Türk Sarışını olmak, zor zanaat!

Önce meç vardı. 80’lerin Amerikan futbolcusu görünümlü, vatkalı kadınlarının baş bölgesine hakim, soluk sarı-kahve çizgiler yani.

Haberin Devamı

Sonra 90’larda “gölge” yükselişe geçti. Yani kumral saça ara ara atılan parlak sarı ışıltılar. Hani sanki yazın güneşte açılmış gibi...

2000’lere yaklaşıldığında bilhassa Televole deliliği ile birlikte futbolcu eşleri aracılığıyla haiz olduğumuz yeni bir tür sarı saçla tanıştık... Öyle Marilyn Monroe’nunki, Filiz Akın’ın gençlik filmlerindeki gibi dümdüz sarı değil... Yani kadın aslında bir Penelope Cruz esmerliğinde ama sarı saç sanki ona ait!

İşte Saba Tümer’in Türk Sarışını dediği tür kadınlara merhaba dediğimiz ilk yıllar... şimdi nihayet bunu anlatacak bir tanımlamamız da var ya, iş tamam oldu. Artık kadınlar kuaföre gidip “Gamze Özçelik sarısı istiyorum” demeyi bırakacaklar. “Türk Sarışını olmak istiyorum” diyecekler, olay bitecek. Peki nasıl olur bu saç? Anlatayım efendim. Siyaha yakınsayan kahverenginin önce rengi kırılır. Sonra üzerine ister hafif hafif ister çok yoğun sarı ışıltılar katılır. Bu ışıltıların dipleri uzayınca her 3-4 ayda bir kuaför ziyaret edilir. Zamanla bu ışıltılar üst üste biner ve ortaya bir adet civciv çıkar.

Bildiğiniz civciv sarısı yani. Önce makul tonlarda sarı ışıltılarla, “Ay çok göze batmayayım”larla başlanan saç macerası 4 sene sonra neon sarıyı aratmayacak bir renge dönüşür. ışte tam o noktada, hele de kadın kişi regl öncesi hezeyanlarındaysa ya da ayrılık acısı filan çekiyorsa, saçını koyultur. Fakat bu hezeyan kahverengisinin ömrü uzun değildir.

Çok kısa bir süre sonra bir sabah uyanır ve saman saçlarını özler. ıçinde susturduğu Türk Sarışını’nın dışarı çıkma zamanı gelmiştir... Kişi, o andan itibaren kuaförün hakimiyeti altındadır...

İçi geçmiş bir saç!

Bir Türk Sarışını, asla şampuan reklamında filan oynayamaz. Çünkü o saçlar fönsüz, olmadı köpükle iki mıncırmasız, adam olmaz. Öyle bir yıpranmışlık halidir ki, sabah kalktığınızda aynadaki aksinizden korkarsınız...

Peki bunun sorumlusu nedir? Hidrojen peroksit dediğimiz güzide bir kimyasal.

Şimdi nereden biliyorsun bunları diyeceksiniz. Çünkü efendim, yıllarım “mükemmel sarı” arayışıyla geçti. Bu arayıştan önce güneşi bulduğum anda papatya sularını, açıcı solüsyonları kullanırdım. Sonra işin ucu kaçtı, kuaförlere “Hani sanki güneşte açılmış gibi, hani sanki denizde çok kalmış gibi” cümleleri kurarken buldum kendimi.

Gördüğünüz gibi “orijinal sarı” değilseniz, bu saç meselesi meşakkatli iş. Zaman zaman “yeter artık uğraşamayacağım” demişliğim, kendi rengi olan kumrala boyatmışlığım olsa da artık “ne yapsan para yiyecek” bir hali var saçların. ıstediğin kadar koyuya boyat, zemin sarı olunca da yeşeriyor meret... Sarı da dert, koyu da dert yani artık...

Genetik değil, başarılı kuaför!

Erkekler de bir alem. Hem severler bu “Türk Sarışını” hadisesini, bir yandan da “O boya sarışını, zhe zhe” diye bıyık altından gülerler... Hiç anlamam! Ne olacak boya olunca?

Yani şimdi size söyleyeyim sevgili erkekler, hayallerinizi yıkmak gibi olmasın ama bir Albino açıklığına yakınsamayan tüm ama tüm doğal sarışınlar saçlarını boyatmaktalar.

Zaten açık kahve-koyu sarılar, esmerlere nazaran çok daha kolay, az gölgeyle nefis sarışınlara döndükleri için işleri çok daha kolay.

Yani gördüğünüz her güzel sarı saçın ardında genetik değil, başarılı bir kuaför var.

Yazarın Tüm Yazıları