Yargı ve demokrasi

‘İMPARATORLUĞUN Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri’ başlıklı konferans hakkındaki bu yazıma, İstanbul’dan iki gün için ayrılacağımdan son noktayı cumartesi akşamı koydum.

İstanbul 4’üncü İdare Mahkemesi’nin aldığı ‘yürütmeyi durdurma’ kararını takiben Boğaziçi yerine Bilgi Üniversitesi’nde toplanan konferansta ayrılacağım saatlere kadar protesto gösterileri ve müdahaleleri, çalışmaların seyrini aksatmamıştı.

Umarım sonuna kadar böyle devam etmiştir. Konferans ve sonuçlarına gelince, kuşkusuz bunlar uzun süre tartışılacak.

* * *

Ben bu yazımda daha çok İdare Mahkemesi’nin aldığı karardan söz etmek istiyorum; çünkü bu karar Türkiye’deki hukuk sistemi, ifade özgürlüğü ve demokratik zihniyet açısından çok ciddi sorgulamalara yol açmıştır. Bir mahkemenin kendisinde olmayan bir yetkiyi herhangi bir geçerli kanun hükmüne dahi dayanmadan kullanması kadar yargı sistemine güveni sarsacak bir şey olamaz.

Orhan Pamuk aleyhine açılan dava, zaten AB üyelik sürecinin en kritik aşamasında Avrupa ülkelerinden ve kurumlarından tepki çekmişti. İdare Mahkemesi’nin tasarrufu, 3 Ekim’de başlaması öngörülen müzakerelerin ortamını daha da fazla gölgeleyecek nitelikteydi. Ancak, mesele AB ile ilişkilerimizin boyutunu çok aşmaktadır.

Söz konusu olan Türkiye’nin bir hukuk devleti olup olmadığıdır. Mahkemeler, yetki gasp ederler ve tamamen politik nitelikte kararlar verirlerse hukuk devletinden nasıl bahsedilebilir?

* * *

Hukuk devleti kavramı, Türkiye’de genellikle mevcut iyi veya kötü kanunların uygulanması şeklinde algılanıyor. Bu çok yanlış bir yaklaşım. Hukukun üstünlüğü prensibi korunacaksa, kanunların ve uygulamanın evrensel hukuk prensipleri, insan hakları ve haysiyeti ile uyumlu olmaları, bireyin haklarının korunmasını en ön planda tutmaları gerekir.

Türkiye bugün artık Anayasa’sında insan haklarına ilişkin uluslararası anlaşmaların ulusal mevzuattan önce geldiğini kabul etmiştir. Bu anayasal hüküm, somut olarak, hiçbir kanun veya mahkeme kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne, ek protokollerine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihadına aykırı olamayacağı anlamına gelir.

Bu kuralın uygulamada yargı kurumunun tamamı tarafından benimsenmesi, bizi gerçek bir hukuk devletine götürür. Hukuk devleti, aynı zamanda yargının inandırıcılığını gerektirir. En yüksek yargı organlarının alenen yetki rekabetine girişmeleri, yargıçların ve savcıların politik demeçler vermeleri, bazı mahkemelerin aynı konuda birbiriyle çelişen kararlar almaları, bu inandırıcılığa darbe vurmaktan geri kalmaz.

* * *

Konferansı eleştirmek, kuşkusuz herkesin hakkıdır. Mayıs ayında Adalet Bakanı’nın çıkışları ve çeşitli yerlerden gelen tehdit mesajları yüzünden akamete uğrayan ilk konferanstan önce açıklanan bildiriyi ben de isabetli bulmamıştım. Ancak konferansın katılımcıları arasında revizyonist tarihçilerin yanı sıra dengeli görüşlere sahip kimseler bulunduğu bir gerçektir.

Bir toplantıyı daha başlamadan töhmet altında bırakmaya kimsenin hakkı olamaz. Karşılaştığımız hukuki meselenin, konferansın temasıyla ilgisi de kabul edilemez. İdare Mahkemesi’nin kararı, akademik özerkliğe tamamen kanunsuz bir müdahale teşkil etti.

Demokrasimizin gittikçe kurumsallaşmasını ve istikrar kazanmasını beklerken, üniversitelerin akademik özgürlüğünün kanunlara aykırı olarak bir mahkeme tarafından ihlaline teşebbüs edilmesi hüsran vericidir.
Yazarın Tüm Yazıları