortasına toplanmıştı. Herkesin başı gökyüzüne kalkmış, gözleri Güneş'e odaklanmış vaziyette vuslat anını tesbite dalmıştı.

Tam birleşme anına doğru aniden serin bir rüzgar çıktı ve meydanda hazır bulunanları sarmalayıp içine aldı. Ağaçlar oldukları yerde salındı. Yapraklar hışırdadı. Kuşlar, garip biçimde uçuştu. Ve sanki bu kozmik törene doğanın yani dünyanın kendisi de katıldı. Ve uyanıp selamladı. Tam birleşme anında çıplak gözle vuslat anını izlerken biraz ilerde ‘‘Merkür’’ mavimsi bir pırıltıyla parlamaya başladı. O an, gökyüzü öylesine farklı, öylesine anlatılmaz görünüyordu ki, yaşamak gerek, diyorum.

O an yeryüzü, bulunduğumuz o yer de çok başka bir görünüm sergiliyordu.

Mehtaplı bir gece gibi değildi. Alacakaranlık gibi desem, öyle de değildi. Ne tam bir karanlık olmuştu, ne de etraf aydınlıktı. Cisimler, karanlık gibi gözüküyorlardı fakat aynı zamanda tanımlanamaz bir ışıltıyla seçiliyorlardı.

O anı anlatmaktan vazgeçsem iyi olacak galiba. Çünkü, günün bildiğimiz hiçbir haline benzemiyordu.

Vuslattan sonra Ay yavaş yavaş uzaklaşırken ilerden küçük bir kız çocuğu göründü ve şöyle seslendi; ‘‘Bu Güneş Tutulması hepimize hayırlı olsun.’’

Küçücük bir kızdan beklenmeyecek bu nidayla etrafıma bakındığımda rüzgar durmuş, ortalık aydınlanmaya başlamış ve orada hazır bulunan insanlar çakılıp kaldıkları yerde durmaktan vazgeçmişler, birbirleriyle konuşmaya başlamışlardı.

Güneş'in tekrar yerzüne gönderdiği güçlü hayat enerjisiyle gözlerimiz kamaşmaya başladığı anda insanlarla birlikte doğa da yeniden canlanıyordu.

Tabii ben de durduğum yerden hemen harekete geçip Pınarbaşı'na doğru yola koyuldum. Üzerimde tuhaf, tanımsız bir hal içinde PTT'ye vardım. Malum yazıları gazeteye telefonla yazdırmak için...

Lakin öylesine garip bir haldeyim ki, asıl anlatmak istediklerim bir türlü kelimelere dönüşmüyor. Ben de bunun üzerine otomatik bir biçimde orada hazır bulunanları ve anlık tepkilerini anlattım. Bu sırada Pınarbaşı Postanesi'nin yetkilileri bana öylesine yardımcı oldular ki, biraz olsun üzerimdeki hal dağıldı. O sırada onların Güneş Tutulması sırasında bir şeyler hissedip hissetmediklerini sordum, aldığım cevap ilginçti; ‘‘O sırada üzerime bir tuhaflık çöktü’’ diyordu. Böylece üzerimdeki halin, benim kuruntum olmadığını anladım.

İstanbul'a dönüş yolu üzerinde kime rastladıysam sormaya karar vererek, bu olağanüstü ormanlarla kaplı Küre Dağları'nın eteklerinde bulunan Pınarbaşı'ndan ayrıldım.

Cide'ye vardığımızda gece olmuştu. Lakin üzerimdeki hal kaybolmamıştı. Fakat, bütün dikkatimi yükseltip çevreme bakınıyordum. Tanrım, ne kadar kalabalıktı...

Etrafıma alıcı gözlerle baktığım zaman 12 kilometrelik muhteşem kumsal boyunca uzanan Cide, aslında her zaman olmasa bile bu sıcak ayların hepsinde bu derece kalabalık olmayı hak ediyor. Fakat ne yazık ki, sadece ‘‘tutulmayı’’ izlemek için gelenler sayesinde burası böyleymiş. Yani geçici bir kalabalık. Sıradışı bir durum. İşte o anda burası için ‘‘Güneş tutulması’’nın gerçekten pek de hayırlı olduğunu düşünüyorum. Zira bir takım ihtiyaçları almak için girdiğim bakkal da şöyle bir konuşma geçiyor;

‘‘Ne tutulmaymış ama abi!’’

‘‘Hayrola, ne gördün?’’

‘‘Bu Güneş Tutulmasında neler neler görmedik ki!’’

Hemen dönüp soruyorum;

‘‘Neler gördünüz?’’

Biraz duraksadıktan sonra ‘‘Biz bu kadar insanı şimdiye kadar hiç görmedik de...’’

‘‘Peki memnun musunuz?’’

Bu da sorulur mu, dercesine ‘‘Elbette’’ deyip hep birlikte gülüşüyorlar.

Bunun üzerine patavatsızlığıma kızıyorum. Kendi kendime ‘‘kahretsin, şimdi ne diye araya girdin, iki dakika durup dinleyemedin’’ diye söyleniyorum. Zira sorumun cevabından lafı değiştirdiklerini anlıyorum.

Bartın'a doğru giderken bir doğa harikası olan ‘‘Gideros’’a uğramadan geçmiyoruz. Mutlaka orada ‘‘Tina’’yı görüp tutulmadan nasıl etkilendiğini soracağım.

‘‘Tina’’ oranın salaş bir lokantası olan ihtiyar delikanlısı. ‘‘Tutulma sırasında bir şey hissettin mi’’ diyorum, düşünmeden ‘‘oldu ya, üzerime bir garibanlık çöktü’’ diyor. O sırada arkamızda duran genç adam yukarıyı gösterip; ‘‘Oradaki çadırda kalanların ağladığını duyduk. Ben de içimin bir tuhaf olduğunu hissettim.’’

Tabii bu arada hiçbir şey hissetmeyenler de var. Lakin ben bunlar için şu kadarını söylüyorum; ‘‘onların ağrı eşiği yüksek’’

Yani aynı derecede darbe alan iki kişiden biri acıdan kıvranırken, diğerinin bir şey hissetmiyor olması, etkilenmemiş olduğunu göstermiyor, diyorum, Yasemin'ce...

Yazarın Tüm Yazıları