Türkiye, Libya’dan yaralı getiriyor İDO feribotları geçici hastane oluyor

BAŞBAKAN Yardımcısı Cemil Çiçek’le Türkiye’nin sıcak gündemini konuşuyoruz.

Polisin kitap baskınından, BDP’nin sivil itaatsizliğine, Öcalan’ın ev hapsinden bu soruşturmaların detaylarına kadar bir çok konu. (Pazartesi aktaracağım.)
Cemil Bey sohbetin son sözlerini söylerken telefon çalıyor...
Arayan Dışişleri Bakanı Davutoğlu. Kısa bir konuşmadan sonra Çiçek, Afet İşleri Genel Müdürü’nü arayıp şu talimatı veriyor:
- İDO feribotunu derhal bir hastane durumuna getirin. Ambulanslar ve gerekli personel ve malzemeyle yola çıkacak. Libya’dan 450 civarında yaralı getireceğiz.
Sordum:
- Kaddafi buna izin verdi mi?
- Evet iki tarafla da temasta olan yalnız Türkiye’dir. Ve insani yardım gerçekleştiriyoruz. Yaralıları getireceğiz. Anlaşma oldu.
Türkiye Libya’daki tahliyeler için inanılmaz bir organizasyona imza atıyor. Cemil Çiçek’in anlattığına göre oradaki havalimanlarında kule görevlileri olmadığı için kendi olanaklarımızla gidiyormuşuz.
Birkaç gün içinde de “hastane feribotlar” Libyalı yaralıları alıp gelecek.
Bu sıcak gelişme aşağıdaki yazının üzerine geliyor.
Tam nasıl bir ülkede olduğumuzu sorguluyordum ki...

ACILAR ÜZERİNDEN SİYASET

- Acılar üzerinden siyaset yapılan bir ülke...
- Sinir uçlarında yürüyen bir halk.
- Düelloya değil, pusuya ayarlı bir düzen. Birbirimizi ne söylediğimize göre değil, ne söylemediğimize göre yargıladığımız bir adalet.
- Halkın acıları üzerinden geçinen bir siyaset.
- Vaat, bahşiş, hediye, kupon, avanta ve aşiret kültürü.
- Bir türlü sivil anayasasını yapamayan bir devlet.
- Liderlerin iki dudağı arasından kurtulamayan delege-vekil ilişkisi. Siyasi Partiler Yasası. Lidervekilliği düzeni.
- Öfke kamplarından karşılıklı olarak açılan küfürbaz ateşler.
- Pusunun ve tuzağın emzirdiği paranoyak bir zemin.
- Acıların tükenmez kalemle yazıldığı, kurşun kalemle çizildiği kerevetsiz masallar.
Böyle bir ülkedeyiz işte.
Acılar dediğim de nedir biliyor musunuz?

MESELA KÜRT MESELESİ:

30 yıldır kan akıyor. 30 yıldır Güneydoğu nutukları atılıyor. Demirel’den Özal’a...
Tansu Çiller ya da Mesut Yılmaz, sonra Akbulut hükümetlerinin açıkladığı bilmem kaçıncı “Güneydoğu için ekonomik kurtuluş paketleri”.
Ve işte yine geliyoruz aynı noktaya. BDP 30 yıldır süren acının üzerinde oturma eylemine başlıyor. “Sivil itaatsizlik” projesi. Seçimlere 80 gün kala yerine getirilmesi imkansız istekleri, imkanlı acılar halinde sokağa çıkartıyorlar. Yine hırçın görüntüler, yine gerilim, yine acılı kadınlar. Tazyikli sular altında kıvranan çocuklar. Seçime doğru başkalarının acıları üzerinde yükseliyor siyaset.
İŞTE BAŞÖRTÜSÜ: Devletin sürekli olarak dışladığı, öteki ilan ettiği başörtülü kızlar, üniversite kapısından “örtülü olarak” alınmıştı. Bir rahatlama olmuştu. Ama yine o acıların üzerindeki kabuk kaldırılıyor. Yine bir “esnaflık” başlıyor. Üstelik bu defa CHP çekiyor kendisini bu “esnaf görüntü”nün içine. Seçimlere 80 gün kala “Başörtülü kadın aday olabilir mi?” tartışması başlıyor. Ve başörtüsü nedeniyle kadınların ruhunda açılan yara, seçim sandığına doğru kanatılıyor yine.
Oysa acıların kamplara bölündüğü şu günlerde, acılar üzerinden siyaset ve iktidar oyunu kurmak demokrasiye zarar veriyor.
Ve ben sandığa 80 gün kala sevgimi öfke kamplarında tüketmek istemiyorum.
Biliyorum ki;
- Özgürlüklere küçücük bir kramp girse, bütün bir toplum olarak felç geçiririz.
Biliyorum ki;
- Vicdanlarda yaşanacak en ufak sarsıntı, ufuklarımızda deprem yaratır.
Bu yüzden acılarımızda kamp kuranlara “dikkat!” diyorum.
Düşünün ki; bombaların füzelerin yağdığı Libya’da tek yabancı elçilik Türkiye. Ve o Türkiye kendi içinde hangi acılarla uğraşırken, Libya’daki vahşete yardım eli uzatabiliyor. Yaralıları oradan getiren tek ülke oluyor.
Ne anlayacağız bundan?
Dışarıya verdiğimiz sevgiyi, içerideki nefret kamplarında tüketmeyelim.
Yazarın Tüm Yazıları