Üniversitenin asıl sorunu YÖK

YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan’ın göreve geldikten sonra söylediği "yasakları kaldıralım" sözlerinin daha çok türban konusuyla ilgili olduğuna ilişkin yorumları, yurda döndükten sonra gazetelerden okudum.

Kendisi de imam hatiplilerin katsayı sorununun ve türban meselesinin "özgürlüklerin genişletilmesiyle çözülebileceğini" düşündüğüne göre bu yorumlarda haklılık payı da olabilir.

Aslına bakarsanız bugün Türkiye’de üniversite eğitimini bir tür "yüksek lise eğitimine" dönüştüren şey, YÖK’ün yasakçı ve baskıcı tutumundan başka bir şey de değildir.

Bu nedenle Başkan’ın "yasakları kaldıralım" sözlerine katılmamam mümkün değil.

Bir tek şartla: Üniversitelerin eğitim programlarını oluştururken özgür davranabilmeleri, üniversite hocalarının akademik çalışmalarını yaparken "ceza tehdidi" hissetmemeleri, bilimsel çalışmaların şu ya da bu ideolojik baskı altında kalmadan yapılabilmesi gibi hususlar kastediliyorsa!

Bugün Türkiye’deki üniversite eğitiminden memnun olduğunu söyleyebilecek kaç kişi var?

Eğer Türkiye’de gerçekten iyi bir üniversite eğitimi verilebiliyor olsa, bu kadar insan çocuğunu yurtdışına gönderebilmenin fırsat ve olanaklarını yaratmak için didinir mi?

Üniversite hocaları özlük haklarından memnunlar mı? Yeni açılan üniversitelerde yeteri kadar hoca var mı? Kütüphaneler, üniversite eğitiminin gerektirdiği zenginlikte mi? Üniversite öğrencilerinin bilgisini ölçen sınavlar gerçekten bilgiyi mi ölçüyor, ezber yeteneklerinin düzeyini mi?

Üniversite hocalarının bilimsel yeterlilikleri ne düzeyde? İyi bir üniversitede lisans düzeyinde seminer ödevi olamayacak çalışmalar, "doktora" ve "doçentlik tezi" olarak kabul ediliyor mu?

Bütün bunlar 12 Eylül yadigárı YÖK’ün üniversitelerimizi soktuğu dar giysinin sonuçlarıdır.

Başkan, aslında şöyle demeliydi: "Benim hedefim bugünkü YÖK’ü yok etmektir!"

Olur böyle vakalar!

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’yi kastederek "Sırtımızı döndüğümüzde farklı yaklaşıyor. Bu siyasette şık değil" dedi.

Başbakan, "Maç başladıktan sonra kural değişmez" deyince de Fransa’nın Türkiye Büyükelçisi Bernard Emie "of course" (elbette) diye sözleri onayladı.

Bunun üzerine Başbakan "of course, o course ama netice yok, netice" diye karşılık vermiş!

Bunun ne kadar "şık bir yanıt" olduğunu bilemiyorum.

Kim bilir, "onu öyle demezler" diye başlayan tekerlemeyle yanıtlamamış olması belki bu "şıklık arayışından" kaynaklanıyordur.

Aslına bakarsanız Sarkozy, ülkemizde hak ettiğinden daha çok ciddiye alınıyor.

Yeşil dolarların ucunu görünce Kaddafi’nin bile bir diktatör olmadığını söyleyebilecek bir karakteri var Sarkozy’nin.

Belli ki Fransızlar, tarihlerinin bu döneminde zengin kültürel birikimlerini ve demokrasi deneyimlerini inkár eden bir seçim yapmışlar.

Ülkelerin tarihlerinde böyle şeyler olabiliyor.

Unutmamak gerekiyor ki şunca yıllık demokrasi deneyimi içinde yanlış seçim yapanlar sadece Fransızlar değil.

Her ülkede böyle şeyler olabiliyor! Marifet de bu hatanın ne kadar erken fark edilebileceği ile ilgili olmalı.

Nasıl oluyor da fark edilmiyorlar?

50 kaçak göçmenin boğulmasıyla sonuçlanan olay, herkesin bildiği ama kimsenin görmek istemediği bir gerçeğin gözümüzün içine sokulmasını sağladı.

Ortaya çıkıyor ki sınırlarımız bir tür kevgire dönüşmüş.

Çoğu Türkçe konuşamayan, derilerinin renklerinden ve kıyafetlerinden kolayca ayırt edilebilecek binlerce insan, çoluk-çocuk sınırlarımızın bir ucundan girip, öteki ucundan çıkıyor.

Böyle bir ülkenin "Sınır güvenliğimizi korumak için gerekirse Kuzey Irak’a müdahale ederiz" demesini ciddiye alabilmek mümkün mü?

Hadi orada geçit vermez, kontrolü zor dağlar var. Peki, bunca insan Ağrı’ya, Van’a nasıl gelebiliyor?

O kentlerden, karayoluyla ülkenin batı sahillerine gelebilmek neresinden baksanız bir gün.

Yol boyunca kimse onları görmüyor mu?

O insanlar binebilecekleri bir tekne beklerken o sahil kentlerinde nasıl fark edilmiyor?

Sınırları korumak, isteyenin elini kolunu sallayarak bu tarafa geçmesini önlemek kimin işi?

Polis kentlerin sokaklarındaki bu değişik görünümlü insanları hiç mi fark etmiyor?

Yoksa kişi başı 5-10 bin dolarlık geçiş ücretlerinden, insan kaçakçılarından başka yararlananlar da mı var?
Yazarın Tüm Yazıları