Takke düştü kel göründü...

SUSURLUK bir tek Susurluk’ta değildi ki... Şemdinli’de de -kanımızca- bir Susurluk vardı. Fatih’in Çarşamba’sındaki Susurluk da karşımıza yeni çıktı.

O konuya aşağıda değineceğiz.

Ama ondan önce ve bize kalırsa ondan daha önemli olan nokta başka:

Çarşamba’daki Susurluk olayının ayrıntılarını okuyunca, bugünkü siyasi iktidarın neden "polis"i "devletin" polisi yapmaya yanaşmadığını, neden kendi baskısı altında tuttuğunu ve...

Neden yargıyı bağımsızlaştırmaya yanaşmadığını, bu arada neden Cumhuriyet Başsavcılığı’nı kurup da, soruşturmaları "adaletten başka bir şeye hizmet etmeyen savcılara" bırakmadığını anlıyorsunuz.

Bu iktidar, "Başkasının Susurluğu kötüdür, ama benim Susurluğum iyidir, makbuldür, korunmalıdır. Gerekirse suç kapatılmalıdır" diyor.

O yüzden de örneğin Adalet Bakanı, adli yılın başlaması dolayısıyla adalet binalarının iyileştirilmesinden, personelin refahından dem vuruyor ama yargıyı bağımsızlaştırma konusunda ne düşündüğüne ve görevini üç küsur yıldır neden yapmadığına dair tek kelime söylemiyor.

Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) Susurluk’larının üstünü başka türlü örtemeyeceğini o da biliyor.

Neden Çarşamba’daki Susurluk.

Dünkü Sabah Gazetesi’nden verilen bilgiye göre halen "çıkar amaçlı çete kurmak" suçundan yargılanan Kasım Zengin ile arkadaşı Muzaffer Ergin, geride kalan mart ayında, İsmailağa Camii cemaati tarafından yargılanmışlar. Yargılayanlar son cinayet nedeniyle adı çok geçen Mahmut Ustaosmanoğlu isimli Nakşibendi şeyhine bağlı kişilermiş. Yargılama, o yöredeki bir caminin bodrumunda kurulan "şeriat mahkemesi" tarafından yapılmış. Sebep Kasım Zengin’in bu cemaatten aldığı parayı iade etmemiş olmasıymış. İddiaya göre yargılamada Zengin’in kafasına tabanca dayamışlar ancak öldürürlerse cinayetin çabuk ortaya çıkacağından çekinip vazgeçmişler.

Bu olayı Muzaffer Ergin daha sonra Ankara’da Cumhuriyet Savcılığı’na bildirmiş. Kasım Zengin’in yargılandığı "çete" davası nedeniyle verdiği ifadede de olayın aynı şekilde anlatıldığını gören Ankara’daki savcı Mustafa Kelkit, olayı 13 Nisan 2006 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bildirmiş. Arkadaşlarımıza İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı’nın dün verdiği bilgiye göre, onlar da konuyu 9 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yazarak, "Gereğinin yapılmasını" istemişler.

Ve lakin "İstanbul Emniyet Müdürlüğü, hiç bir şey yapılmasını gerekli görmediği için" olsa gerek kılını bile kımıldatmamış. Tıpkı son linç olayını kamuoyuna "intihar" diye yutturmaya kalkması gibi.

İlginç olanı şu ki... İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da "Çarşamba’daki Susurluk olayı ne oldu?" dememiş.

İhtimal onlar da kaşımak istemediler. (Bunun sorumluluğu ayrı bahis.)

Kasım Zengin, hayatını kurtarmış ama görüldüğü gibi bu ihmal aynı camide bir cinayet ve bir linç olayına yol açtı.

Şimdi bakalım, Şemdinli’deki Susurluk’luğun üstü örtülmesin diye -haklı olarak- ayağa kalkan, "Adalet ve Hukuk" aşığı AKP’liler Çarşamba’daki Susurluk aydınlansın diye de bastıracaklar mı?
Yazarın Tüm Yazıları