Tanıştırayım, adı Diyar

Yılbaşı gününe geri gidelim.

Haberin Devamı

Saat de, akşamüstü civarları beş olsun. Evde deliler gibi dolanıyorum. ıki derdim var: Bir, bu gece giyecek bir şey bulamıyorum. İki: Kurada aramızdan birine gidecek hediye hazırlayacaktık ellerimizle ve ben hazırlamadım. Ben niye böyleyim? Kadınlar niye giyeceğe bu kadar anlam yükledi? Ben niye tembelce bekleyip, son anda can havliyle bir şeylere saldıranım? Kıyafeti boş verdim. Hediye önemli. Ben ne yapsam... Derken... Küçük bir çuval fındık gördüm odada. Ordu’dan hediye gelmişti. Aldım onu. Bir şeyin gövdesine benziyordu.

O gövdesiyse şayet, kol ve bacak lazımdı. Bacakları hemen şöminenin orda duruyordu. ıki çıra. Yapıştırdım. Oldu. Kolları atladım, kafa bulmam lazım, yuvarlak bişey derken, ‘niye yuvarlak olsun canım, kare, dikdörtgen kafa da olur’ diye düşününce, bir müzik aleti kutusu gördüm. (Başka sorular, başka cevaplar gösteriyor doğru.) ıçini açtım, aleti çıkardım, kutuyu kafa yaptım, aleti koruma süngerleri de kolları oldu. Öyle hızlı gelişti ki her şey, boş kafalı olmasın diye, karton kutunun içine ‘cesaret kitabı’ diye bir kitap koyarken, artık bunu yıllardır yapıyormuş gibi hissettim.

Konserde taktığım gökkuşağı gözlüklerini kırdım. Gözler oldu. Gözlüğün sapını da ağız yaptım, gülen. Yıllardır arabadan masaya, masadan kütüphaneye savrulup duran ve nereden kimin getirdiğini bilmediğim ‘groovy stamp set’ini de eline verdim. Rengarenk eğlenceli damgalardan oluşan küçük bir set işte. Fena mı, iş güç sahibi oldu. şöyle bir karşıma koydum. Kendimi pinokyosunu bitirmiş Giuseppe gibi hissettim. Kucağıma aldım, havaya kaldırdım, sarıldım. Sonra duvara dayayıp, kendi ayakları üzerinde durabiliyor mu diye baktım. Duruyordu, yüzüne güzel bir güneş bile vuruyordu. Gövdesindeki içi fındık dolu çuvalda, ‘ordu fındık diyarından’ gibi bir şey yazıyordu. Adını da ordan aldım koydum: Diyar.

Diyar’a sahip olucak kişiye onunla ilgili bazı bilgiler vermem gerekiyordu. Oturup bir de, Diyar’ı sevme kılavuzu diye bir şey yazdım. Aynen şöyle:

Diyar basit bir insan/oyuncaktır.

Oyuna gelmez.

Kafasının içine özenle yerleştirilmiş ‘küçük sarı cesaret kitabı’ sayesinde hiçbir şeyden korkmaz. Diyar, korkusuzdur.

Çıra bacakları sayesinde sportiftir. Oraya buraya koşturur, yorulmaz, tezcanlıdır. Bir şeyler yapmak için yanar tutuşur.

Bol fındık yediği için, çok sağlıklıdır. Enerjisi boldur.

Sünger kolları sayesinde, sevdiklerini her halleriyle ve her şeyiyle sever.

Dünyaya bakışı pozitiftir. Ağlasa bile sonunda gökkuşağı çıkacağını bilir.

Çantasından da anlaşılacağı üzere, yaptığı her işe damgasını vurur. Yaratıcıdır. Nev-i şahsına münhasırdır.

Kime giderse, onun olur.

O kişi harikalar diyarında olur.

(Ha bir de en sevdiği şarkıcı Nil Karaibrahimgil’dir.)

İşte Diyar’ın hikayesi bu. Belki fındığından enerji, çırasından alev, yağmurundan gökkuşağı alırsınız. Belki hayatı daha az ciddiye alırsınız. Alırız. Alalım.

Yazarın Tüm Yazıları