Türkiye girişimcilik ekosistemine yönelik düşüncelerim

22 Ekim 2020’de, Hürriyet için “Türkiye’deki Girişimcilik Ekosisteminin Durumu” başlıklı bir yazı ile ekosistemi analiz etmiştim. Yazıma “Ülkemizdeki girişimciler, global bir kriz olan Kovid-19 salgınını fırsata çevirmeye çalışıyorlar. Start-up’lara yatırımlarda son dönemlerde önemli oranda artış görülmesi, yatırımcıların da pandemi sürecinde temkinli davranmak yerine yeni iş alanlarına odaklandıklarının bir göstergesi. Ekosistemin hızla büyümesi ve bu alana ilginin artması oldukça umut verici…” diyerek başlamış ve “…şu anda, Türk girişimcilik ekosistemi ne yazık ki “hiyerarşik, artistik ve kurumsal bir yapıda” … Böyle olunca, fikre değer vermekten, kurucu takıma odaklanıp, bu cevherleri geliştirmeye çalışmaktan ziyade, tüm odak genellikle yatırımcıda oluyor. Girişimcilikte önemli nokta, bir şeyler üretenleri, toplum için fayda sağlamaya çalışanları, problem çözmeye odaklananları bulup, onları desteklemek olmalı. Ben de hayallerinin peşinden koşan, uygulamalarını daha iyi hale getirmek için uykusuz geceler boyunca takım olarak çalışan gençlere, küçük tavsiyeler vermekten; bir kahve ikram edip, ofisimi açarak bile destek olmaktan yanayım…” şeklinde bitirmiştim.

Haberin Devamı

Geçen zaman içerisinde bu yazımı okuyup da bana ulaşan girişimciler kadar (aralarında hala çok sık görüştüklerimiz var), mentör olarak destek olduğum kuluçka merkezlerinden ve üniversitelerden sayısız girişimci, girişimci adayı ya da start-up ile görüşme imkanım oldu ve bazılarına farklı süreçlerde destek olmaya gayret gösterdim. Bu girişimlerin bir kısmı ülkeyi aşıp, global arenada öne çıktı, bir kısmı büyük değerlemelere ulaştı, bir kısmı yatırım aldı, bir kısmı “pivot etti” (iş modelini değiştirdi ya da başlangıçta benimle paylaştıklarından çok farklı bir alana odaklandı); bazı start-up’ların kurucuları birbirlerine küstüler; bazı start-uplar da artık yok (Battı, kapandı, fikrin doğruluğuna inanmamaya başladı; ya da kurucuların gücü yetmedi, sabredemedi, mücadeleye dayanamadı, pes etti)… Bu işin doğası böyle, bundan sonra da bazı start-uplar öne çıkarken; bazıları yola devam edemeyecek. Hatta bazı start-up’lar, bazı girişimciler bir dönem öne çıkıp, star olurken, bir dönem yıldızları sönecek… Regülasyonlar, ülke dinamikleri, büyüme sancıları, yatırım/global açılım süreçleri, müşteri şikayetleri, yeni teknolojiler, pazar dinamikleri, start-up’ların gelişimlerini, büyümelerini ve başarıyı etkileyen temel dinamikler ve bunların tümünü yönetebilme, gerçekten sağlam karakter, donanım ve mücadele gücü gerektiriyor.

Haberin Devamı

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi tarafından 2021 yılı sonunda paylaşılan Fintek Ekosistemi Durum Raporu’nda da belirtiği üzere “Girişimcilik ekosistemin durumuna yönelik belirttiğim ilk yazımı yayınladığım 2010’lu yılların başından itibaren “Türkiye'de hızlandırma programı, kuluçka merkezi, ortak çalışma alanı, teknoparklar, melek yatrım ağları ve girişim sermayesi fonlarının (VC) sayısı hızla artış gösterdi. Ayrıca, girişim sermayesi fonu destekli girişim sayısı her geçen sene artıyor. Bununla birlikte, 2018-2021 yılları arasında Türkiye’deki fonlar $774 milyon toplamış ve toplam fon büyüklüğü anlamında rekor kırılmış. Bu süreçte ülkemizde pek çok unicorn, hatta decacorn ortaya çıktğı gibi Startup Genome'un küresel start-up ekosistemlerini karşılaştıran 2021 raporuna göre İstanbul, “Küresel Olarak Gelişmekte Olan 100 Ekosistem” arasında 15. sırada yer almış.” 

Haberin Devamı

Ekosistemdeki gelişim gerçekten oldukça çarpıcı ve heyecan verici, ancak okuyucularım bilir, ben bir konuyu ele alırken hep farklı bakış açılarından, gelişim kadar gelişime açık alanları da belirterek daha iyiye nasıl gidebileceğimizi tartışmaya çalışırım. Bu açıdan bakacak olursak, bu yazımda da girişimcilik ekosisteminde gördüğüm eksiklere yer vereceğim. Konunun çok gündemde olduğu, gençlerin genellikle girişimci olmak istediği (%90’a yakın); kurumsal şirketlerin, sermaye sahiplerinin ve yeni iş alanları arayanların da yatırımcılığa soyunduğu bir dönemde, bu paylaşımları birkaç seri olarak ele alacağım… 

Girişimciliğin Anlaşılamayan Özellikleri

Haberin Devamı

Girişimcilik ekosistemi açısından parayla gerçekleşebilecek olan ve kopyalanabilecek özellikler ülkemiz dahil pek çok yerde deneniyor: Ortak çalışma alanları (co-working space), kuluçka merkezleri, inovasyon laboratuvarları kurmak; start-up hızlandırıcı programları düzenlemek; melek yatırım ağları ya da venture capital (risk sermayesi) fonları oluşturmak; meet-up’lar, girişimcilik etkinlikleri düzenlemek; vb… Tüm bunlar gerçekleştirilse, hatta sayıları büyük bir oranda artış gösterse bile istenilen sonuçlar ortaya çıkıyor mu, bunu sorgulamamız gerekiyor. Hep belirttiğim gibi, öyle bir süreçte ilerliyoruz ki bu gidişle Türkiye’de girişim sayısından fazla, girişimci destek programı; girişimciden fazla mentör olmaya başlayacak… Şunu unutmamak gerekiyor: Para, iyi girişimleri belli bir noktaya geldikten sonra geliştirebilir ya da bir bölümünü satın alabilir; ancak doğru fikirleri ortaya çıkarma, düzgün bir şekilde destekleme ve fikirleri şirketleştirme konusunda para tek başına yeterli değil… Ekosistemi çok iyi start-up lar olmadan inşa etmeye çalışmak, Instagram ya da TikTok’u kullanıcılar olmadan büyütmeye çalışmak gibi bir şey. Bu nedenle, iyi fikirler, iyi start-up lar olduğu takdirde, para çok önemli bir katalizör haline geliyor, ancak paranın tek başına bir önemi bulunmuyor (Türkiye’deki girişimcilik ekosisteminin anlaşılamayan temel problemlerinden birini bu oluşturuyor).

Haberin Devamı

Diyeceksiniz ki, zaten girişimci destekleme programlarının amacı, start-upları, girişimcileri desteklemek, bu nedenle bunların sayısının artması iyi bir şey. Doğruluk payı olmakla birlikte, yine üzerinde tartışılması gereken bir konu. Girişimcilik uzmanlık isteyen bir alan, bu kadar uzman olmamasına rağmen bu kurumların sayılarının artması, niteliksek olarak da artışı beraberinde getiriyor mu asıl bunu analiz etmek gerekiyor. Tıpkı, üniversitelerin sayısının artmasına kıyasla, eğitim kalitesini ve mezunların durumunu analiz etme ihtiyacı gibi…

Öte yandan, konuştuğum hep çok girişimci, yatırımcılardan ve yatırımcıların kendilerini anlamadıklarından dem vururken; yatırımcılar da gelecek vadeden, iyi girişimlere erişmedeki sorunları dile getiriyorlar. Yani, iki taraf da birbirinden şikayetçi ve aradaki iletişim eksikliği gittikçe artıyor.

Haberin Devamı

Ekosistemin bileşenleri…

Bu noktada, ekosistemin önemine geliyoruz. Genelde ekosistem deyip geçiyoruz, ancak ülkemizdeki girişimciliği doğru bir şekilde yorumlamak için, bu konunun da üzerinde durmamız, detaylı olarak düşünmemiz ve ekosistemin altını doldurmamız gerekiyor. Mart ayında, Antalya’da gerçekleştirilen uluslarararı bir konferansta, yatırımcılık özelinde gerçekleşen ve benim de panelistler arasında yer aldığım bir etkinlikte, ülkemizde faaliyet gösteren risk sermayesi fonlarından birinin yöneticisi, girişimcilik ekosisteminin üç dinamiği vardır: Girişimciler, yatırımcılar ve kuluçka merkezleri…” diyerek ekosistemi oldukça küçülttü. Ben buna katılmıyorum, katılmadığımı da dile getirdim… Ekosistemde, yenilikçi, değerli, yıkıcı start-upların yanında; risk sermayesi şirketleri, melek yatırım ağları, kuluçka merkezleri kadar üniversiteler, akademisyenler, belirli konularda önemli uzmanlıkları bulunan sektörel kanaat önderleri, kurumsal yapılar, STK’lar, kamu, hükümet kuruluşları, belediyeler, kanun koyucular da olmazsa olmaz ve ekosistemin çok önemli parçalarını oluşturuyor… Ekosistemin doğru bir şekilde gelişmesi açısından da tüm bu partilerin birbirleri ile etkileşimli ve birbirinden beslenecek şekilde faaliyetlerini sürdürmelerine olanak sağlayan bir ortam ve sinerjiye ihtiyaç bulunuyor.

Büyük start-up’lar ekosistemleri desteklemek için ortaya çıkmıyor… Büyük fikirleri, iyi start-up’ları desteklemek için ekosistemler ortaya çıkıyor

Yani işler iyi gitmeye başladığında, ekosistem devreye giriyor… Ekosistemler, ortak çalışma alanları kurmak veya konferanslar düzenlemekle de olmuyor, “ekosistem bir kolektif hafıza” şeklinde gelişiyor… Bu doğrultuda, ekosisteminin her parçasının girişimcilik özelinde kendini geliştirme ihtiyacı kadar; girişimcilerin de ekosistemi doğru anlaması ve bu doğrultuda, ilişkiler kurması ve süreçlerini işletmeleri gerekiyor. Kabul görmüş ve oturmuş ekosistemler, tüm iyi fikirleri patlatmasa bile, çoğunun denenmesini sağlayacak ortamı finanse edebiliyor…

Peki şu sorunun cevabını nasıl vermek gerekir: İyi bir start-up için nereden başlamak lazım?

Gerçekten bu konuda en önemli nokta iyi bir takım ve yetişmiş insan kaynağı (bu nedenle üniversitelerin ve kuluçka merkezlerinin girişimcilik süreçlerinde çok büyük önemi bulunuyor). İyi start-up lar ortaya çıkarmak için işe iyi insanlarla başlamak gerekiyor. Bununla birlikte, gerçeklerin de farkında olmak gerekiyor. Dünya standartlarının üzerindeki, en kalifiye insanlar bile, start-up’larında çoğunlukla başarısız olabiliyor. Sonuç alabilmek, başarılı olabilmek için çok fazla deneme gerçekleştirmek gerekiyor. Bu nedenle, takım çalışmasının önemi ortaya çıkıyor, insanlar bir araya geldikçe, eksikler gideriliyor ve bireysel başarısızlıklar, grup başarıları tarafından gizlenebiliyor… Harika işler girişimcilerin önünü açan bir çevrede çalışan ve ortak bir vizyonu paylaşan yetenekli kişilerin oluşturduğu bir ekipten çıkıyor.

Burada Stave Jobs’un Beatles örneği öne çıkıyor: “İş yapış modelim Beatles modelidir. Birbirlerinin olumsuz eğilimlerini kontrol altında tutan dört adam vardı. Birbirlerini dengelediler ve toplamları, parçaların toplamından daha büyük oldu. İş hayatını işte böyle görüyorum: İşteki büyük başarılar hiçbir zaman bir kişi tarafından yapılmaz, bir grup insan tarafından yapılır.” Bu doğrultuda, fikir sahibi start-up kurucularının eksik noktalarını tamamlayacak ya da kendilerini ileri götürecek takımdaki boşlukları dolduracak insan kaynağına erişim konusunda ekosistemden beslenmeleri oldukça önemli. 

Fikir paylaşımının desteklenmesi

Kendimizi eleştirmemiz ve objektif bir değerlendirme yapmamız gerekiyor. Ülkemizde, yeni fikirleri değerlendirirken tepkilerimiz genellikle eleştirel, ahkam kesmek üzerine ve neredeyse “ne saçma bir fikir, asla işe yaramaz!” şeklinde bir düşünce ile karşımızdakinin moralini bozmaya yönelik oluyor… Karşımızda, o fikre yıllarını vermiş insanlar bile olsa, fikri paylaştığı anda kendimizi uzman yerine koyarak, “fikrin neden tutmayacağını” ispat derdine giriyoruz ve ne yapılması gerektiğine dair kendimizce tavsiyeler veriyoruz. Aslında, bu süreci, “ben bu kişiden yeni ne öğrenebilirim, anlatılanlar bakış açımı değiştirebilir mi”, ya da "anlatılan dünyayı değiştirebilir mi, yıkıcı bir etki yaratır mı” şeklinde ele almak gerekiyor.

Bizler de yeni bir fikri dinlerken, hemen yorum yapmaktansa, kendimizi tutup, biraz daha objektif düşünerek, karşımızdakinin fikri hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalışmalıyız. Bu fikirle nelerin yapılabileceğine, ya da nelerin farklı yapılabileceğine kafa yorarak, fikri çürütmektense, zenginleştirmeye çalışmalıyız. Bu yaklaşım, herkes için, dahası toplum adına da daha yararlı sonuçlar verecektir. (Benim de bu alanda kendimi geliştirmem gerekiyor…)

Büyük resmi baştan görebilmek önemli

Start-up’ların gelişim aşamasında karşılaştıkları en önemli sorunlardan biri de kurucular ve yatırımcılar arasındaki sinerji ve ortak hedef belirlemedeki eksiklik. Bir girişimci bir fikri yatırımcı ile paylaştığında ya da bir şirket kurulduğunda, hangi aşamalardan geçilerek, nasıl bir hedefle ilerleneceği ve sonunda ne olacağı baştan planlanmalı ve tüm partiler bu ortak hedefte el sıkışarak, adım adım, büyük resmi tamamlamaya çalışmalı. Bazen, ilk başta planlananla, sonunda ortaya çıkan resim farklılık gösterebilir, ancak açık iletişimle ve süreçleri analiz ederek, bu ortak hedef sürekli olarak yenilenmeli ve güncellenmeli.

Yatırımlar havada uçuşmuyor…

Bu yazıyı okumaya ara verip, girişim haberleri ile öne çıkan bir web-sitesine bakın, mutlaka gün içerisinde yeni bir yatırım haberi yer alıyordur. Yatırım almak girişimciler açısından son derece önemli ve hayati. Ancak şu anda öyle bir hava oluşturuluyor ki, sanki yatırımcılar paraları saçıyor, sabah kalktıklarında bugün bir start-up gelse de yatırım yapsam şeklinde güne başlıyorlar (bunu yapan da yok değil hani!..). Bir diğer konu da açıklanan yatırım miktarlarının ya da haberlerde yer alış şekillerinin tutarsızlığı. Benim destek olduğum start-up’ların da pek çok kez başına geldiği için net bir şekilde belirtebiliyorum: Değerlemeler yatırım miktarı, kademeli ya da kontrollü yatırımlar, ya da farklı destekler toplam yatırım tutarı olarak belirtildiği için ekosistemde şu anda ne yazık ki çok büyük bilgi kirliliği ortaya çıkıyor. 

Bir yandan sermayeye kolay erişilebileceği anlayışı, start-up’ların gelişimini ya da planlarını da yanlış etkiliyor, paraya erişimin kolay olmadığını anladıklarında bazen yanlış kararlar verilmiş ya da iş işten geçmiş de olabiliyor… Yatırım haberi yapılan start-up’ların bir yıl sonra kaçı ayakta kalıyor, bunları da paylaşmak gerekiyor… 

Her şey para mı?

Ben destek olduğum start-up’lara hep şunu söylerim. Yatırım tutarı sizi kandırmasın, bazen daha az para vermesine ya da hiç para vermemesine karşın, farklı imkanları sunan yatırımcılar çok daha değerli olabiliyor ve uzun vadeli stratejilerde öne çıkıyorlar (çok önemli olmasına rağmen, ne yazık ki içi boşaltılan “smart money” (akıllı para) aslında bu durumu en iyi anlatan kavramlardan). Bunu anlatmak kolay değil, ama oluşturulan tablo açısından da ne yazık ki pek çok yetenekli, gelecek vaat eden, start-up yanlış yatırımcılar ile ilerlediklerinden orta-uzun vadede kaybediyorlar. Şöyle bir örnek ile anlatmaya çalışayım, sonuçta yatırımcı da o start-up’a daha fazla para kazanmak için yatırım yapıyor ve sonucu bekliyor. Ancak, genel ekosistemin alışkın olduğu üzere sadece para vererek, sonucu beklemek şeklinde bir yaklaşım, çoğu kez bu süreçte girişimcilere baskı, stres ve sonuç olarak da ne yazık ki başarısızlık olarak geri dönüyor. Start-up’ların tabii ki paraya ihtiyaçları var, ancak paradan önce, çözüm önerilerini test edecekleri potansiyel/test müşterilerine, çözümlere yönelik doğru geri bildirim alıp, bunları düzeltecek uzmanlara, kanallara; kendilerine farklı alanlarda destek olacak tecrübe sahibi insanlara ihtiyaçları bulunuyor. Bunları sağlayamayan yatırımcılar, start-up’a sadece para vererek, hiçbir şekilde destek olamıyor, üstelik çok ciddi, telafisi olmayan zararlar veriyorlar. Genç arkadaşlar da tecrübesizlikten dolayı bunu anlamıyorlar ve onlar da ne yazık ki bu süreçleri yaşayarak tecrübe ediyorlar ve çok değerli olan, telafisi hiç olmayan zamanlarından gidiyor…

Inovasyonların raf ömrü genellikle kısa olduğu için iyi fikirlere sahip, ancak çok fazla deneyimi olmayan girişimcilerin, hıza ve paraya ihtiyaçları olduğu kadar danışmanlığa ve mentör desteğine de ihtiyaçları bulunuyor. Bu nedenle, start-uplar venture capital arayışından önce, onları geniş ekosistemlere sokabilecek, vizyonlarını genişleterek yayılımlarını arttıracak “smart money” (akıllı para) arayışında olmalılar. Şu unutulmamalı; “smart money”, girişimlerin sağlıklı bir şekilde gelişmesini sağlarken, bir yandan da sonraki aşamalar için, start-up’ı doğru yatırımcı ile buluşturacak zeminleri hazırlıyor…

Yeni girişimlerin %90’ı batar mı?

Biraz da yatırımcı gözünden süreçlere bakalım. Yatırımcılık dünyasında çok paylaşılan, çok atıfta bulunulan, ancak benim kesinlikle kabul etmediğim bir konu “yeni start-up yatırımlarının %90’ı batar, ancak 1 tanesi başarılı olursa, tüm diğer batan yatırımların maliyetleri dahil hepsini çıkarır”. Risk sermayesi ya da erken aşama fonlama şirketlerine baktığımızda, bu istatistiklerin doğruluk payı olduğu bir gerçek. Bu arada güncel global bir raporda da yeni start-upların %90’ının battığı paylaşıldı ve batış nedenlerinden öne çıkanlar şu şekilde paylaşıldı: %42 pazar ihtiyacı olmaması, %29 yatırım alamayıp, parasız kalma, %23 yanlış takım, %19 rekabete ayak uyduramamak, %18 yanlış fiyatlandırma ya da maliyet analizindeki yanlışlar… 

Peki ben neden bu yaklaşıma katılmıyorum?

Çünkü, bu yaklaşım bana “ya tutarsa” yaklaşımı olarak geliyor. Yatırım, risk sermayesi firmalarının önemli, kariyer sahibi ekipleri olmasına ve start-up’ları sürekli analiz etmelerine rağmen girişimcilik başka bir bakış açışı ve empati gerektiriyor, havalı plaza ofislerinden çıkış da halka karışmayı gerektiriyor. Start-up kurucuları ile birlikte olup, onların çözümlerini, bu çözümleri nasıl geliştirdiklerini, yaşayış tarzlarını, beklentilerini, hedeflerini anlamayı gerektiriyor. Bu bir yol yürümek, ama uzun bir yol… Bu süreçte de yatırımcıların kendilerini, ekiplerini geliştirmeleri ve start-up süreçlerine hâkim olması gerekiyor. Bu olduğu takdirde, başarı yüzdeleri çok ciddi oranda artış gösteriyor. Bu nedenle, “elevator pitch” (asansör sunumu) olarak nitelendirilen 5 dakikalık sunumlar ile yatırımcı görüşmeleri de bana çok mantıklı gelmiyor. Start-up ve yatırımcı ilişkisi çok hassas, çok önemli ve oldukça dikkatli analiz edilmesi gereken bir süreç, bu da süreci uzun zamana yaymayı ve iki tarafın da birbirinden ve birbirlerini geliştireceklerinden emin olduktan sonra süreci ilerletmelerini gerektiriyor. 

Diğer bir yandan, başka tolere edemediğim bir bakış açısı, “Hadi bir Getir de biz bulalım” anlayışı… Yani start-up yatırım süreçlerinin, sanki Bitcoin ya da kripto para yatırımları gibi düşünülerek; havadan para kazanılacağının zannedilmesi. Bir tane Getir olduğu ve Getir’in bugünkü haline gelirken yaşanılanları anlamadan, yatırımcı oldum dememek gerekiyor… 

Bir sonraki yazımda, girişimcilik ekosisteminde yeni bir kavram olarak öne çıkan “venture builder” yapılarını paylaşacağım…

Yazarın Tüm Yazıları