Ürküten bir gerçek

Bu yazının amaçladığı ‘ürkütücü gerçeği bildirebilmek’ için kendimden söz etmek zorunda kalacağım.

Özür diliyorum, beni bağışlayın.

Önce şunu kaydetmeliyim:

Sömürgecilik kitabım 2003 yılında üç bin adet basıldı ve o baskı, o günden beri hâlâ bitmedi. Bana bildirildiğine göre, daha dört yüz civarında kitap var.

Bu kitabın dışındaki hiçbir eserimin bu sayıda bir baskısı bir veya iki aydan fazla beklememiştir.

Allah ile Aldatmak, Yeniden Yapılanmak gibi bazı kitaplarımın bu sayıda baskıları bir veya iki gün bile sürmeden tükenmiştir.

Hâlâ best seller listedeki yerini koruyan Allah ile Aldatmak dört ayda 56 baskı yaptı. Yeniden Yapılanmak ise bundan daha hızlı basılan bir kitap olmuştu.

 Korsan baskıların, bu resmî yayınların iki üç katı satıldığını da bu işin uzmanlarından dinledim. Hatta CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, bir telefon görüşmemizde, benim de hoşuma giden bir espri yaparak şöyle demişti:

“Yaşar Bey, Allah ile Aldatmak kitabının çok sayıda korsanının basıldığını duyuyorum. Sizden ricam, ortak manifestomuz olan bu kitabın korsan baskılarını takibe almayın, lütfen bırakın bu korsan baskılar yapılsın. Çünkü bu korsan baskıcılar kitabı sizin yayıncılarınızın ulaştıramayacağınız yerlere ulaştırıyorlar. Köy kahvelerine kadar sokuyorlar. Bırakın ne kazanırlarsa kazansınlar ama kitabı okutsunlar.”

 Deniz Bey’e aynen katılmış, böyle bir takip yaptırmayacağımı, korsanların, kitabı okutmalarını memnuniyetle seyrettiğimi söylemiştim; gülüşmüştük.

 Evet, onur ve gurur duyarak söyleyeyim, bu ülkede ne yazdımsa best seller satıldı. Milletimize teşekkür ediyorum.

Yabancı dillere çevrilen kitaplarımın, Alman yayıncı Grupello Yayınevi tarafından Almanca basılan üç tanesi de Almanya’da best seller satıldı. O da bizim halkımızın sayesindedir elbette. Çünkü yıllardır yüzü aşkın konferans verdiğim, ama dilini bilmediğim Almanya, üç milyonu aşkın Türk asıllı insanı barındırıyor.

Özellikle ‘üçüncü nesil’ dedikleri Türk çocukları benim kitaplarımı Almanca’sından okumayı tercih ediyorlar. İşte, Almanya’daki best seller satışın arkasındaki gerçek bu. Elbette ki Almanlar da okuyor. Hatta Almanca’ya ilk çevrilen kitabım ‘400 Soruda İslam’ yayınlandığında, ilk tebrik ve teşekkürü o zamanki Alman Cumhurbaşkanı’ndan almıştım.

Almanya’nın o günkü Ankara Büyükelçisi Dr. Schimit, İstanbul Ataşehirdeki evime gelip Cumhurbaşkanlarının tebrik ve teşekkürlerini iletmiş ve İslam ve bağlantılı konularda  üç saate yakın sohbet etmiştik.

Schimit ile daha sonra iki kez daha sohbetimiz oldu.

Şimdi, yazdıklarının durumu bu olan bir fikir ve kalem adamının bir kitabı var ki, alışılmışa ve beklenene tam ters yönde, akıl almaz bir istisna oluşturuyor. Üstelik bu kitap benim en çok sevdiğim, en çok önemsediğimim ve en çok etki edeceğini beklediğim bir eserimdi.

Kitap, tam adıyla ‘Batı Sömürgeciliği ve İslam Dünyası’.

Yayınlandığı zaman ise Irak’ın işgal edildiği, her gün onlarca Müslüman’ın katledildiği ve tüm Orta Doğu’yu tehdit ettiği söylenen BOP’un yirmi dört saat tartışıldığı bir süreçti.

O süreç hâlâ devam ediyor.

Bir şey daha söylemek zorundayım:

Kitabın yayınından birkaç gün sonra, İran’ın Ankara konsolosluğu Kültür Ataşesi beni arayarak şöyle dedi:

“Biz, İran hükûmeti olarak bu kitabı Farsça’ya tercüme etmek istiyoruz. Bu, Tahran’ın talebidir.”

Sevinmiştim. Bu benim Farsça’ya çevrilen ikinci kitabım olacaktı.

Hemen bilgisayarın başına geçip, yabancı dile çevrilen diğer kitaplarımda olduğu gibi, bir ‘yabancı ülkeler versiyonu’ oluşturdum. Yani kitabın sadece Türkiye’yi ilgilendiren bazı paragraflarını, sayfa kabarması olmasın diye çıkarıp dosyayı tamamladım ve İran konsolosluğuna teslim ettim.

Teslim ediş o ediş. Bir daha ne arayan oldu ne soran.

Bu da benim hayat ve hatıramda yer alan ürkütücü gerçeklerden biri.

Şimdi ben, başımı ellerimin arasına alarak bu çarpıklığı, bu tezadı, bu garipliği izah etmeye çalışıyorum.

Benim her yazdığımı ‘en iyi satanlar’ arasına yükselten bir halk ve anılan kitabıma hemen ‘talip’ çıkan bir Müslüman ülke, ne oldu da bu ‘Batı Sömürgeciliği’ isim ve araştırmasından böylesine rahatsız oldu.

Türk halkı bu kitaba âdeta ambargo koydu. O da yetmedi, İran gibi, ‘antiemperyalist ve sömürgecilik karşıtı’ olarak ün yapmış Müslüman bir ülke de bir tür ‘ambargo’ koydu.

Bu nedir, nasıl iştir, ey akıl ve iman sahipleri?

Ben bu soruya uzun zamandır cevap arıyorum.

Bu cevabı henüz bulabilmiş değilim.

Sıkılıyor, zorda kalıyorum ve kendi kendime yarı komplo teorisi, yarı hayal, hatta belki de saçma cevaplar veriyorum. Daha doğrusu, kendimi rahatlatmak için birtakım senaryolar icat ediyorum.

İşte bazıları:

Türk halkı, ‘Batı Sömürgeciliği’ başlığından rahatsız oldu, sömürgecilik nitelemesini Batı’ya yakıştırmad. Batı’nın ‘sömürgecilik’le ithamına karşı tepki verdi.

Veya:

Batılı güçler bu ülkede öylesine etkili ki, onları doğrudan rahatsız eden bir kitabı, yazarı ‘en iyi satan bir yazar’ da olsa, satılamaz kitaplar arasına sokabiliyorlar…

Veya:

Türk halkı, dincilikten, irticadan, laikliğin yanlış anlaşılmasından rahatsız oluyor ama sömürgeleştirme faaliyetlerinden asla rahatsız olmuyor; tam tersine böyle bir olasılığın gündem yapılmasından rahatsız oluyor. Bu rahatsızlığa sebep olan bir fikir adamını, ona gösterdiği büyük itibar ve saygıyı anında unutarak, âdeta cezalandırabiliyor.

Şöyle veya böyle, ‘Batı Sömürgeciliği ve İslam Dünyası’ kitabım, benim fikir ve yazı hayatımda açıklanamaz bir istisna oluşturuyor.

Beni sadece hayrete değil, ümitsizlik ve öfkeye iten bir olgu, bir hatıradır bu.

Bu hayret ve dehşet verici hatırayı, daha doğrusu bu ürperten gerçeği tarihin ve Türk milletinin vicdan kulağına üflemeyi bir borç sayıyorum.

Kimseyi kırmak, itham etmek gibi bir niyetim asla yoktur.

İçimi kemiren bir garipliği, bir acıyı sizlerle paylaşmak istedim, hepsi o kadar.

Yazarın Tüm Yazıları